ORUÇ ÜZERİNE·
Türkçesi: Mete Çamdereli
Bütün
dinler ve eski medeniyetler mensuplarına yılda birkaç gün oruç tutmayı zorunlu
kılmışlardır. Bu batıl bir inanç mı
yoksa bu uygulamanın bazı yararları da var mı? Günümüzde zengin/yoksul herkes az
çok eğitimden geçiyor ve dini görevlerimizi yapmakta zorlanmadığımız bir çağda
yaşıyoruz. Acaba oruç, insanın ve toplumun yararına mıdır? Bu konunun ilk ve
nesnel incelemesi, İslamın Kitabı Kur’an’da buyrulduğu üzere müslümanlara
düşer. Kur’an insanların, orucun kendi yararlarına olduğunu anlayabilmeleri
için onlardan akletmelerini ve tefekkür etmelerini ister.
Oruç, Kur’anda yapılması zorunlu kılınan dini görevlerden yalnızca biridir. Kur’an’ın bir çok yerinde atalarımızın geleneklerini körü körüne izlemekten men ediliriz. Kur’an herkesi, kendi amelinden sorumlu olduğunu bilmeye çağırır. İnsanlar hayvanlar gibi, iç güdüleriyle hareket etmezler. Allah’ın diğer canlı varlıklar içinde yalnız ona verdiği cüz’i iradeyle hareket ederler. İnsan, dinden aklı uzaklaştıran, samimi bir şekilde iman etmeden, salt inanmış olmak için inanmayla dini birbirinden ayıran aldatıcı ve gizemli uygulamalara artık kendini teslim etmek zorunda kalmıştır.
Oruç, Kur’anda yapılması zorunlu kılınan dini görevlerden yalnızca biridir. Kur’an’ın bir çok yerinde atalarımızın geleneklerini körü körüne izlemekten men ediliriz. Kur’an herkesi, kendi amelinden sorumlu olduğunu bilmeye çağırır. İnsanlar hayvanlar gibi, iç güdüleriyle hareket etmezler. Allah’ın diğer canlı varlıklar içinde yalnız ona verdiği cüz’i iradeyle hareket ederler. İnsan, dinden aklı uzaklaştıran, samimi bir şekilde iman etmeden, salt inanmış olmak için inanmayla dini birbirinden ayıran aldatıcı ve gizemli uygulamalara artık kendini teslim etmek zorunda kalmıştır.
Farklı mizaçtaki bir çok insanın
doğal olarak özlemleri de farklı olacaktır. Konumuza geçmeden önce, dünyada
bilimle uğraşanların genel hedeflerinin çıkar sağlamak olduğunu belirtelim.
Buna karşılık, kim ve ne olursa olsun, kimseyi incitmeksizin maddi çıkarlardan
yüz çeviren münzevi bir dindar yalnızca dini yararları ve yaptığı işte yalnızca
Allah’ın rızasını gözetir. Bu iki konumda kendi varlığını bir kenara
bırakabilenlerin sayısı çok sınırlıdır. İnsanların büyük çoğunluğu hem dünyada
hem ahirette mutlu olmayı ister. Bu iki bakış İslamın insan ihtiyaçlarına
verdiği önem açısından dikkat çekicidir. Kur’an’da “Rabbimiz bize dünyada
iyilik ver, ahirette de iyilik ver” (Bakara: 201) diye buyrulurken Allah’a
ibadet edenler övülür, İslam’daki ideal böylece vurgulanır. Kur’an orucu farz
kılmakla, onun dünya ve ahirette insanlara sağladığı yararları bulmamıza da
yardımcı olmuyor mu? İnsan ne yalnızca ruhtan ne de yalnızca bedenden
müteşekkil. Oruç, her ikisinin (ruh/beden) bir arada olduğu düşünülerek
tutulmalı. Salt birinin diğerine oranla daha üstün olduğunu düşünmek insanın
varoluş dengesini altüst eder. O halde insanın yararına olan; beden, ruh ve
onları bir araya getiren bütün unsurları göz önünde bulundurmaktır. Yalnızca
ruh ön plana alınırsa insan adeta melekleşir. Halbuki Allah önce melekleri
yarattı ve onların sayısını artırma ihtiyacı duymadı. Aynı şekilde bütün
gücümüzü maddi rahatlık ve kişisel (egoist) çıkarlar için harcamışsak, bunların
beraberinde getirdiği kötülüklerden de öte şeytanlaşmış oluruz. Allah önce
şeytanları ve hayvanları, sonra da diğer canlı varlıkları yarattı. Ruh/beden
ikilisini birbirinden ayrı düşünecek olursak, maddi ve manevi eserler ortaya
koyabilmesi için verilen yetilerin sahibi ve iyiyle kötüyü birbirinden
ayırabilmesi için akılla donatılmış olan insanın yaratılış düzenini alt üst
etmiş oluruz. Öyleyse insan alabildiğine gelişsin ve Allah’ın ona bahşettiği
bütün yeteneklerini uyumlu bir şekilde kullansın.
Orucun temel ilkelerine geçmeden
önce, Kur’an’ı Kerim’in bu konudaki buyruğunun nasıl olduğuna bir bakalım.
Oruç ve Kur’an
Kur’an’da oruç hakkında şöyle buyrulur: “Ey iman edenler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılında. Umulur ki sakınırsınız. (Oruç) sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Güç yetiremeyenler üzerinde de bir yoksulu doyuracak kadar fidye vardır. Kim de gönülden hayır yaparsa, bu da kendisi için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı, insanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun. Kim de hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayet) ulaştırmasına karşılık Allah’ı tanımanız içindir. Umulur ki şükredesiniz” (Bakara: 183/5).
Konumuza başlarken orucun diğer
dinlerde de zorunlu kılındığını söylemiştik. Bu konuda diğer dinlerin tutumlarına
değinelim. Sonra da onları İslamla kıyaslayalım. Bu kıyaslamanın İslama zararı
olacağını düşünmek yersizdir.
Diğer Dinlerde Oruç
İslam, birbirini izleyen peygamberler vasıtasıyla değişik zamanlarda insanlığa indirilmiş bir din olarak kabul edilir. Halkına kılavuzluk etmek, doğru yolu göstermek için ilahi emirleri alan elçiler (peygamberler)in görevi ebedi ‘hakikat’i canlandırmak ve vahiy kesildikten sonraki ilişkileri düzenlemektir.
Diğer Dinlerde Oruç
İslam, birbirini izleyen peygamberler vasıtasıyla değişik zamanlarda insanlığa indirilmiş bir din olarak kabul edilir. Halkına kılavuzluk etmek, doğru yolu göstermek için ilahi emirleri alan elçiler (peygamberler)in görevi ebedi ‘hakikat’i canlandırmak ve vahiy kesildikten sonraki ilişkileri düzenlemektir.
Yıldızatapıcılık
(Sabiîlik): Hz.
İbrahim Irak’taki yıldızatapanlara peygamber olarak gönderilmiştir. Harran’daki
yılıdızatapanlar güneşin doğuşundan ayın görünüşüne kadar yemeden içmeden otuz
gün boyunca oruç tutuyorlardı. (Bkz. Encyclopedia of Religions and Ethics, Cilt
5, s. 764, “Harranians” maddesi, zikreden Chowölson, Sabier und Sabismus, II,
711, 226). Kur’an güneşe ve aya tapmayı yasaklar ve insanları yaradana ibadet
etmeye ve bir ay oruç tutmaya çağırır. Bu, hz. İbrahim’in dini olan hanifliği
geliştirme anlamına gelir.
Yahudilik: Dindar yahudiler her pazartesi ve
perşembe oruç tutarlar. Bunun nedeni, hz. Musa’nın Sina Dağı’na pazartesi günü
çıkıp perşembe günü geri dönmesidir (Bkz. Encycl. Rel. And Ethics, V, 765).
Müslümanlar, üzerlerine farz olmadığı halde, Pazartesi ve Perşembe günleri
nafile ibadet olarak oruç tutarlar. Yahudiler ayrıca, hz. Musa’nın Mısır’dan
çıkış tarihi olan Teşrin ayının onuncu gününde de yirmidört saat oruç tutarlar.
Müslümanlar da Aşure günü diye isimlendirdikleri Muharrem ayının onunda, hz.
Muhammed’in doğum tarihine rastlaması dolayısıyla oruç tutarlar. (İmam
Hüseyin’in vefatı da bu tarihe rastlar). Yirmidört saat süren bir oruç kuşkusuz
zor olduğu gibi büyük bir sabırı da gerektirir. İnsanlar kolayca oruç
tutabilsin diye İslam, orucun süresini tan (fecr) vaktinden güneşin batışına kadar
olmak üzere kısaltmıştır.
Hıristiyanlık: İlk hıristiyanlar Karem (carême)
adı verilen otuzaltı gün süresince oruç tutuyorlardı. Karemin süresi pazarlar
hariç altı haftadır. Hıristiyanlar, bu otuzaltı gün boyunca oruç (perhiz)
tutmakla birlikte günah da çıkarıyorlardı. (Bkz. Encycl. Rel. And Ethics, V,
769). Bu sürenin yılın altıncı bölümüne rastladığı sanılır. Hıristiyanlar, dini
vergi olarak, gerek yiyecek ve içecekleri üzerinden gerekse malları üzerinden
aşar ödüyorlardı. Hz. Muhammed’in “Her kim ramazan orucunu tutar da sonra
Şevval’den buna altı gün eklesin, bütün bir yıl oruç tutmuş gibi olur” hadisine
dikkat edecek olursak, ramazan ayında tutulan otuz günlük oruç böylece otuzaltı
gün olacaktır. Kur’an’da da “kim bir iyilikle gelirse kendisine bunun on katı
vardır” (En’am: 160) diye buyrulur. Bilindiği üzere, kamerî ay 29-30 gün,
kamerî yıl ise yaklaşık 354 gündür. Bir yılda 29+6=35 gün ve diğer yılda da
30+6=36 gün oruç tutulup bu rakam 10 ile çarpılırsa, birinci yıl 350, ikinci
yıl 360 olacak ki bu da müslümanların kullandıkları Kamerî yılın gün sayısıyla
uyuşacaktır. Karem 10 ile çarpıldığında toplam 360 gün olur. Ancak
hıristiyanların kullandıkları güneş takvimi her zaman 360 günden fazladır.
Yukarıda söylediklerimize
bakıldığında, orucun Kur’an’daki şekliyle uygulandığı görülecektir. Oruç,
hinduizm, budizm ve diğer dinlerde de vardır. Fakat bunların hiçbirinde
müslümanların tuttuğu şekilde değildir. Oruç tutmayı buyuran yukarıdaki ayetin
bir başka ilginç yanı var. “Böylece kötülüklerden sakınırsınız... ve umulur ki
şükredersiniz”. Bu kaygı ve olumsuzluk nereden kaynaklanıyor acaba? İşte bu
Kur’an’da sık sık rastlanılan, Kur’anî bir uslûp özelliğidir. Bu uslûbun
kaynağına iki türlü yaklaşabiliriz: Her şeyden önce, dilediğini yapabilen Allah
mutlak iktidardır; O’na inanmamıza, dua etmemize rağmen, O her isteğimizi
yerine getirmek zorunda değildir. İkinci olarak insan keyfi bir serbestiye
sahiptir; Allah bize Kur’an’da her şeyi bildirir, ama öğrenmek ya da öğrenmemek
bize kalmıştır. Diğer bir ayet, Allah korkusu üzerinde dururken, söz konusu
ayet orucun mahiyetiyle ilgilidir; okuyan ve dinleyenlere yine de Allah korkusu
verebilir. Aynı ayetin vurgulamak istediği diğer bir konu da ‘minnet’tir.
Birkaç şekilde anlatılabilir bu. Gerçek minnettarlık, yalnızca yemek ve
içmekten kesilmeyle ya da orucun dış görünüşüyle ilgili değildir. Oruç bütün
gösteriş ve kötülüklerden kaçmaktır aynı zamanda. Aslında oruç tam anlamıyla,
Allah’a karşı var olan mimnnet duygumuzu ortaya koyabilen yegane yol değildir.
Allah’a karşı duyulan minnet ortaya çıksın ve Rabbimize karşı görevlerimiz
yerine getirilsin diye başka yollar da vardır.
Bu ayette dikkatimizi çeken üçüncü
bir nokta da, Allah’ın müminlere amellerinde bir takım kolaylıklar
sağlamasıdır. Bu kolaylıklar yalnızca hastalara değil, yolculara da
tanınmıştır. Yani hastalar ve yolcular ramazan ayı süresince oruç
tutmayabilirler, ancak uygun olan ilk fırsatta tutamadıkları oruçları kaza
etmeleri gerekir. Allah’ın bizim orucumuza ihtiyacı yok. O’na ihtiyaç duyan
bizleriz. Hastayken tutulan oruç rahatsızlığı artırabileceği gibi ölüme bile
yol açabilir. Allah, katı ve acımasız değil tam tersine bağışlayıcıdır. İşte
diğer din mensuplarının tersine, müslümanlar Allah’ın şeriatına göre hareket
eder.
Orucun Türleri
Oruç, yetişkin erkek ve kadınlar tarafından ramazan ayı dışında da tutulabilir; İslam’ın kurallarına uymamış, örneğin, ettiği yeminini tutmamış ya da benzer durumlar içinde olan müslümanlara tevbe ve kefaret olarak oruç tutmaları emredilmiştir. Ayrıca ramazan dışında tutulan oruç nafile ibadettir. Sevabı vardır. Şevval ayının ilk altı gününde tutulan oruç buna örnektir. Hz. Muhammet bazı günlerde de oruç tutmayı men etmiştir. Örneğin müslümanların yıllık bayramlarında iki gün; yani Şevvalin birinci (ramazan bayramı) ve Zilhiccenin onuncu günü (kurban bayramı) (.....) nafile ibadet yapacağım diye hiç ara vermeden oruç tutmamalarını buyurdu: “Kendimize karşı da yerine getirecek görevlerimiz var” (hadis). Bedenimiz bize değil Allah’a aittir. Bu beden yalnızca emanettir, onu iyi bir şekilde korumakla yükümlüyüz.
Orucun Türleri
Oruç, yetişkin erkek ve kadınlar tarafından ramazan ayı dışında da tutulabilir; İslam’ın kurallarına uymamış, örneğin, ettiği yeminini tutmamış ya da benzer durumlar içinde olan müslümanlara tevbe ve kefaret olarak oruç tutmaları emredilmiştir. Ayrıca ramazan dışında tutulan oruç nafile ibadettir. Sevabı vardır. Şevval ayının ilk altı gününde tutulan oruç buna örnektir. Hz. Muhammet bazı günlerde de oruç tutmayı men etmiştir. Örneğin müslümanların yıllık bayramlarında iki gün; yani Şevvalin birinci (ramazan bayramı) ve Zilhiccenin onuncu günü (kurban bayramı) (.....) nafile ibadet yapacağım diye hiç ara vermeden oruç tutmamalarını buyurdu: “Kendimize karşı da yerine getirecek görevlerimiz var” (hadis). Bedenimiz bize değil Allah’a aittir. Bu beden yalnızca emanettir, onu iyi bir şekilde korumakla yükümlüyüz.
Hıristiyanlar, din adamlarıyla
laikleri birbirinden ayırırlar. Papazlar yahut başka bir deyişle din adamları
belirli zamanlarda bugün bile oruç tutmaktalar. Fakat laikler oruç tutmaktan
muaftır. Öğrenciler, öğretmenler, tüccarlar, yani çalışanlar oruç tutmakla
yükümlü değildir. Yahudilerdeki yirmidört saatlik uzun oruç süresi, oruç
tutanların sayısını gittikçe azaltıyor.
Orucun Zamanı
Yahudiler, Hıristiyanlar ve hinduların kullandıkları takvim güneş yılına göredir. Bu yüzden oruç her yıl aynı mevsime rastlar. Buna karşılık müslümanların kullandığı takvim kameri yıla göre düzenlendiğinden oruç ayı (ramazan) her yıl değişik mevsimlere rastlayacaktır.
Bu iki takvimden hangisi tercih edilebilirdir?
Gayet iyi bilinir ki, dünyanın her yeri aynı ısı şartlarını taşımaz. Sıcağın ve soğuğun aşırısı insanı bunaltır. Havanın sıcak ya da soğuk olması bölgelere göre değişir. Kış Mekke’de güzel olur da, kutup bölgelerinde (Kanada, Avrupa’nın kuzeyi) olmaz veya yaz kutuplara yakın yerlerde en iyi mevsimdir de Ekvator ya da kum çöllerinde değildir. Sonbahar ılık mevsimdir ama ekvatora yakın bir çok ülke sonbahar nedir bilmez. Bu yörelerde üç mevsim (kış, yaz ve yağmur mevsimi) hakimdir. Kurallarını beşerin çizdiği bir dinde hep aynı mevsime rastlayan oruç, bazılarına kolaylık, bazılarına da sürekli zorluk getirecektir. Oruç sürekli zorluklar içinde tutulursa, doğaldır ki dayanılmaz hale gelir. Fakat orucun mevsimden mevsime düzenli bir şekilde seyrettiğini düşünürsek, hep aynı mevsimde tutulduğu zaman ortaya çıkan adaletsizliğin de giderilmiş olduğunu görebiliriz. Sürekli aynı mevsimlerde tutulan oruç, kişiye tek bir mevsimde oruç tutabilme alışkanlığı kazandıracaktır. Açlık ve susuzluğun insana kazandırdığı yeti ve alışkanlık dondurucu soğukta ya da bunaltıcı sıcakta yani zor zamanlarda dirençli olmayı da sağlayacaktır. Örneğin savaşta, kuşatmada veya manavların, su dağıtıcılarının grevlerinde olduğu gibi.
Orucun Zamanı
Yahudiler, Hıristiyanlar ve hinduların kullandıkları takvim güneş yılına göredir. Bu yüzden oruç her yıl aynı mevsime rastlar. Buna karşılık müslümanların kullandığı takvim kameri yıla göre düzenlendiğinden oruç ayı (ramazan) her yıl değişik mevsimlere rastlayacaktır.
Bu iki takvimden hangisi tercih edilebilirdir?
Gayet iyi bilinir ki, dünyanın her yeri aynı ısı şartlarını taşımaz. Sıcağın ve soğuğun aşırısı insanı bunaltır. Havanın sıcak ya da soğuk olması bölgelere göre değişir. Kış Mekke’de güzel olur da, kutup bölgelerinde (Kanada, Avrupa’nın kuzeyi) olmaz veya yaz kutuplara yakın yerlerde en iyi mevsimdir de Ekvator ya da kum çöllerinde değildir. Sonbahar ılık mevsimdir ama ekvatora yakın bir çok ülke sonbahar nedir bilmez. Bu yörelerde üç mevsim (kış, yaz ve yağmur mevsimi) hakimdir. Kurallarını beşerin çizdiği bir dinde hep aynı mevsime rastlayan oruç, bazılarına kolaylık, bazılarına da sürekli zorluk getirecektir. Oruç sürekli zorluklar içinde tutulursa, doğaldır ki dayanılmaz hale gelir. Fakat orucun mevsimden mevsime düzenli bir şekilde seyrettiğini düşünürsek, hep aynı mevsimde tutulduğu zaman ortaya çıkan adaletsizliğin de giderilmiş olduğunu görebiliriz. Sürekli aynı mevsimlerde tutulan oruç, kişiye tek bir mevsimde oruç tutabilme alışkanlığı kazandıracaktır. Açlık ve susuzluğun insana kazandırdığı yeti ve alışkanlık dondurucu soğukta ya da bunaltıcı sıcakta yani zor zamanlarda dirençli olmayı da sağlayacaktır. Örneğin savaşta, kuşatmada veya manavların, su dağıtıcılarının grevlerinde olduğu gibi.
Yolculuk
yapanlar mevsimlerin aynı anda ve her yerde aynı olmayacağını az çok bilirler.
Örneğin ben bunları ocak ayında yazıyorum. Radyo şu an havanın Arjantin’de 40
derece ve Fransa’nın bazı bölgelerinde de –40 derece olduğunu bildiriyor.
Mevsimler ekvatorun bir kısmında başka diğer bir kısmında yine başkadır; kuzey
yarım kürede kış olduğunda güney hep yaz mevsimini yaşayacaktır. Eğer İslam’da
orucun yalnızca kış mevsiminde tutulması buyrulsaydı, bazı müslümanlar ocak,
bazıları da temmuz ayında oruç tutacaklardı. Bu da sürekli bir zorluğa ve
dirliğin bozulmasına yol açacaktı. Ocak ayında Paris’te yirmidokuz gün oruç
tuttuktan sonra uçakla Güney Afrika’ya gittiğimi varsayalım. Fakat orada oruç
ayı olmadığı için bayram hazırlığını göremeyeceğim veya kasım ayının sonunda
Paris’ten bir aylığına Güney Afrika’ya gitsem ve şubatta Paris’e dönsem, hem
Güney Afrika’da temmuz ayında tutulan oruçtan hem de Paris’te ocak ayında
tutulan oruçtan muaf olacağım.
Bir başka deyişle, dünyadaki hiçbir
topluluk güneş yılına uyarak oruç tutamaz. Çünkü uyumsuzluklar meydana gelir.
Oruç, eğer güneş yılına göre tutulsaydı, dinler bölgesel dinlerden ibaret
olurdu. Böylece değişim mevsimlerde oruç tutmak mümkün olmazdı. Halbuki kameri
ay kullananlar en akıllıca ve en uygun seçimi yapmışlar. Kameri ay insanların
düzenli yaşamaları için tek pratik çözüm.
Orucun Anlamı
Önceden de belirttiğimiz gibi, İslam dünyada ve ahirette hep insanın iyiliği için çalışır. Biraz sonra değineceğimiz İslami kavramlar herkesin öldükten sonra hesaba çekileceği ahiretle ilgilidir. İyi amelle gidenler Rabbinden karşılığını alacaktır. Dünyevi hayata gelince, insan ruh ve beden ikilisinden oluşmuştur. Bu bölümde orucun, bu ikili (ruh/beden) üzerindeki maddi ve manevi etkilerini inceleyeceğiz.
Orucun Anlamı
Önceden de belirttiğimiz gibi, İslam dünyada ve ahirette hep insanın iyiliği için çalışır. Biraz sonra değineceğimiz İslami kavramlar herkesin öldükten sonra hesaba çekileceği ahiretle ilgilidir. İyi amelle gidenler Rabbinden karşılığını alacaktır. Dünyevi hayata gelince, insan ruh ve beden ikilisinden oluşmuştur. Bu bölümde orucun, bu ikili (ruh/beden) üzerindeki maddi ve manevi etkilerini inceleyeceğiz.
1.
Niyet ve sebebin önemi:
Bile bile adam öldürmenin bütün medeniyetler tarafından nefretle karşılandığını
ve bütün dinlerin şehit olanı cennete layık gördüğünü, katiliyse cehenneme
mahkum ettiğini herkes bilir. Haklı bir sebeple (zalime karşı savaşma buna
örnektir) yapılan savunmanın da bir görev olduğu yine bilinen bir gerçektir.
Bir zalimi öldüren gökle yer arasındaki bütün mükafatlara layık bir kahraman
olarak dikkate alınır. Bu iki şekildeki adam öldürme olayı yalnızca niyetle
ilgili değil mi? Ayrıca doktorun önerisiyle yapılan perhiz ile Allah’ın
buyruklarına uymak için yemeyi ve içmeyi terketme aynı şey değildir. Çünkü
Allah Yaradan’dır, hüküm sahibidir. Öldükten sonra bizi kabul edecek ve
dünyadaki amellerimizden hesaba çekecek olan yine O’dur. Kim O’na itaat ederse,
buyruklarının sırlarını anlamasa bile bağışlayıcılığını kazanır. Bir vahiy yahut
bir din aracılığıyla tutulması zorunlu kılınan oruç ilahi lütfu da beraberinde
getirir. Dünya ve ahirette hangi şey Rabbin ilahi lütfundan daha üstündür?
Maddi çıkarlar, gösteriş ya da benzer değişik durumlar niyetin temizliğine
gölge düşürebilir. Oruç, salt Allah rızası ve O’nun buyruklarına ibadet etmek
için tutulmalıdır. Hz. Peygamberin de bize salık verdiği bu değil mi? “Ameller
niyetlere göredir” (hadis).
2.
Manevi yaklaşım:
Körlerin görenlerden daha iyi bir hafızaya sahip oldukları ve bazı duygularının
gören insanlarınkinden daha çok gelişmiş olduğu görülmüştür. Bir başka deyişle,
kesinlikle kullanılmayan bazı yetenekler, kullanılan diğer yeteneklerin
güçlenmesine yardım edebiliyor. Öyle ki bu durum ruh ve beden ilişkisinde de
söz konusudur. Beden zayıf bir hale gelirken ruh sağlamlaşır; budanmış bir
ağacın çok meyve ve çiçek vermesinde olduğu gibi.
Oruç tutulurken bilinç kötülüğe
karşı bilenir ve böylece kötü eğilimlere daha iyi karşı konulabilir. Ayrıca
oruç, insana Allah’ı daha fazla zikretmeyi, daha çok iyilik yapmayı ve Rabbe
itaatin tadına varmayı sağlar.
Resulullah (sav) “Allah insanı kendi
sureti gibi yarattı” (Müslim ve Buhari) diye buyururken, Allah Teala da
Kur’an’da “Allah’ın verdiği renk! Allah’tan (verilen renkten) daha güzel rengi
olan kimdir” (Bakara: 138) diye buyuruyor. O halde insan, Allah’ın rengiyle
boyanmalıdır.
Allah’ın sıfatlarından biri de
“...beslenmeyen, besleyen...”dir (En’am: 138). Bir müslüman oruç tuttuğunda
işte Allah’ın bu sıfatıyla sıfatlanır. Öyle ki insan kişisel zevklerinden
vazgeçer, başkalarına iyilik yapar, yardıma muhtaç olanların yardımına koşar,
yoksulları doyurur ve bu türden iyiliklerle sürdürür insanseverliğini.
İnsanların ne durumda olduğu, neler çektiği bütün bunları yaparken anlaşılır.
Bu da insandaki ilahi görünümün bir uzantısıdır.
İradesi zayıf insan günah
işleyebileceği gibi, hiçbir şeyi umursamaz hale de gelebilir. Fakat daha sonra
vicdanen rahatsız olacak ve yaptığı kötülüklerden dolayı pişmanlık duyacaktır.
İster maddi ister manevi olusun bütün cinayetler için mutlaka bir ceza
uygulanır. Suçlunun gerçekten pişman olduğu anlaşılırsa yaptığı hatanın onarımı
ve pişmanlığı oranında cezası hafifletilir. Ölüm cezası bir kenara bırakılırsa,
hangi ceza ya da kefaret insanı yemek içmek gibi varlığının temel
ihtiyaçlarından yoksun bırakmaktan daha acımasızdır.
XVIII. yüzyılda yaşamış Veliyullah
el Dehlevi hakim bir kişiliğe sahipti. Herkesin saygı gösterdiği evrensel alim
ve büyük mutasavvıf Dehlevi bize İslam dini felsefesi üzerine gerçekten çok
sayıda önemli eser bıraktı. Dehlevi, Hüccetullah
il Baliğa adlı ünlü eserinin aşağıda çevireceğimiz bölümünde (Oruç Üzerine,
II, 36) orucun manevi açıdan önemli bir yaklaşımını sunuyor bizlere.
“İnsana hakim olmayı amaçlayan
hayvani duygular, meleki tabiatın ortaya çıkmasını engellemek için mücadele
edecektir. Hayvani duygulara ve beraberinde getirdiği olumsuzluklara karşı
direnmenin en iyi yolu oruçtur. Oruç yemek, içmek ve karşı cinsle birleşmekten
insanın bir süre arınmasıdır. Kesinlikle denilebilir ki, hayvani duygulara
hakim olabilmek için en doğru yöntem oruç tutmaktır. Orucun istediği
davranışları yaptıktan (yemek, içmek gibi davranışları azalttıktan) sonra
meleki tabiatın ortaya çıktığını görmek mümkündür.
Dünyamızda insanların farklı din ve
ülkeleri vardır. Ancak insanlar arasında bir fark yoktur. İnsanın hayvani
duygularının ilahi emirlere uymasında ve dolayısıyla bu meleki tabiatın,
hayvaniliğin bayağı ve çirkin eğilimlerini engellemesinde ulaşacağı en son
nokta, insanın hayvaniliğinin meleki tabiatına itaat etmesidir. Bunun için de
tek çözüm yolu, insanın meleki tabiatı gereği, kendi ihtiyacına en uygun olan
sevgi şevkat gibi duyguları seçmesi ve hayvani tabiatına bunu kabul
ettirmesidir. Meleki tabiat durmaksızın kendi özelliklerini kabul ettirmeye devam
edecektir, ama alıştıra alıştıra, ama zorla. Meleki tabiatın gerekleri
hayvaniliği melekilikten uzaklaştırır. Melekiliğin de üzerinde bulunan bir
yetenek olan Allah’ın Yaratıcı hakimiyetini dikkate almak ve O’nun yaratıcı
alemine benzemek için sarfedilen çabalar, meleki tabiatı yayar ve hayvani
tabiata engel olur ya da yalnızca zevk ve eğlenceyle dolu olan hayvaniliğin
istediği şeylerden vazgeçirir. Orucu meydana getiren işte bu son
söylenenlerdir”.
Orucun erdemleri oldukça fazladır.
Bu konuda Resulullah’ın bir çok hadisi var. Bütün bunları söyledikten sonra
artık ayrıntılara girmek gerekmez sanırım. En basit tanımıyla oruç, fecirden
(tan) güneş batıncaya kadar yemekten, içmekten ve şehevi arzulardan kısa bir
süre için sıyrılmaktır. En üst derecesi ise, şehevi, hayvani bütün düşünce,
konuşma ve eylemlerden yani kısaca, şeytani işlerden korunmaktır. Bir zamanlar
oruç tutmakla aç kalmak arasında hiçbir fark yoktu. Acaba şimdi de mi yok?
3.
Maddi yaklaşım:
öğrenciler birkaç ay boyunca sürekli çalışırlar, sonra yaz tatiline çıkarlar.
İşçiler altı gün çalışırlar, yedinci gün dinlenirler. İnsanlar bütün gün kafası
ya da bedeniyle çalıştıktan sonra ertesi gün dinç olmak için genelde geceyi
uyuyarak geçirirler. Makinelerin ve aletlerin de dinlenmeye ihtiyaçları vardır.
Bu durum trenler, otomobiller ve uçaklar için de geçerlidir. Sonuç olarak
midenin de, sindirim organlarının de dinlenmeye ihtiyaç duyduğunu düşünmek hiç
de yanlış olmasa gerek. Zaten modern tıp otoritelerinin hemen hepsi aynı
sonuçta birleşiyorlar. Almanya’da, İsviçre’de ve diğer ülkelerde hastayı ve
hastanın fiziksel gelişimini yakından izleyen çok sayıda doktor, bir çok kronik
hastaların tedavisi için uzun ve kısa devreler halinde aç ve susuz kalmayı
salık verir.
Açlık ve susuzluktan vücuttaki değişik
bezlerden mideye bazı asitler salgılanır. Bu asitlerin değişik hastalıklara yol
açacak nitelikteki mikropları öldürdüğü saptanmıştır. İstatistikler, bir çok
sindirim sistemi ve diğer hastalıklara, her yıl oruç tutma alışkanlığı olan
kişilerde çok nadir rastlandığını da gösterir.
İnsanın zaman zaman hava, su ve
iklim değişimine de ihtiyaç duyduğunu hepimiz kabul ederiz. Doktorlar hastalara
çoğu kez sürekli yaşadıkları yerlerden başka yerlere gitmelerini salık
verirler. Batılıların çoğu, yazın bir ay evlerinden uzakta tatil yaparlar.
Zaten insan arada bir de olsa alışkanlıklarını değiştirme gereği duyar. Bu da
bir çeşit dinlenmedir aslında. Örneğin çiftçilerin tarlalarından daha iyi ürün
alabilmeleri için, toprağı arada bir dinlendirdikleri görülür. İşte bunun gibi,
sürekli olarak oruç tutma da bağışıklık kazandıracağından, İslam sevap kazanmak
için bile olsa bütün bir yıl oruç tutmayı yasaklamıştır. Aralıksız oruç
tutulduğunda, bu, alışkanlıktan başka bir şey olmayacaktır. Orucu zamanında
tutanlara kıyasla sürekli oruç tutan kişilerin oruçtan bir fayda göremediği
anlaşılmıştır. Ramazan ayını izleyen kırk gün oruç tutulursa oruca karşı hemen
bağışıklık kazanılır, bir aydan az tutulursa, bu kez de oruç amacına ulaşmaz.
Oruç tutma alışkanlığının askeri
sahada da bir çok faydası vardır. Askerler bütün bir gün savaşmak zorunda
kalabilir ve her zaman yiyecek ve içecek bulamayabilirler. Ramazan ayı boyunca
oruç tutanlar ve geceleri teravih namazını kılanlar bu eğitimi hiç yapmayan bir
askerden çok daha iyi bir şekilde zorluklara karşı direnebilecek güce sahip
olurlar. Çağımızda, günlük hayatta, sık sık gerçekleşen grevlere (su
dağıtıcılarının, manavların ve diğer satıcıların grevleri) karşı orucun verdiği
dirençten yararlanılabilir. Yirmidört saatlik bir karartma gibi zor durumlar da
yine orucun verdiği bu alışkanlıkla atlatılabilir.
Sonuç olarak, doktor tavsiyesiyle
yahut değişik nedenlerle, yalnızca sağlığını kazanabilmek için oruç tutanlar,
bu uygulama sayesinde ancak maddi yararlar sağlarlar. Fakat hiçbir manevi niyet
taşımadıklarından orucun manevi havasını teneffüs edemezler. Müslümanlar
öncelikle Allah’a ibadet etmek niyetiyle oruç tutarlar. Yalnızca dinlerine
bağlılıklarını gösterirler ve onlar mutlaka mükafatlandıracaklardır. Amelleri
sayesinde de fiziksel ve maddi yararlar sağlamış olurlar.
Kısacası, müslümanların tuttuğu
orucun incelenmesi için şu ana kadar verdiğimiz bilgiler, onun diğer
medeniyetlerdeki şekliyle de karşılaştırılmasına imkan verir.
İslam’daki Oruç Üzerine Birkaç Ayrıntı
Orucun zamanı: Kur’an’ın ramazan ayı boyunca oruç tutmakla ilgili ayetine önceden değindik. Anlaşılıyor ki, müslümanlar tarafından Resulullah’ın (sav) doğumundan itibaren izlenegelen takvime ilişkin bir aydır ramazan ayı ve yılın dokuzuncu ayına rastlar.
İslam’daki Oruç Üzerine Birkaç Ayrıntı
Orucun zamanı: Kur’an’ın ramazan ayı boyunca oruç tutmakla ilgili ayetine önceden değindik. Anlaşılıyor ki, müslümanlar tarafından Resulullah’ın (sav) doğumundan itibaren izlenegelen takvime ilişkin bir aydır ramazan ayı ve yılın dokuzuncu ayına rastlar.
Hicri yıl yalnızca kameri aya göre
hazırlanmış bir takvimdir. Bu takvime göre 29 ya da 30 gün süren her ay,
alacakaranlıkta yani kamerin (kamerin yeni hal alışı) ufukta ortaya çıkmasıyla
başlar. Yuvarlak rakamlarla belirtmek gerekirse Kameri (Hicri) yıl 354 gündür.
Hıristiyanların yılı (miladi yıl) güneşe göre hazırlanmış bir yıldır. Gregoryen
hesaplara göre normal olarak 365 gün çeker. Kısacası ramazan ayı her yıl bir
önceki yıla göre yaklaşık 11 gün daha erken başlar.
Hicretin 1380. yılındaki ramazanın
birinci gününün 16 Şubat 1961 miladi yıla rastladığı düşünülürse;
Hicretin 1381. yılındaki
ramazan ayı 6 Şubat 1962
Hicretin 1382. yılındaki ramazan ayı 26 Şubat 1963
Hicretin 1382. yılındaki ramazan ayı 26 Şubat 1963
Hicretin 1383.
yılındaki ramazan ayı 15 Şubat 1964
Hicretin 1384. yılındaki ramazan
ayı 4 Şubat 1965
tarihlerine rastlar ve
böyle devam eder gider. Bununla birlikte Doğu ve Batı ülkeleri arasında bir
günlük fark olabilir. Zira her şey ayın ve doğuşunun durumuna, yani belli bir
ülkede ufukta göründüğü zamana bağlıdır. Ayın dünya etrafındaki dönüşünü göz
önüne alırsak ve eğer dünyanın dönüşleri önceden tahmin edilen zamanda
gerçekleşmezse, yeni ay bir gün daha geç başlar. Tabiatın seyrini önceden kesin
olarak bilemediğimiz için İslam bütün müslümanların aynı anda oruca
başlamalarını zorunlu kılmaz. Ama mümkün olduğunca oruca başlayış zamanını aynı
güne denk getirmelerini ister. Öyle ki İsviçre’de gündüz iken Amerika’da vakit
gecedir ve dolayısıyla bir saatlik bir fark söz konusu olacaktır.
Yukarıda değindiğimiz nedenlerden
dolayı Ramazan bütün mevsimlere rastlar. Bu da dünyanın yuvarlaklığı ve
kutuplardaki eğiklik yüzünden bir başka karışıklığa yol açar. Burada iki olay
görülür. İlk önce ekvatorun kuzeyindeki ülkelerde kış mevsimi hüküm sürüyorsa
bu hattın güneyinde kalan ülkelerde yaz mevsimi var demektir. Fakat bu o kadar
önemli değil. İkincisi; gece ve gündüz süresi Ekvator düzleminde ve yakın
çevrelerde aşağı yukarı eşitse bile, kutuplara doğru çıkıldığında durum böyle
değil. Kanada ve Avrupa’daki değişik şartlar nedeniyle özel çözümler
gerekiyordu. İlahiyatçılar bunun da çözüm yolunu buldular. Bu konuyla ilgili
ayrıntılı bilgi için Centre Culturel Islamique de Paris tarafından yayımlanmış İslam’a Giriş ve diğer hacimli eserlere
başvurulabilir.
Orucun usulü: Oruç, niyetiyle önem kazanır ve fecirden (güneşin
doğuşundan yaklaşık 1,5 saat önce) akşama kadar yememek ve içmemek işidir.
Fecir ile akşam arasında orucu bozan
ihtiyaçlarımızın ve arzularımızın karşılanmasına kesinlikle izin verilmemiştir.
Aile hayatı yasak değildir. Yemeğe gelince, hz. Peygamber güneşin batışında
(iftar) normal ihtiyacı karşılayacak şekilde, şafaktan önce de (sahur)
yenilebildiği kadar çok yenilmesini buyurmuştur. Orucun başlangıcında niyet
edildiği gibi bitiminde de yani iftar ederken de niyet edilir. Resulullah’ın
(sav) orucunu açarken okuduğu dua : “Ey Allahım! Senin için oruç tuttum, sana
inandım, senin verdiğin rızıkla orucumu açıyorum, orucumu kabul et ey Allahım”
biçimindeydi.
Oruçluyken unutarak yenilebilir ya da
içilebilir. Ancak bu orucu bozmaz, oruçlu olunduğu hatıra gelince de hemen yeme
ve içmeyi bırakmak gerekir.
Oruçluyken banyo yapmakta bir sakınca
yoktur. Özellikle Cuma namazı için banyo (gusl) yapmak gerektiği buyrulmuştur.
Orucu bozmamak için abdest alırken de yine ağıza su kaçırmamaya dikkat
edilmelidir.
Küçük çocuklar oruç tutmakla yükümlü
değildir. Oruç tutamayacak durumda olanlar (ister zengin olsun ister yoksul)
orucun yerine tutamadıkları gün sayısınca bir yoksulu doyurmak zorundadırlar.
Yukarıda değinilen istisnalar dışında kalan ergen (akıl bâli) olmuş her
müslüman erkek ve kadın ramazanın her gününde oruç tutmak zorundadır. Hastalar
ve yolcular oruç tutmayı daha uygun bir zamana kadar erteleyebilirler. Kadınlar
aybaşı halleri süresince oruç tutmazlar.
Oruç tutarken günlük uğraşılardan uzak
kalınmalıdır. Söz konusu uğraşları ihmal etmek için oruç bahane edilmemelidir.
İslam, günler uyku ve uyuşukluk içinde geçtikten sonra gece boyunca uyumamayı
asla (.....). Oruç tutarken kılınan namaz, yapılan yardımlar her zamankinden
daha makbuldür.
Uyulması gereken başka kurallar: yukarıda da belirttiğimiz gibi hz.
Peygamber’e ilk vahiy Ramazan ayında gelmiştir. Sözün kısası, oruç tutarken Kur’an
talim etmek yerinde olur. Arapça bilmeyenler için artık hemen her dilde Kur’an
çevirileri var. Ehil ve dinine bağlı bir müslüman tarafından yapılmış bir Kur’an
çevirisi kuşkusuz diğerlerinden daha mükemmel olacaktır. Mümkünse Ramazan ayı
boyunca hiç değilse bir kez Kur’an’ı Kerim’i baştan sona okumak gereklidir.
Şevval ayının ilk günü yani Ramazanın
bitiminde bayram yapılır. Sabah erkenden camiye gidilir. İmamın verdiği
hutbeden sonra topluca bayram namazı kılınır. Bununla ilgili olarak hz.
Peygamber ashabına bayram namazı kılmadan yemek yemelerini buyurdu.
Müslümanlar için bir yoksulu doyurmak
da dini bir görevdir. Önceleri yalnız hurma ve kuru üzüm değil, buğday, pirinç
gibi şeyler de dağıtılırdı. Bundan amaç, yardımlaşmayı teşviktir. Gösterişten
uzak olan bu dayanışma ruhu her müslümanda bulunmalıdır.
Allah bir kutsi hadiste: “Bir iyilik on
mislinden yüz misline kadar katlanır, Allah: yalnız oruç müstesna çünkü, o
benimdir, onun mükafatını verecek olan da benim. Kulum şehvetiyle, yemesini
benim için bırakıyor” buyurmuştur.
· Muhammed Hamidullah hocanın 1960’lı yıllarda
verdiği bir konferansı içeren bu metin yıllar önce bir gazetenin ramazan sayfasında tefrika edilmek üzere
Türkçeleştirilmişti. O yıl unutuldu. Sonraki ramazanlarda da nasip olmadı.
Kısmet bugüne imiş!... Lakin, bugün, özgün metne ulaşabilme ve çeviriyi yeniden
gözden geçirebilme imkanına sahip değiliz. Dileğimiz, Hoca’nın hayırla
anılmasına vesile olmaktır. Duamız budur (ç.n.).
(Yedi İklim'de yayımlanmıştır)
(Yedi İklim'de yayımlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder