25 Şubat 2012 Cumartesi

oruç üzerine

ORUÇ ÜZERİNE·
 Muhammed Hamidullah
Türkçesi: Mete Çamdereli

Bütün dinler ve eski medeniyetler mensuplarına yılda birkaç gün oruç tutmayı zorunlu kılmışlardır. Bu  batıl bir inanç mı yoksa bu uygulamanın bazı yararları da var mı? Günümüzde zengin/yoksul herkes az çok eğitimden geçiyor ve dini görevlerimizi yapmakta zorlanmadığımız bir çağda yaşıyoruz. Acaba oruç, insanın ve toplumun yararına mıdır? Bu konunun ilk ve nesnel incelemesi, İslamın Kitabı Kur’an’da buyrulduğu üzere müslümanlara düşer. Kur’an insanların, orucun kendi yararlarına olduğunu anlayabilmeleri için onlardan akletmelerini ve tefekkür etmelerini ister.
Oruç, Kur’anda yapılması zorunlu kılınan dini görevlerden yalnızca biridir. Kur’an’ın bir çok yerinde atalarımızın geleneklerini körü körüne izlemekten men ediliriz. Kur’an herkesi, kendi amelinden sorumlu olduğunu bilmeye çağırır. İnsanlar hayvanlar gibi, iç güdüleriyle hareket etmezler. Allah’ın diğer canlı varlıklar içinde yalnız ona verdiği cüz’i iradeyle hareket ederler. İnsan, dinden aklı uzaklaştıran, samimi bir şekilde iman etmeden, salt inanmış olmak için inanmayla dini birbirinden ayıran aldatıcı ve gizemli uygulamalara artık kendini teslim etmek zorunda kalmıştır.
Farklı mizaçtaki bir çok insanın doğal olarak özlemleri de farklı olacaktır. Konumuza geçmeden önce, dünyada bilimle uğraşanların genel hedeflerinin çıkar sağlamak olduğunu belirtelim. Buna karşılık, kim ve ne olursa olsun, kimseyi incitmeksizin maddi çıkarlardan yüz çeviren münzevi bir dindar yalnızca dini yararları ve yaptığı işte yalnızca Allah’ın rızasını gözetir. Bu iki konumda kendi varlığını bir kenara bırakabilenlerin sayısı çok sınırlıdır. İnsanların büyük çoğunluğu hem dünyada hem ahirette mutlu olmayı ister. Bu iki bakış İslamın insan ihtiyaçlarına verdiği önem açısından dikkat çekicidir. Kur’an’da “Rabbimiz bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver” (Bakara: 201) diye buyrulurken Allah’a ibadet edenler övülür, İslam’daki ideal böylece vurgulanır. Kur’an orucu farz kılmakla, onun dünya ve ahirette insanlara sağladığı yararları bulmamıza da yardımcı olmuyor mu? İnsan ne yalnızca ruhtan ne de yalnızca bedenden müteşekkil. Oruç, her ikisinin (ruh/beden) bir arada olduğu düşünülerek tutulmalı. Salt birinin diğerine oranla daha üstün olduğunu düşünmek insanın varoluş dengesini altüst eder. O halde insanın yararına olan; beden, ruh ve onları bir araya getiren bütün unsurları göz önünde bulundurmaktır. Yalnızca ruh ön plana alınırsa insan adeta melekleşir. Halbuki Allah önce melekleri yarattı ve onların sayısını artırma ihtiyacı duymadı. Aynı şekilde bütün gücümüzü maddi rahatlık ve kişisel (egoist) çıkarlar için harcamışsak, bunların beraberinde getirdiği kötülüklerden de öte şeytanlaşmış oluruz. Allah önce şeytanları ve hayvanları, sonra da diğer canlı varlıkları yarattı. Ruh/beden ikilisini birbirinden ayrı düşünecek olursak, maddi ve manevi eserler ortaya koyabilmesi için verilen yetilerin sahibi ve iyiyle kötüyü birbirinden ayırabilmesi için akılla donatılmış olan insanın yaratılış düzenini alt üst etmiş oluruz. Öyleyse insan alabildiğine gelişsin ve Allah’ın ona bahşettiği bütün yeteneklerini uyumlu bir şekilde kullansın.
Orucun temel ilkelerine geçmeden önce, Kur’an’ı Kerim’in bu konudaki buyruğunun nasıl olduğuna bir bakalım.




Oruç ve Kur’an


Kur’an’da oruç hakkında şöyle buyrulur: “Ey iman edenler, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, oruç size de farz kılında. Umulur ki sakınırsınız. (Oruç) sayılı günlerdir. Artık sizden kim hasta ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutsun). Güç yetiremeyenler üzerinde de bir yoksulu doyuracak kadar fidye vardır. Kim de gönülden hayır yaparsa, bu da kendisi için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için daha hayırlıdır. Ramazan ayı, insanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve hak ile batılı birbirinden ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa artık onu tutsun. Kim de hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde tutsun. Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez. Sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayet) ulaştırmasına karşılık Allah’ı tanımanız içindir. Umulur ki şükredesiniz” (Bakara: 183/5).
Konumuza başlarken orucun diğer dinlerde de zorunlu kılındığını söylemiştik. Bu konuda diğer dinlerin tutumlarına değinelim. Sonra da onları İslamla kıyaslayalım. Bu kıyaslamanın İslama zararı olacağını düşünmek yersizdir.




Diğer Dinlerde Oruç


İslam, birbirini izleyen peygamberler vasıtasıyla değişik zamanlarda insanlığa indirilmiş bir din olarak kabul edilir. Halkına kılavuzluk etmek, doğru yolu göstermek için ilahi emirleri alan elçiler (peygamberler)in görevi ebedi ‘hakikat’i canlandırmak ve vahiy kesildikten sonraki ilişkileri düzenlemektir.
Yıldızatapıcılık (Sabiîlik): Hz. İbrahim Irak’taki yıldızatapanlara peygamber olarak gönderilmiştir. Harran’daki yılıdızatapanlar güneşin doğuşundan ayın görünüşüne kadar yemeden içmeden otuz gün boyunca oruç tutuyorlardı. (Bkz. Encyclopedia of Religions and Ethics, Cilt 5, s. 764, “Harranians” maddesi, zikreden Chowölson, Sabier und Sabismus, II, 711, 226). Kur’an güneşe ve aya tapmayı yasaklar ve insanları yaradana ibadet etmeye ve bir ay oruç tutmaya çağırır. Bu, hz. İbrahim’in dini olan hanifliği geliştirme anlamına gelir.
Yahudilik: Dindar yahudiler her pazartesi ve perşembe oruç tutarlar. Bunun nedeni, hz. Musa’nın Sina Dağı’na pazartesi günü çıkıp perşembe günü geri dönmesidir (Bkz. Encycl. Rel. And Ethics, V, 765). Müslümanlar, üzerlerine farz olmadığı halde, Pazartesi ve Perşembe günleri nafile ibadet olarak oruç tutarlar. Yahudiler ayrıca, hz. Musa’nın Mısır’dan çıkış tarihi olan Teşrin ayının onuncu gününde de yirmidört saat oruç tutarlar. Müslümanlar da Aşure günü diye isimlendirdikleri Muharrem ayının onunda, hz. Muhammed’in doğum tarihine rastlaması dolayısıyla oruç tutarlar. (İmam Hüseyin’in vefatı da bu tarihe rastlar). Yirmidört saat süren bir oruç kuşkusuz zor olduğu gibi büyük bir sabırı da gerektirir. İnsanlar kolayca oruç tutabilsin diye İslam, orucun süresini tan (fecr) vaktinden güneşin batışına kadar olmak üzere kısaltmıştır.
Hıristiyanlık: İlk hıristiyanlar Karem (carême) adı verilen otuzaltı gün süresince oruç tutuyorlardı. Karemin süresi pazarlar hariç altı haftadır. Hıristiyanlar, bu otuzaltı gün boyunca oruç (perhiz) tutmakla birlikte günah da çıkarıyorlardı. (Bkz. Encycl. Rel. And Ethics, V, 769). Bu sürenin yılın altıncı bölümüne rastladığı sanılır. Hıristiyanlar, dini vergi olarak, gerek yiyecek ve içecekleri üzerinden gerekse malları üzerinden aşar ödüyorlardı. Hz. Muhammed’in “Her kim ramazan orucunu tutar da sonra Şevval’den buna altı gün eklesin, bütün bir yıl oruç tutmuş gibi olur” hadisine dikkat edecek olursak, ramazan ayında tutulan otuz günlük oruç böylece otuzaltı gün olacaktır. Kur’an’da da “kim bir iyilikle gelirse kendisine bunun on katı vardır” (En’am: 160) diye buyrulur. Bilindiği üzere, kamerî ay 29-30 gün, kamerî yıl ise yaklaşık 354 gündür. Bir yılda 29+6=35 gün ve diğer yılda da 30+6=36 gün oruç tutulup bu rakam 10 ile çarpılırsa, birinci yıl 350, ikinci yıl 360 olacak ki bu da müslümanların kullandıkları Kamerî yılın gün sayısıyla uyuşacaktır. Karem 10 ile çarpıldığında toplam 360 gün olur. Ancak hıristiyanların kullandıkları güneş takvimi her zaman 360 günden fazladır.
Yukarıda söylediklerimize bakıldığında, orucun Kur’an’daki şekliyle uygulandığı görülecektir. Oruç, hinduizm, budizm ve diğer dinlerde de vardır. Fakat bunların hiçbirinde müslümanların tuttuğu şekilde değildir. Oruç tutmayı buyuran yukarıdaki ayetin bir başka ilginç yanı var. “Böylece kötülüklerden sakınırsınız... ve umulur ki şükredersiniz”. Bu kaygı ve olumsuzluk nereden kaynaklanıyor acaba? İşte bu Kur’an’da sık sık rastlanılan, Kur’anî bir uslûp özelliğidir. Bu uslûbun kaynağına iki türlü yaklaşabiliriz: Her şeyden önce, dilediğini yapabilen Allah mutlak iktidardır; O’na inanmamıza, dua etmemize rağmen, O her isteğimizi yerine getirmek zorunda değildir. İkinci olarak insan keyfi bir serbestiye sahiptir; Allah bize Kur’an’da her şeyi bildirir, ama öğrenmek ya da öğrenmemek bize kalmıştır. Diğer bir ayet, Allah korkusu üzerinde dururken, söz konusu ayet orucun mahiyetiyle ilgilidir; okuyan ve dinleyenlere yine de Allah korkusu verebilir. Aynı ayetin vurgulamak istediği diğer bir konu da ‘minnet’tir. Birkaç şekilde anlatılabilir bu. Gerçek minnettarlık, yalnızca yemek ve içmekten kesilmeyle ya da orucun dış görünüşüyle ilgili değildir. Oruç bütün gösteriş ve kötülüklerden kaçmaktır aynı zamanda. Aslında oruç tam anlamıyla, Allah’a karşı var olan mimnnet duygumuzu ortaya koyabilen yegane yol değildir. Allah’a karşı duyulan minnet ortaya çıksın ve Rabbimize karşı görevlerimiz yerine getirilsin diye başka yollar da vardır.
Bu ayette dikkatimizi çeken üçüncü bir nokta da, Allah’ın müminlere amellerinde bir takım kolaylıklar sağlamasıdır. Bu kolaylıklar yalnızca hastalara değil, yolculara da tanınmıştır. Yani hastalar ve yolcular ramazan ayı süresince oruç tutmayabilirler, ancak uygun olan ilk fırsatta tutamadıkları oruçları kaza etmeleri gerekir. Allah’ın bizim orucumuza ihtiyacı yok. O’na ihtiyaç duyan bizleriz. Hastayken tutulan oruç rahatsızlığı artırabileceği gibi ölüme bile yol açabilir. Allah, katı ve acımasız değil tam tersine bağışlayıcıdır. İşte diğer din mensuplarının tersine, müslümanlar Allah’ın şeriatına göre hareket eder.




Orucun Türleri


Oruç, yetişkin erkek ve kadınlar tarafından ramazan ayı dışında da tutulabilir; İslam’ın kurallarına uymamış, örneğin, ettiği yeminini tutmamış ya da benzer durumlar içinde olan müslümanlara tevbe ve kefaret olarak oruç tutmaları emredilmiştir. Ayrıca ramazan dışında tutulan oruç nafile ibadettir. Sevabı vardır. Şevval ayının ilk altı gününde tutulan oruç buna örnektir. Hz. Muhammet bazı günlerde de oruç tutmayı men etmiştir. Örneğin müslümanların yıllık bayramlarında iki gün; yani Şevvalin birinci (ramazan bayramı) ve Zilhiccenin onuncu günü (kurban bayramı) (.....) nafile ibadet yapacağım diye hiç ara vermeden oruç tutmamalarını buyurdu: “Kendimize karşı da yerine getirecek görevlerimiz var” (hadis). Bedenimiz bize değil Allah’a aittir. Bu beden yalnızca emanettir, onu iyi bir şekilde korumakla yükümlüyüz.
Hıristiyanlar, din adamlarıyla laikleri birbirinden ayırırlar. Papazlar yahut başka bir deyişle din adamları belirli zamanlarda bugün bile oruç tutmaktalar. Fakat laikler oruç tutmaktan muaftır. Öğrenciler, öğretmenler, tüccarlar, yani çalışanlar oruç tutmakla yükümlü değildir. Yahudilerdeki yirmidört saatlik uzun oruç süresi, oruç tutanların sayısını gittikçe azaltıyor.




Orucun Zamanı


Yahudiler, Hıristiyanlar ve hinduların kullandıkları takvim güneş yılına göredir. Bu yüzden oruç her yıl aynı mevsime rastlar. Buna karşılık müslümanların kullandığı takvim kameri yıla göre düzenlendiğinden oruç ayı (ramazan) her yıl değişik mevsimlere rastlayacaktır.
Bu iki takvimden hangisi tercih edilebilirdir?
Gayet iyi bilinir ki, dünyanın her yeri aynı ısı şartlarını taşımaz. Sıcağın ve soğuğun aşırısı insanı bunaltır. Havanın sıcak ya da soğuk olması bölgelere göre değişir. Kış Mekke’de güzel olur da, kutup bölgelerinde (Kanada, Avrupa’nın kuzeyi) olmaz veya yaz kutuplara yakın yerlerde en iyi mevsimdir de Ekvator ya da kum çöllerinde değildir. Sonbahar ılık mevsimdir ama ekvatora yakın bir çok ülke sonbahar nedir bilmez. Bu yörelerde üç mevsim (kış, yaz ve yağmur mevsimi) hakimdir. Kurallarını beşerin çizdiği bir dinde hep aynı mevsime rastlayan oruç, bazılarına kolaylık, bazılarına da sürekli zorluk getirecektir. Oruç sürekli zorluklar içinde tutulursa, doğaldır ki dayanılmaz hale gelir. Fakat orucun mevsimden mevsime düzenli bir şekilde seyrettiğini düşünürsek, hep aynı mevsimde tutulduğu zaman ortaya çıkan adaletsizliğin de giderilmiş olduğunu görebiliriz. Sürekli aynı mevsimlerde tutulan oruç, kişiye tek bir mevsimde oruç tutabilme alışkanlığı kazandıracaktır. Açlık ve susuzluğun insana kazandırdığı yeti ve alışkanlık dondurucu soğukta ya da bunaltıcı sıcakta yani zor zamanlarda dirençli olmayı da sağlayacaktır. Örneğin savaşta, kuşatmada veya manavların, su dağıtıcılarının grevlerinde olduğu gibi.
         Yolculuk yapanlar mevsimlerin aynı anda ve her yerde aynı olmayacağını az çok bilirler. Örneğin ben bunları ocak ayında yazıyorum. Radyo şu an havanın Arjantin’de 40 derece ve Fransa’nın bazı bölgelerinde de –40 derece olduğunu bildiriyor. Mevsimler ekvatorun bir kısmında başka diğer bir kısmında yine başkadır; kuzey yarım kürede kış olduğunda güney hep yaz mevsimini yaşayacaktır. Eğer İslam’da orucun yalnızca kış mevsiminde tutulması buyrulsaydı, bazı müslümanlar ocak, bazıları da temmuz ayında oruç tutacaklardı. Bu da sürekli bir zorluğa ve dirliğin bozulmasına yol açacaktı. Ocak ayında Paris’te yirmidokuz gün oruç tuttuktan sonra uçakla Güney Afrika’ya gittiğimi varsayalım. Fakat orada oruç ayı olmadığı için bayram hazırlığını göremeyeceğim veya kasım ayının sonunda Paris’ten bir aylığına Güney Afrika’ya gitsem ve şubatta Paris’e dönsem, hem Güney Afrika’da temmuz ayında tutulan oruçtan hem de Paris’te ocak ayında tutulan oruçtan muaf olacağım.
Bir başka deyişle, dünyadaki hiçbir topluluk güneş yılına uyarak oruç tutamaz. Çünkü uyumsuzluklar meydana gelir. Oruç, eğer güneş yılına göre tutulsaydı, dinler bölgesel dinlerden ibaret olurdu. Böylece değişim mevsimlerde oruç tutmak mümkün olmazdı. Halbuki kameri ay kullananlar en akıllıca ve en uygun seçimi yapmışlar. Kameri ay insanların düzenli yaşamaları için tek pratik çözüm.


Orucun Anlamı


Önceden de belirttiğimiz gibi, İslam dünyada ve ahirette hep insanın iyiliği için çalışır. Biraz sonra değineceğimiz İslami kavramlar herkesin öldükten sonra hesaba çekileceği ahiretle ilgilidir. İyi amelle gidenler Rabbinden karşılığını alacaktır. Dünyevi hayata gelince, insan ruh ve beden ikilisinden oluşmuştur. Bu bölümde orucun, bu ikili (ruh/beden) üzerindeki maddi ve manevi etkilerini inceleyeceğiz.
1. Niyet ve sebebin önemi: Bile bile adam öldürmenin bütün medeniyetler tarafından nefretle karşılandığını ve bütün dinlerin şehit olanı cennete layık gördüğünü, katiliyse cehenneme mahkum ettiğini herkes bilir. Haklı bir sebeple (zalime karşı savaşma buna örnektir) yapılan savunmanın da bir görev olduğu yine bilinen bir gerçektir. Bir zalimi öldüren gökle yer arasındaki bütün mükafatlara layık bir kahraman olarak dikkate alınır. Bu iki şekildeki adam öldürme olayı yalnızca niyetle ilgili değil mi? Ayrıca doktorun önerisiyle yapılan perhiz ile Allah’ın buyruklarına uymak için yemeyi ve içmeyi terketme aynı şey değildir. Çünkü Allah Yaradan’dır, hüküm sahibidir. Öldükten sonra bizi kabul edecek ve dünyadaki amellerimizden hesaba çekecek olan yine O’dur. Kim O’na itaat ederse, buyruklarının sırlarını anlamasa bile bağışlayıcılığını kazanır. Bir vahiy yahut bir din aracılığıyla tutulması zorunlu kılınan oruç ilahi lütfu da beraberinde getirir. Dünya ve ahirette hangi şey Rabbin ilahi lütfundan daha üstündür? Maddi çıkarlar, gösteriş ya da benzer değişik durumlar niyetin temizliğine gölge düşürebilir. Oruç, salt Allah rızası ve O’nun buyruklarına ibadet etmek için tutulmalıdır. Hz. Peygamberin de bize salık verdiği bu değil mi? “Ameller niyetlere göredir” (hadis).
2. Manevi yaklaşım: Körlerin görenlerden daha iyi bir hafızaya sahip oldukları ve bazı duygularının gören insanlarınkinden daha çok gelişmiş olduğu görülmüştür. Bir başka deyişle, kesinlikle kullanılmayan bazı yetenekler, kullanılan diğer yeteneklerin güçlenmesine yardım edebiliyor. Öyle ki bu durum ruh ve beden ilişkisinde de söz konusudur. Beden zayıf bir hale gelirken ruh sağlamlaşır; budanmış bir ağacın çok meyve ve çiçek vermesinde olduğu gibi.
Oruç tutulurken bilinç kötülüğe karşı bilenir ve böylece kötü eğilimlere daha iyi karşı konulabilir. Ayrıca oruç, insana Allah’ı daha fazla zikretmeyi, daha çok iyilik yapmayı ve Rabbe itaatin tadına varmayı sağlar.
Resulullah (sav) “Allah insanı kendi sureti gibi yarattı” (Müslim ve Buhari) diye buyururken, Allah Teala da Kur’an’da “Allah’ın verdiği renk! Allah’tan (verilen renkten) daha güzel rengi olan kimdir” (Bakara: 138) diye buyuruyor. O halde insan, Allah’ın rengiyle boyanmalıdır.
Allah’ın sıfatlarından biri de “...beslenmeyen, besleyen...”dir (En’am: 138). Bir müslüman oruç tuttuğunda işte Allah’ın bu sıfatıyla sıfatlanır. Öyle ki insan kişisel zevklerinden vazgeçer, başkalarına iyilik yapar, yardıma muhtaç olanların yardımına koşar, yoksulları doyurur ve bu türden iyiliklerle sürdürür insanseverliğini. İnsanların ne durumda olduğu, neler çektiği bütün bunları yaparken anlaşılır. Bu da insandaki ilahi görünümün bir uzantısıdır.
İradesi zayıf insan günah işleyebileceği gibi, hiçbir şeyi umursamaz hale de gelebilir. Fakat daha sonra vicdanen rahatsız olacak ve yaptığı kötülüklerden dolayı pişmanlık duyacaktır. İster maddi ister manevi olusun bütün cinayetler için mutlaka bir ceza uygulanır. Suçlunun gerçekten pişman olduğu anlaşılırsa yaptığı hatanın onarımı ve pişmanlığı oranında cezası hafifletilir. Ölüm cezası bir kenara bırakılırsa, hangi ceza ya da kefaret insanı yemek içmek gibi varlığının temel ihtiyaçlarından yoksun bırakmaktan daha acımasızdır.
XVIII. yüzyılda yaşamış Veliyullah el Dehlevi hakim bir kişiliğe sahipti. Herkesin saygı gösterdiği evrensel alim ve büyük mutasavvıf Dehlevi bize İslam dini felsefesi üzerine gerçekten çok sayıda önemli eser bıraktı. Dehlevi, Hüccetullah il Baliğa adlı ünlü eserinin aşağıda çevireceğimiz bölümünde (Oruç Üzerine, II, 36) orucun manevi açıdan önemli bir yaklaşımını sunuyor bizlere.
“İnsana hakim olmayı amaçlayan hayvani duygular, meleki tabiatın ortaya çıkmasını engellemek için mücadele edecektir. Hayvani duygulara ve beraberinde getirdiği olumsuzluklara karşı direnmenin en iyi yolu oruçtur. Oruç yemek, içmek ve karşı cinsle birleşmekten insanın bir süre arınmasıdır. Kesinlikle denilebilir ki, hayvani duygulara hakim olabilmek için en doğru yöntem oruç tutmaktır. Orucun istediği davranışları yaptıktan (yemek, içmek gibi davranışları azalttıktan) sonra meleki tabiatın ortaya çıktığını görmek mümkündür.
Dünyamızda insanların farklı din ve ülkeleri vardır. Ancak insanlar arasında bir fark yoktur. İnsanın hayvani duygularının ilahi emirlere uymasında ve dolayısıyla bu meleki tabiatın, hayvaniliğin bayağı ve çirkin eğilimlerini engellemesinde ulaşacağı en son nokta, insanın hayvaniliğinin meleki tabiatına itaat etmesidir. Bunun için de tek çözüm yolu, insanın meleki tabiatı gereği, kendi ihtiyacına en uygun olan sevgi şevkat gibi duyguları seçmesi ve hayvani tabiatına bunu kabul ettirmesidir. Meleki tabiat durmaksızın kendi özelliklerini kabul ettirmeye devam edecektir, ama alıştıra alıştıra, ama zorla. Meleki tabiatın gerekleri hayvaniliği melekilikten uzaklaştırır. Melekiliğin de üzerinde bulunan bir yetenek olan Allah’ın Yaratıcı hakimiyetini dikkate almak ve O’nun yaratıcı alemine benzemek için sarfedilen çabalar, meleki tabiatı yayar ve hayvani tabiata engel olur ya da yalnızca zevk ve eğlenceyle dolu olan hayvaniliğin istediği şeylerden vazgeçirir. Orucu meydana getiren işte bu son söylenenlerdir”.
Orucun erdemleri oldukça fazladır. Bu konuda Resulullah’ın bir çok hadisi var. Bütün bunları söyledikten sonra artık ayrıntılara girmek gerekmez sanırım. En basit tanımıyla oruç, fecirden (tan) güneş batıncaya kadar yemekten, içmekten ve şehevi arzulardan kısa bir süre için sıyrılmaktır. En üst derecesi ise, şehevi, hayvani bütün düşünce, konuşma ve eylemlerden yani kısaca, şeytani işlerden korunmaktır. Bir zamanlar oruç tutmakla aç kalmak arasında hiçbir fark yoktu. Acaba şimdi de mi yok?
3. Maddi yaklaşım: öğrenciler birkaç ay boyunca sürekli çalışırlar, sonra yaz tatiline çıkarlar. İşçiler altı gün çalışırlar, yedinci gün dinlenirler. İnsanlar bütün gün kafası ya da bedeniyle çalıştıktan sonra ertesi gün dinç olmak için genelde geceyi uyuyarak geçirirler. Makinelerin ve aletlerin de dinlenmeye ihtiyaçları vardır. Bu durum trenler, otomobiller ve uçaklar için de geçerlidir. Sonuç olarak midenin de, sindirim organlarının de dinlenmeye ihtiyaç duyduğunu düşünmek hiç de yanlış olmasa gerek. Zaten modern tıp otoritelerinin hemen hepsi aynı sonuçta birleşiyorlar. Almanya’da, İsviçre’de ve diğer ülkelerde hastayı ve hastanın fiziksel gelişimini yakından izleyen çok sayıda doktor, bir çok kronik hastaların tedavisi için uzun ve kısa devreler halinde aç ve susuz kalmayı salık verir.
Açlık ve susuzluktan vücuttaki değişik bezlerden mideye bazı asitler salgılanır. Bu asitlerin değişik hastalıklara yol açacak nitelikteki mikropları öldürdüğü saptanmıştır. İstatistikler, bir çok sindirim sistemi ve diğer hastalıklara, her yıl oruç tutma alışkanlığı olan kişilerde çok nadir rastlandığını da gösterir.
İnsanın zaman zaman hava, su ve iklim değişimine de ihtiyaç duyduğunu hepimiz kabul ederiz. Doktorlar hastalara çoğu kez sürekli yaşadıkları yerlerden başka yerlere gitmelerini salık verirler. Batılıların çoğu, yazın bir ay evlerinden uzakta tatil yaparlar. Zaten insan arada bir de olsa alışkanlıklarını değiştirme gereği duyar. Bu da bir çeşit dinlenmedir aslında. Örneğin çiftçilerin tarlalarından daha iyi ürün alabilmeleri için, toprağı arada bir dinlendirdikleri görülür. İşte bunun gibi, sürekli olarak oruç tutma da bağışıklık kazandıracağından, İslam sevap kazanmak için bile olsa bütün bir yıl oruç tutmayı yasaklamıştır. Aralıksız oruç tutulduğunda, bu, alışkanlıktan başka bir şey olmayacaktır. Orucu zamanında tutanlara kıyasla sürekli oruç tutan kişilerin oruçtan bir fayda göremediği anlaşılmıştır. Ramazan ayını izleyen kırk gün oruç tutulursa oruca karşı hemen bağışıklık kazanılır, bir aydan az tutulursa, bu kez de oruç amacına ulaşmaz.
Oruç tutma alışkanlığının askeri sahada da bir çok faydası vardır. Askerler bütün bir gün savaşmak zorunda kalabilir ve her zaman yiyecek ve içecek bulamayabilirler. Ramazan ayı boyunca oruç tutanlar ve geceleri teravih namazını kılanlar bu eğitimi hiç yapmayan bir askerden çok daha iyi bir şekilde zorluklara karşı direnebilecek güce sahip olurlar. Çağımızda, günlük hayatta, sık sık gerçekleşen grevlere (su dağıtıcılarının, manavların ve diğer satıcıların grevleri) karşı orucun verdiği dirençten yararlanılabilir. Yirmidört saatlik bir karartma gibi zor durumlar da yine orucun verdiği bu alışkanlıkla atlatılabilir.
Sonuç olarak, doktor tavsiyesiyle yahut değişik nedenlerle, yalnızca sağlığını kazanabilmek için oruç tutanlar, bu uygulama sayesinde ancak maddi yararlar sağlarlar. Fakat hiçbir manevi niyet taşımadıklarından orucun manevi havasını teneffüs edemezler. Müslümanlar öncelikle Allah’a ibadet etmek niyetiyle oruç tutarlar. Yalnızca dinlerine bağlılıklarını gösterirler ve onlar mutlaka mükafatlandıracaklardır. Amelleri sayesinde de fiziksel ve maddi yararlar sağlamış olurlar.
Kısacası, müslümanların tuttuğu orucun incelenmesi için şu ana kadar verdiğimiz bilgiler, onun diğer medeniyetlerdeki şekliyle de karşılaştırılmasına imkan verir.


İslam’daki Oruç Üzerine Birkaç Ayrıntı


Orucun zamanı: Kur’an’ın ramazan ayı boyunca oruç tutmakla ilgili ayetine önceden değindik. Anlaşılıyor ki, müslümanlar tarafından Resulullah’ın (sav) doğumundan itibaren izlenegelen takvime ilişkin bir aydır ramazan ayı ve yılın dokuzuncu ayına rastlar.
         Hicri yıl yalnızca kameri aya göre hazırlanmış bir takvimdir. Bu takvime göre 29 ya da 30 gün süren her ay, alacakaranlıkta yani kamerin (kamerin yeni hal alışı) ufukta ortaya çıkmasıyla başlar. Yuvarlak rakamlarla belirtmek gerekirse Kameri (Hicri) yıl 354 gündür. Hıristiyanların yılı (miladi yıl) güneşe göre hazırlanmış bir yıldır. Gregoryen hesaplara göre normal olarak 365 gün çeker. Kısacası ramazan ayı her yıl bir önceki yıla göre yaklaşık 11 gün daha erken başlar.
         Hicretin 1380. yılındaki ramazanın birinci gününün 16 Şubat 1961 miladi yıla rastladığı düşünülürse;
              Hicretin 1381. yılındaki ramazan ayı   6 Şubat 1962
              Hicretin 1382. yılındaki ramazan ayı 26 Şubat 1963
              Hicretin 1383. yılındaki ramazan ayı 15 Şubat 1964
        Hicretin 1384. yılındaki ramazan ayı   4 Şubat 1965
tarihlerine rastlar ve böyle devam eder gider. Bununla birlikte Doğu ve Batı ülkeleri arasında bir günlük fark olabilir. Zira her şey ayın ve doğuşunun durumuna, yani belli bir ülkede ufukta göründüğü zamana bağlıdır. Ayın dünya etrafındaki dönüşünü göz önüne alırsak ve eğer dünyanın dönüşleri önceden tahmin edilen zamanda gerçekleşmezse, yeni ay bir gün daha geç başlar. Tabiatın seyrini önceden kesin olarak bilemediğimiz için İslam bütün müslümanların aynı anda oruca başlamalarını zorunlu kılmaz. Ama mümkün olduğunca oruca başlayış zamanını aynı güne denk getirmelerini ister. Öyle ki İsviçre’de gündüz iken Amerika’da vakit gecedir ve dolayısıyla bir saatlik bir fark söz konusu olacaktır.
Yukarıda değindiğimiz nedenlerden dolayı Ramazan bütün mevsimlere rastlar. Bu da dünyanın yuvarlaklığı ve kutuplardaki eğiklik yüzünden bir başka karışıklığa yol açar. Burada iki olay görülür. İlk önce ekvatorun kuzeyindeki ülkelerde kış mevsimi hüküm sürüyorsa bu hattın güneyinde kalan ülkelerde yaz mevsimi var demektir. Fakat bu o kadar önemli değil. İkincisi; gece ve gündüz süresi Ekvator düzleminde ve yakın çevrelerde aşağı yukarı eşitse bile, kutuplara doğru çıkıldığında durum böyle değil. Kanada ve Avrupa’daki değişik şartlar nedeniyle özel çözümler gerekiyordu. İlahiyatçılar bunun da çözüm yolunu buldular. Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için Centre Culturel Islamique de Paris tarafından yayımlanmış İslam’a Giriş ve diğer hacimli eserlere başvurulabilir.
         Orucun usulü:  Oruç, niyetiyle önem kazanır ve fecirden (güneşin doğuşundan yaklaşık 1,5 saat önce) akşama kadar yememek ve içmemek işidir.
        Fecir ile akşam arasında orucu bozan ihtiyaçlarımızın ve arzularımızın karşılanmasına kesinlikle izin verilmemiştir. Aile hayatı yasak değildir. Yemeğe gelince, hz. Peygamber güneşin batışında (iftar) normal ihtiyacı karşılayacak şekilde, şafaktan önce de (sahur) yenilebildiği kadar çok yenilmesini buyurmuştur. Orucun başlangıcında niyet edildiği gibi bitiminde de yani iftar ederken de niyet edilir. Resulullah’ın (sav) orucunu açarken okuduğu dua : “Ey Allahım! Senin için oruç tuttum, sana inandım, senin verdiğin rızıkla orucumu açıyorum, orucumu kabul et ey Allahım” biçimindeydi.
         Oruçluyken unutarak yenilebilir ya da içilebilir. Ancak bu orucu bozmaz, oruçlu olunduğu hatıra gelince de hemen yeme ve içmeyi bırakmak gerekir.
         Oruçluyken banyo yapmakta bir sakınca yoktur. Özellikle Cuma namazı için banyo (gusl) yapmak gerektiği buyrulmuştur. Orucu bozmamak için abdest alırken de yine ağıza su kaçırmamaya dikkat edilmelidir.
         Küçük çocuklar oruç tutmakla yükümlü değildir. Oruç tutamayacak durumda olanlar (ister zengin olsun ister yoksul) orucun yerine tutamadıkları gün sayısınca bir yoksulu doyurmak zorundadırlar. Yukarıda değinilen istisnalar dışında kalan ergen (akıl bâli) olmuş her müslüman erkek ve kadın ramazanın her gününde oruç tutmak zorundadır. Hastalar ve yolcular oruç tutmayı daha uygun bir zamana kadar erteleyebilirler. Kadınlar aybaşı halleri süresince oruç tutmazlar.
         Oruç tutarken günlük uğraşılardan uzak kalınmalıdır. Söz konusu uğraşları ihmal etmek için oruç bahane edilmemelidir. İslam, günler uyku ve uyuşukluk içinde geçtikten sonra gece boyunca uyumamayı asla (.....). Oruç tutarken kılınan namaz, yapılan yardımlar her zamankinden daha makbuldür.
         Uyulması gereken başka kurallar: yukarıda da belirttiğimiz gibi hz. Peygamber’e ilk vahiy Ramazan ayında gelmiştir. Sözün kısası, oruç tutarken Kur’an talim etmek yerinde olur. Arapça bilmeyenler için artık hemen her dilde Kur’an çevirileri var. Ehil ve dinine bağlı bir müslüman tarafından yapılmış bir Kur’an çevirisi kuşkusuz diğerlerinden daha mükemmel olacaktır. Mümkünse Ramazan ayı boyunca hiç değilse bir kez Kur’an’ı Kerim’i baştan sona okumak gereklidir.
         Şevval ayının ilk günü yani Ramazanın bitiminde bayram yapılır. Sabah erkenden camiye gidilir. İmamın verdiği hutbeden sonra topluca bayram namazı kılınır. Bununla ilgili olarak hz. Peygamber ashabına bayram namazı kılmadan yemek yemelerini buyurdu.
         Müslümanlar için bir yoksulu doyurmak da dini bir görevdir. Önceleri yalnız hurma ve kuru üzüm değil, buğday, pirinç gibi şeyler de dağıtılırdı. Bundan amaç, yardımlaşmayı teşviktir. Gösterişten uzak olan bu dayanışma ruhu her müslümanda bulunmalıdır.
         Allah bir kutsi hadiste: “Bir iyilik on mislinden yüz misline kadar katlanır, Allah: yalnız oruç müstesna çünkü, o benimdir, onun mükafatını verecek olan da benim. Kulum şehvetiyle, yemesini benim için bırakıyor” buyurmuştur.



· Muhammed Hamidullah hocanın 1960’lı yıllarda verdiği bir konferansı içeren bu metin yıllar önce bir gazetenin ramazan  sayfasında tefrika edilmek üzere Türkçeleştirilmişti. O yıl unutuldu. Sonraki ramazanlarda da nasip olmadı. Kısmet bugüne imiş!... Lakin, bugün, özgün metne ulaşabilme ve çeviriyi yeniden gözden geçirebilme imkanına sahip değiliz. Dileğimiz, Hoca’nın hayırla anılmasına vesile olmaktır. Duamız budur (ç.n.).


(Yedi İklim'de yayımlanmıştır)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder