18 Şubat 2012 Cumartesi

iki alem

İki Alem
Eva de Vitray Meyerovitch
Türkçesi: Mete Çamdereli

            Evren iki alemden oluşmuştur; maddi alem ile manevi alem, ya da yeğlerseniz, bir hisler alemi ile bir zeka alemi, ya da bir üst alem ile bir alt alem. Bütün bu ifadeler birbirlerine çok yakındır ve aralarındaki fark yalnızca bir ışık meselesidir. Bu iki alem kendi içinde ele alınırsa, maddi ve manevi alemler; onları sezen organa göre incelenirse, hisler ve zeka alemleri; karşılıklı ilişkileri göz önüne alınırsa, üst ve alt alemler kullanılır. Bu iki alemi, hükümdarlık ve hissî idrak alemi ile gayb ve semavi melekut alemi olarak da adlandırabiliriz.
Bu ıstılahın altındaki derin hakikatleri tedris eden öğrencilerin, terimlerin çokluğundan sıkıntı duymalarına ve müteradif düşüncelerin çokluğunu düşünmelerine hiç şaşırmamalı. Ama kendisine bu terimlerdeki gizli hakikatlerin açıklandığı öğrenci, önceliği düşüncelere verir, sonra terimlere gelir, oysa alt zekalar bunun tersini yaparlar. Onlar için terim, hakikatin kaynaklandığı asıldır. Kur'an'da da bu iki ruh durumuna imada bulunulduğunu görüyoruz: "Daha çok hidayete eren hangisidir, kafasını öne eğmiş yürüyen mi yoksa doğru yolda dosdoğru yürüyen mi?" (Kur'an, LXVII, 22).
            İki aleme ilişkin temel bilgi böyle. Bununla birlikte, bilmen gereken, "melekut"a ilişkin semavi alemin, insanların çoğuna görünmeyen bir alem olduğudur; ve hislerimizin alemi, herkesçe algılandığından idrak alemidir. Bu hisler alemi, bizim zeka alemine erişmemiz için çıkış noktamızdır; iki alem arasındaki bu ilişki ve onların karşılıklı ilişkileri olmasa, arşa çıkan yol kapanacaktır. Bu yol mümkün değilse, rabbî huzura doğru yükselme ve Allah'a yaklaşma da mümkün olmayacaktır. Zira hiçbir insan, ayağı kutsal dairenin bizzat merkezinde bulunmadıkça Allah'a yaklaşamaz. Oysa, bu kutsal alem aracılığıyla, hislerin ve muhayyilenin müsaderesini aşkınlaştıran alemi belirtmek istiyoruz. Ona kutsal daire dememiz, bu alemin yasası yüzündendir; bu yasaya göre, onu bilmeyen ne oraya girebilir ne de oradan çıkabilir. Kutsalın tezahürüne aracılık eden insan ruhu da "kutsal vadi" (Kur'an, XX, 12) olarak adlandırılabilir.
            ... şuhud alemi, söylediğimiz gibi, semavi melekut alemine doğru çıkış noktasıdır, ve salikin, irşad eden ışığın indiği yer ve din olarak gösterilebilen selamet yolunda ilerleyişi, bu yükselişi belirten bir ifadedir. İki alem arasında ilişki ve irtibat yoksa, birinden diğerine doğru gerçekleşen her yükseliş idrak edilemeyecektir. Bunun için tanrısal mağfiret, şuhud alemine semavi melekut alemiyle uyumluluk bahşetti; o nedenle, bu his aleminde, diğer alemdeki birşeylerin simgesi olmayan tek bir şey yoktur. Nasıl ki semavi melekut alemindeki tek bir şey, şuhud alemindeki bir çok simgeye sahip olabiliyorsa,  bu alemdeki tek bir şeyin de semavi melekut alemindeki bir çok şeyi simgeleştirmesi mümkündür. Biz, bir şeyi, kendi modeline birkaç yönüyle benzediği ve denk düştüğünde, tipik ya da simgesel olarak adlandıracağız.
            Bu simgelerin tümükapsayıcı bir dökümünün çıkarılması, iki alemde varolan şeylerin hepsini tükettiğimiz anlamına gelecektir. İnsani güç ve zihinsel yeteneğin kapsamı böyle bir görevi yerine getirmeye kabil değildir. Bizim küçük yaşamlarımız onları tamamıyla açıklamaya yetmeyecektir. En fazla yapabileceğim, sana tek bir örneği açıklamaktır; en fazla, en azdan çıkarılan mevcutlarla mümkün olabilir. Bu bilginin sırlarındaki araştırmanın kapısı o zaman senin önüne açılacaktır.

            Kur'an'daki İbrahim kıssasına göre bir simgecilik örneği. şimdi dinle. Semavi melekut alemi, "melekler" diye adlandırılan çeşitli ışıkların fani ruhlarda ışıldadığı yüksek ve yüce ışık zatiyetlerini içerirse ve bu melekler ne sebepten "rabbler" diye adlandırılıyorsa, o zaman Allah "rablerin Rabbi"dir; bu rabler çeşitli ışıklılık derecelerine sahip olacaklardır. Bunların şuhud alemindeki simgeleri, temel olarak güneş, ay ve yıldızlar olacaktır. Yol'un saliki herşeyden önce bir yıldızınkine denk düşen bir dereceye yükselir. Bu yıldızın ışığının parlaması ona görünür; aşağıdaki bütün alemin, onun kudreti altında ve onun ışığının parlaklığı altında olduğu ona gösterilir. Böylelikle, onun güzelliği ve yüceliği karşısında haykırır: "Bu benim Rabbim!"[1] (Kur'an, VI, 76). Geçer; ve onun hemen üstündeki ay ile simgelenen ışığın derecesinin farkına vardığında, ve  gökkubbenin sayvanı altında bu yıldızın battığını görünce, yani ondan üstün olanla kıyasladığında "batan şeyi hiç sevmem" der. Böylece, sonunda güneşle simgelenen dereceye ulaşıncaya kadar yükselir. Bunu yine, alemler arasında varolan ilişki nedeniyle bir kıyaslama imkanı veren öncekinden daha büyük ve daha yüksek olarak görür. Eksik olan şeyle ilişkiye tahammül etmek noksanlık ve kaybolma anlamına gelir. Bu yüzden, "Gerçek mümin olarak, yüzümü gökleri ve yeri yaratan Kimse'ye doğru döndürdüm, ve ben kesinlikle müşrik değilim." (Kur'an, VI, 79) der. Oysa, "Kimse" terimi karşılığı olmayan belirsiz bir imadır. "'Kimse' ile aynı anlama gelebilen nedir?" diye sorulsa, cevap bulunamayacaktır. Öyleyse, her kıyası aşkınlaştıran Kimse, İlktir, Hakktır. Bundan dolayı, bazı Araplar bir gün Allah'ın Elçisine "Allah neye benzer?" diye sorduklarında, şu cevap vahyolundu: "De: O, Allah, Bir'dir! Allah ...İzah edilemez. Doğurmadı ve doğurulmadı. Asla benzeri de olmadı!" (Kur'an, CXII); Bu ayetin anlamı O'nu her türlü benzetmeden aşkınlaştırmasıdır. Dahası Firavun, Musa'ya, kendi Zat'ını tanımasını istediği için, "Alemin rabbinin kim olduğunu söyle bana" dediğinde, Musa'nın cevabı, yalnızca O'nun eserlerine işaret etti, çünkü bunlar onu sorgulayan kişinin zihninde çok açıktılar; ve "Yerlerin ve göğün rabbi" diye cevapladı. Ama Allah'ın zatî tabiatı konusunda sorgulanması karşısında, Musa'nın kaçamak şekilde verdiği cevaba itiraz etmek için, firavun çevresindekilere "Duydunuz mu?" (Kur'an, XXVI, 25) dedi. O zaman Musa "O, sizin rabbiniz ve atalarınızın da rabbidir" dedi. Firavun bundan dolayı Musa'yı deli olarak kabul edecektir. Firavun, Tanrısal Zat'ın tasviri için bir örnek istemişti, Musa da ona, O'nun eserlerinden bahisle cevap vermişti. Bunun üzerine Firavun "Size gönderilen peygamberiniz cinlenmiş" dedi.

            Özellikle Kur'an'daki Musa kıssasına göre, simgecilikten temel örnekler. şimdi simgenin yöntemini açıklamak üzere seçtiğimiz örneğe gelelim. Ru'yetleri yorumlama ilmi bizim için her tür simgenin değerini belirtir; zira ru'yet, gaybî haberin bir parçasıdır. Her şey üzerinde hükümranlık ve tesirle ışığın her şey üzerindeki izharı veya tezahürü gibi, karşılıklı benzeşimleri ve ortak bir manevi düşünceye katılımları yüzünden, rüyette, güneşin de hükümran bir hükümdar olarak yorumlanması gerektiğini görmüyor musun? Ay, bu hükümdarın bakanını temsil edecektir; zira güneş bizzat olmadığında ışığını dünyaya ay sayesinde yayar; üstelik hükümdar, hükümdarın şahsiyetini hiç görmeyen tebaa üzerinde kendi tesirini salt kendi bakanı aracılığıyla hissettirir... Bu türden simgelerin yorumlanabildiği farklı şekilleri tüketmek imkansızdır. Yalnızca, semavi manevi alemin bazı varlıklarının güneş, ay ve yıldızlarla simgelendiğini söylemek istiyorum; bağlantı noktası ışıktan başka bir özellik arzettiğinde, diğerleri farklı simgelerle temsil edilebilir[2]...  



[1]En'am suresi'nin 75-83. ayetleri, İbrahim'i, atalarının putperestlik kültünü reddederken ve Allah arayışına çıkarken gösteriyor. "Onu gece orttüğü zaman, bir yıldız gördü ve 'işte benim rabbim' dedi." Ama Gece kaybolur. Ay ve güneş için de durum aynıdır. O zaman Allah'ın yaratılmışın ötesinde olduğunu ve yalnız O'nun daimi olduğunu anlıyor.
[2]Gazali: Mişkatül Envar, ikinci bölüm. R. Deladrière'in Le Tabernacle des Lumières başlığıyla çevirdiği kitap, le Seuil, Paris, 1981.


[Eva de Vitray Meyerovitch, Anthologie du soufisme'den (Paris, Albin Michel, 1995) Mete Çamdereli tarafından türkçeleştirilmiş ve Hece  Dergisi ile Düşünce ve Dil başlıklı derleme kitapta yayımlanmıştır]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder