ULUSLARARASI İLETİŞİMDE DİL
VE DİL AKTARIMI
Mete Çamdereli
Dil ve İletişim
Kişilerarası
iletişimin gerçekleşmesinde, bugüne kadar, sözlü olmayan çeşitli araçlar -duman, posta
güvercini, tamtam, resim gibi- kullanılmıştır. Ancak birincil işlevi iletişim
olan insan dili, zaman içinde önemini asla yitirmemiş, sürekli değişip
gelişerek bilginin (enformasyon) iletilmesinde her zaman ayrıcalıklı bir yer
tutmuştur.
Genellikle insanın duygu
ve düşüncelerini açıklama aracı olarak bilinen dilin kendi içinde bir örgüsü
bulunduğu, kendine özgü bir yapı sunduğu ve ünlü dilbilimci F.de Saussure’ün
ifadesiyle toplumsal yaşam içinde ele alınan “göstergeler dizgesi”[1]
(sinema, müzik, fotoğraf, moda, trafik dili, mors alfabesi gibi) olduğu, bugün
artık, üzerinde birleşilen bir tanımsal yaklaşım. Diğer yandan dilbilim
dünyasının önemli bir kanadını oluşturan ve Saussure’ün yakın izleyicisi
Martinet, insan dilini, diğer yapay dillerden ayırarak tanımlamaya çalışır ve onu, “insan
deneyiminin, topluluktan topluluğa değişen biçimlerde, anlamsal bir içerikle
sessel bir anlatım kapsayan birimlere, başka bir deyişle anlambirimlere
ayrıştırılmasını sağlayan bir iletişim aracı”[2]
olarak belirler. Öyleyse dilin temel ve biricik işlevinin iletişim kurmak
olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Dil konusunda olduğu gibi iletişim
konusunda da çeşitli tanımlar verilebilir, ama dil ile iletişimin birbirinden
ayrılmaz bir bilgi akış yumağı oluşturduğu yadsınamaz bir gerçektir. Kuşkusuz,
dile gönderme yapmadan iletişimi, iletişime gönderme yapmadan da dili
tanımlamak güçtür.
Konuşucuyla dinleyici ya da
vericiyle alıcı arasında gerçekleşen karşılıklı ileti alışverişi olarak kabaca
tanımlanan iletişim, “bir tarafın, öteki tarafın davranışını etkileme veya
değiştirme sürecidir”[3].
Bir noktadan diğerine, bir yerden
diğerine, bir kişiden diğer bir kişiye, bir toplumdan diğer bir topluma, bir
kültürden diğer bir kültüre doğru uzanan iletişim sürecinde, bir niyet, bir
heyecan, bir düşünce, bir dünya görüşü(vision du monde), kısacası amaçlı ileti
aktarılmaya çalışılır; yalnızca sözlü olarak değil, aynı zamanda yazılı ve
görsel olarak da yapılır.
İletişim bilimleri gelişirken,
iletişim kuramcıları da değişik iletişim modellerini bilim dünyasına yansıtarak
iletişimden ne anlaşılması gerektiği -dilsel, sosyolojik, antropolojik
bağlamda- ve ögelerinin ne olduğu konusunu aydınlatmaya çabalarlar. Bu
modellerde olmazsa olmaz olan üç temel öge hepsince kabul görmüştür: Kaynak ya
da gönderici, ileti ve alıcı ya da hedef. Ancak bu süreç, “kanallar ile etki ya
da işlevin de katılımıyla, beş etkenin tamamlanmasıyla gerçekleşmektedir”[4].
Sesbilim alanındaki çalışmalarıyla tanınınan Roman Jakobson’un geliştirdiği
iletişim şemasıysa altı öğeyi içermektedir: konuşucu, dinleyici, bağlam,
ilişki, düzgü (code) ve ileti[5].
Her dilsel iletişim edimi bir iletiyi kodlayıp, ilişkiyi kuran kanallar (ses,
jest, yazılı kağıt, telefon gibi) aracılığıyla alıcı kişi ya da kitle yönüne
gönderir. Bu iletinin gönderme yaptığı bilgi her zaman bir bağlama muhtaçtır.
Hedef alıcının, iletideki kodlamayı algılayıp algılayamadığını belirtecek
geribildirimi aynı işleme tabi tutarak kaynağa göndermesi iletişim sürecinin
tamamlanması anlamına gelir. İletişim kuramcıları, kimi zaman dışarıdan gelen
kimi zaman da dilsel nitelikli olan (ağır işitme, konuşma bozukluğu gibi) ama
iletişimi engelleyen ‘gürültü’ ögesini de bu süreç içinde değerlendirirler.
Bu kısa bilgiler ışığında, iletişim
ile dilin biribirinden koparılamaz denli birlikte bulunduğu ve insan
ilişkilerinde sürekli yaşanan toplumsal ve toplumlararası bir süreç olduğu ve
belirli bir konumda -uzay-zaman- gerçekleştiği söylenebilir. Gerçekten de insan
varolalı beri iletişim içinde olmuş ve iletisini ulaştırabilmek için hep bir
takım araçlara ihtiyaç duymuştur. Zaman içinde artık kullanmadığı için unuttuğu
duman ya da boynuz gibi ilksel iletişim araçlarının yerine, teknolojik
gelişmeler doğrultusunda elde ettiği sesli, yazılı ve görsel-işitsel araçlardan
yararlanmıştır.Birlikte yaşamak zorunda olduğu bu araçları sorgulamıştır da.
Ancak bundan böyle onların, birey ve çevre ilişkileri içinde nasıl
kullanılabileceği, bireylerin birbirlerini ve çevrelerini onlar aracılığıyla
nasıl olumlu yönde etkileyebilecekleri konusunda yapılacak tartışmalar belki
daha anlamlı olacaktır.
Dil ve Kültür
Birincil işlevinin iletişim olduğunu
vurguladığımız dil, toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir parçası, toplumla
birlikte yaşayan uzlaşımsal bir dizgedir. Her doğal dil kendi kültür yapısına
özgü semboller düzeni kullanır ve kendi kültürünün bütün göndermelerini ve
kavramsal olgularını anlama dönüştürmeyi üstlenir. Her kültür, doğal olarak,
kendi deneyimini kendi diliyle açıklar; bu özelliğiyle diğer kültürlerden
farklı kılar kendini. Aslında ayrı olan diller olmakla birlikte, kültürler de
toplumdan topluma belirgin farklılıklar gösterirler.
Kültür, bir toplumun varoluşundan bu
yana yapıp ettikleri, düşündükleri, alışkanlıkları ve bütün davranış
biçimlerini kapsayıcı bir kavramdır. Dil, o kültürel toplumla yaşarken ve onu
hep diğerlerinden ayrı olarak korumaya çalışırken, düşünce, görüş ve
deneyimlerinin nasıl olduğunu anlatmaya uğraşır. Kültürün dil ile içerik
bakımından -ya da kavramsal düzeyde- bir arada değerlendirildiğini, biçimsel
açıdan dilin (sözcük, sözdizimi gibi biçimsel ögeler düşünülürse) kültürle
ilişkili olmadığını belirtelim. Ama hiç kuşkusuz dil, yapısı ve konumu gereği,
“yaşamımızın dokusunu belirleyen ve geçmiş toplumsal uygulamalar ve inançlar
kümesi olan ekinden [kültürden] ayrı var olamaz”[6].
Toplumları birbirinden farklı ve bir
toplum içindeki bireyleri özdeş kılan kültürel özellikler dil yoluyla bir başka
kültüre aktarılmak istendiğinde, iletişim artık, devletler arasında, uluslar
arasında ya da daha küçük toplumlar/topluluklar arasında gerçekleşir.Bu
sınırötesi bilgi taşıma işlemine kültürlerarası iletişim demek de uygun
olacaktır. Kültürlerarası iletişimde bir kültür bir başka kültürü etkilemek,
ikna etmek, denetlemek amacı taşıyabilir. Bunu yaparken hedef kültürün
yapısını, yaşamı yorumlama biçimini, sembollerini, değerlerini, belki kısacası
dilini iyi bilmek gerekir. Zira kültürlerarası iletişimde etkileme/etkileşim
dil aracılığıyla gerçekleşir. Öyleyse her kültürün sahip olduğu dilsel ve
düşünsel (mantaliteler)yapılara ulaşma sorunlarıyla boğuşmak gerekecektir.
Dilin, iletişimin ve kültürün iç içe
yaşadığını ve dillerin, kendi kültürlerinin taşıyıcıları olduğunu düşünerek
yaptığımız bu açıklamalar, dilden dile aktarılacak iletinin, kaynak kültürdeki
verileri yansıtacağını vurgulamak içindir.
Dil aktarımında, sayısı henüz netleşmemiş binlerce dil ve diyalektin
binlerce kültür demek olduğunu bir düşünürsek, karşımıza üstesinden gelinemez
gibi görünen korkunç bir tablo çıkar.
Uluslararası İletişimde Dil Seçimi
Uluslararası iletişim denince ilk
akla gelen haber akışı ya da devletlerarası ilişkiler oluyor. Halbuki
uluslararası iletişim, teknolojilerin gelişmesiyle birlikte bunun ötesine
geçerek ve öncelikle bilgi(enformation) akışını hızlandırarak dünyayı
küçültmeyi başarmıştır. “Küresel elektronik ağlar, ülkeleri, kültürleri
birbirine yakınlaştırmış, üstelik de birbirlerine bağımlı kılmıştır"[7].
Sorun, gelişmiş ülkelerle gelişmekte veya azgelişmiş ülkeler arasındaki iki
yönlü haber ve bilgi akışının dengeli dağılıp dağılmadığında odaklanmaktadır.
Medyalarda kullanılan dil tercihleri, ister istemez yaygın olarak konuşulan
dillere yönelmiştir. Böylece az konuşucusu ve az yayılımı olan dilsel
topluluklar, diğer yaygın dillerin dolayısıyla kültürlerin ileti ve imaj
bombardımanına maruz kalmaktadırlar. Bu noktada, uluslararası iletişim
düzeninde yaygın olarak kullanılan ve işlerliği olan dillerin başında
ingilizcenin ilk sıraya oturduğunu belirtmeye gerek yok sanırım. İngilizceyi
ruşça, ispanyolca, almanca, fransızca, hintçe, çince, arapça, portekizce gibi
diller izlemektedir. Kesin olarak görünen o ki, ingilizce, film ve program
yapımında kaynak dil olma özelliğini uzunca bir süre devam ettireceğe ya da en
azından belli bir süre sinema ve televizyon pazarında egemenliği elinde
tutacağa benziyor.
MacBride Raporu dilsel sorunların
sosyo-kültürel boyutlarını çizerken uluslararası iletişimde dengeli bilgi
akışının sağlanmasında dil ile ilgilenilmesinin sebeplerini şöyle sıralıyor:
"a) nüfusun bütününü ilgilendiren gerçekten ulusal iletişim sistemleri
ancak iletişim ve kültürel etkinliklerde
kullanılan dillerin sayısı arttırılarak geliştirilebilir; b)dil siyaseti
iletişim siyasetlerinin ayrılmaz bir parçası olmalıdır; çünkü dillerin seçimi
ve geliştirilmesi bilginin daha geniş ve eşit bir biçimde dağıtılmasını ya da
tam aksine dışlanmasını sağlar; c)bunlara ek olarak çeşitli ulusal ve yerel
dillerin yazıya geçirilmesi ve çeşitli grup dillerinin iletişim makinelerine
uygun hale getirilmesi (yazı makineleri, linotipler, teleksler, bilgisayarlar
vb.) için çaba harcanmalıdır; d)uluslararası iletişim alanında kaçınılmaz gibi
görünse de dünya dilleri adı verilen az sayıda dilin kullanılması kişiliği,
hatta bazı ülkelerin siyasal ve kültürel gelişmesini ilgilendiren nazik
sorunlar ortaya çıkarmaktadır”[8].
Dünyada yaklaşık olarak 3 000 - 3
500 kadar dille sözlü olarak toplumsal ya da toplumaşırı iletişim
kurulabildiğini biliyoruz. Ancak yazılı olarak ele alındığında bu sayının 500
dolaylarına indiğini görüyoruz. Afrika
kıtasında yaklaşık 1250, Avrupa’da 28, Güney Asya’da 23, Latin Amerika’da
ispanyolca ve portekizce, eski SSCB’de 89, Hindistan’da 1650 dil[9] (diyalektleri ve Hindistan, Gana, Meksika
gibi ülkelerin çok sayıda dille konuşmalarını bunların dışında tuttuk)
konuşulması, kültürel zenginlik gibi görünse de, uluslararası iletişim söz konusu olunca sorun
üstüne sorun demektir; Bu sayede, yaygın ve işlerliği olan dillerin veya
çeşitli dil aktarım yöntemlerinin kullanılmasının anlaşılması da daha kolay
olur. Ancak ne var ki, “az sayıda dilin bütün dünya üzerinde genelleşmesi öteki
dillere karşı ayırımcılığın ve dilsel bir hiyerarşinin ortaya çıkmasına neden
olur. Yeryüzündeki nüfusun büyük bir bölümü, böylelikle çağdaş araştırma ve
teknolojilerin büyük bir bölümünden tam olarak yararlanmasına olanak sağlayacak
dilsel araçlardan yoksun kalır”[10].
Okur yazar oranının[11]
hâlâ yükseltilmeye çalışıldığı dünyamızda, bir ya da bir kaç dili edinmenin
olanak dışı görünmesi, bilgi akışını genellikle gezegenimizin iktidarında
bulunan(lar)ın dil(ler)inin tekeline ve dayatmasına bıraktığı da göz ardı
edilmemelidir.
Uluslararası İletişimde Bir Dilden Diğerine
Her toplum, dünyada konuşulan
binlerce dilden bir ya da birkaçını kullanarak iletişir. Taplumların
birbirleriyle iletişim kurmalarında bu dillerin çoğunun bilinemiyeceği
konusunda kuşku yok. Öyleyse ne yapılmalı? İlk akla gelen çeviri ve ardından
ürünü iletecek bir takım araçlar; bu bağlamda iletişim araçlarının son derece
önemli bir işlev yerine getirdiği gözden kaçmamalıdır.Uluslararası iletişimde
kullanılan sözlü, yazılı, görsel-işitsel dil aktarım yöntemlerine geçmeden
önce, genel olarak çeviriden söz edilmesi yararlı olacaktır.
Dilsel Aktarım ya da Çeviri
Çeviri, hiç kuşkusuz, kendine özgü
teknikleri, ilkeleri ve sorunları olan dilsel bir çözümleme işlemidir. Değişik
diller konuşan bireyleri bir araya getirmek, onları birbirlerine yaklaştırmak,
hatta kaynaştırmak sorumluluğunu da üzerine alır. Adeta kültürler ve
uygarlıklar arasında bir köprü, bir uzlaşma aracı olur.
Bir dili çevirmek, dil olgularını,
oluşturuldukları veya üretildikleri kültürel çerçeve içinde bilmek,
değerlendirmek ve açıklamakla olanaklı olur. Diller birbirlerinden farklı
özellikler taşırlar. Dillerin yapısal dizgeleri türdeş değildir. Öyle diller
vardır ki gitmeyi gitmekten, yani adları eylemlerden
ayırmak olası değildir[12]. Eğer diller benzer olsalardı veya aynı
değişim sürecini yaşasalardı, bugün ‘çeviri olanaklı mı olanaksız mı’ ikileminin
getirdiği tartışmalar aşılmış olurdu.
Her dilin kendine özgü bir düzen
sunduğu düşünülürse, bir dili çevirmenin, ilkin bir dilsel gerçekliği kavramak
ve bu gerçekliği değiştirerek onu bir başka dünya deneyimine oturtmak olduğu
anlaşılır. Çevirmen çevirisini yaparken bu iki dünya deneyimini iyi bilmek
zorundadır. Böylece çeviri bize, farklı dünyaları anlayabilme olanağı sunar.
Farklı dünya deneyimlerinin ortak dilidir çeviri; “dillerin dili”[13]dir;
bir üstiletişim aracıdır.
Çeviri işleminde, bir roman, bir
şiir, bir konferans metni, bir televizyon filmi aynı biçimlerde çevirilemez.
Öyleyse çevirmen her türün kendine özgü bir tutum gerektireceğini ve kendine
özgü kuralları olacağını göz önünde tutmalıdır. Yazınsal bir metni çeviriyorsa
yazından, felsefi bir metni çeviriyorsa felsefeden anlaması gerekecektir.
Ayrıca sözlü bir metinle yazılı metin çevirisi arasında farklı tutumlar olması
da kaçınılmazdır.
Sözü edilen türsel sorunlar dışında,
çeviriyi güçleştiren en önemli engel kültürel sorunlardır. Bu yüzden çeviri
işlemine girişecek kişi, çevireceği dilin konuşulduğu ülkeyi, konuşucularını,
geleneklerini, düşünüş biçimlerini, değer yargılarını, dahası uygarlıklarını
bilmesi gerekir. Çeviri yaparken bir dilden diğerine geçiliyormuş gibi
görünüyorsa da, aslında bir kültürden diğerine, hatta bir uygarlıktan diğerine
geçiliyor demektir. Dünyü görüşlerinin, dünya deneyimlerinin farklılığıdır
çeviri işlemini asıl zor kılan, yalnızca dilsel farklılıklar değil.
Günümüzde çeviri, insan
etkinliklerinin geçişimlerinde önemli bir yer tutan iletişimin temel
bileşenlerinden biridir. Çevirmen de dillerin kültürel alanlarını dikkate
alarak çevirisini dil-kültür/dil-dünya bağlamında düşünmelidir. Çeviri işlemi
için yalnızca iki dil bilgisinin yeterli olmadığını; bu bilginin, “işlemin
yalnızca ilk başamağı, bir tramplen”[14] ve “çıkış noktası”[15] olduğunu rahatlıla söyleyebiliriz.
Dilsel ve kültürel engeller
saptandığında, çevirinin olanaklı olmadığı gibi bir kanıya kapılınabilir. Bu
olanaksız görünüm, dildışı gerçeklik olgularının dilsel yapıların dışında
bulunmasıyla kaybolur. Anlamsal bir deneyimin kesitlenmesi, birbirine hemen
hemen hiç paralellik arzetmeyen yapısal modellere göre olur: Başım ağrıyor, j’ai mal à la tête, me duele la cabeza, I
have a head-ache...[16]
gibi farklı yapısal modellere sahip bu sözceler ortak kavramsallaştırmayı
gerektirir. Hepsinde ortak kavram birinci tekilin çektiği ‘baş ağrısı’dır.
Dilsel yapılardaki farklılık dildışı gerçeklik düzeyinde de olsaydı, o zaman
çevirinin olanaksızlığından söz edilebilirdi. Bu bağlamda çevirinin, yöneşmeyen
iki dilde üretilmiş iki söylem arasındaki dengeleri kurmaya çalışan bir işlem
olduğu söylenebilir.
Çeviri işleminde yaşanan temel
zorluklardan biri de, iki dilin sözcük varlığının farklı değerdeki özellikleridir.
Dillerin deneyim verileri farklı olduğuna göre, sözcüklerin de farklı değerli
olması doğaldır. Örneğin fransızca ‘bois’ sözcüğü, tükçedeki ‘tahta’, ‘ahşap’,
‘odun’ anlam alanını kapsayıcıdır. Birbirlerinin farklı anlam alanlarına giren
bu sözcükler eşanlamlı olarak kabul edilebilir, ancak eşdeğerli değil. Çevirmen
bu farklılıkları iletişim durumlarından ve bağlamlardan kavramaya çalışacaktır.
Bürünsel özellik taşıyan parçaüstü olgular da bu biçimde çözümlenir. Bunların
daha çok biçimsel bir değeri vardır. Yağmur
durmadan yağıyor ile yağmur durmuyor
arasındaki deyiş farkı gibi. Ama bu sözceler dikkat edilirse aynı anlamsal
değere sahiptir. Burada ayrı olan kavramsallaştırma değil biçemselleştirmedir.
Bu noktada çevirmen anlam ile biçem arasında seçim yapmak zorunda kalır çoğu
kez. Anlamsal olarak aynı olan bu biçemsel değişkeler çevrildikleri bağlamlara
ya da türlere göre çevirmenin tutumunu etkiler. Bu tip işlemler zor olmakla
birlikte, çevirilemez değildir. Dillerin bazen çevrilemez türden biçemsel unsurlar
taşıdığı da (şiir dili gibi) göz ardı edilmemeli.
Çeviri işlemine girişilmeden önce,
metnin ya da söylemin bağlamını saptayabilmek ve yöntem belirleyebilmek için
neyin çerildiğinin, ne/kim için çevrildiğinin, olayın nerede/ne zaman
geçtiğinin bilinmesi yerinde olur. Bu sorulara verilecek cevap, çevirmene, dil
yapılarındaki işlevsel bir bütünü oluşturan iletişim durumuyla bağlamın diğer
dilde nasıl üretildiği konusunda yardımcı olacaktır.
Ne kadar yoğun çabalar gösterilirse
gösterilsin bir dilden diğerine giderken belli bir bilgi yitimi olması
kaçınılmazdır. Bunun nedeni, daha önce de değindiğimiz, dillerin örtüşmezliği
ve sosyo-kültürel dizgelerin farklılığıdır. Bir deneyim verisi, bir başka dilde
asla aynı biçimde kavramsallaşmaz. Bilgi yitimini belli bir ölçüde doğal
karşılamakla birlikte, bunu gidermek için sözlüğe yapılan başvurular çözüm
getirici girişimler değildir. Terimler düzeyinde bilgi yitimini engellemek ve
terimler arasındaki nüansları verebilmek için, belki yeni terimler üretmeye
girişmek daha olumlu bir tutum olacaktır. Terimler arasında yine de bir denklik
bulunamıyorsa, terimi olduğu gibi alma veya uyarlama ya da dipnotlarla açıklama
yoluna gidilecektir.
Sonuç olarak çeviri yapmak için en
azından iki dili ve onların anlatım olanaklarını iyi bilmek, çevirilecek metni
ya da söylemi çok iyi kavramak; iletiyi çok iyi algılamak ve onun diğer dile
hangi yöntemler kullanarak, nasıl en iyi aktarılabileceğini veya diğer dilde
nasıl yansıtılabileceğini kestirmek gerekir[17].
Görselişitsel
dil aktarımı
Dil aktarımı, görselişitsel
yapımlara, gösteriye, habere, sanata ve eğitime yönelik olan bir yorum mesleği,
deyim yerindeyse bir yorum sanatıdır. Uygulamada görselişitsel dil aktarımının
karmaşıklığı, dillerin yapısal özellikleriyle birlikte, ekonomik düzenlemeler
ve teknik yöntemlerden de kaynaklanmaktadır. Dil aktarımının bir çeviri biçimi
olduğunu biliyoruz. Çeviri konusunda yazılmış yapıtlara göz atıldığında
çeviriyle görselişitsel dil aktarımının aynı şey olmadığı görülür. Çeviride
ileti, bir dilden diğerine olduğu gibi aktarılmaya çalışılırken, dilsel
aktarımda görüntü, ses ve dil aracılığıyla aktarılır.
Dil aktarım yöntemlerinden biri
olarak kullanılan altyazımlamada, özgün yapıta dokunulmadan, dil unsuru ayrı
olarak ele alınır ve altyazılar görüntünün bir bölümünü işgal eder. Böylelikle
iletiyi, başka bir dile bütünüyle aktarmak sözkonusu olamaz. Yukarıda sözünü
ettiğimiz çevirideki bilgi yitimi oranı görselişitsel dil aktarımında kendini
daha fazla gösterir.
Görselişitsel dil aktarımını
çeviriden ayıran başka özellikler de var: Görselişitsel dil aktarımı iletiyi
değiştirebilir. Özgün ileti bir başka dile aynen çevirildiğinde anlaşma tam
olarak gerçekleşemiyorsa, çeviri tutumları içinde sıksık karşılaşılan yorumlama
(interprétation) gündeme gelir. Görselişitsel dil aktarımı, özellikle
altyazımlamada, kısaltılarak (özetlenerek) yapılır ve iyi bir çeviri,
redaksiyon gerektirmezken, görselişitsel dil aktarımı redaksiyonsuz yapamaz[18].
Uluslararası İletişimde Kullanılan Dil Aktarım Yöntemleri[19]
İletişim araçlarının her toplumun
dilini veya en azından yaygın kullanımı olan dilleri aktaracak düzeyde bir
teknik yapılanmaya sahip olmaları ve dil aktarım yöntemlerinden yararlanmaları
gerekir. Dünyayı giderek küçülten ve adeta evrensel bir köy (kimin sözü?)
haline getiren görsel işitsel araçlar, bir dili aktarırken üç temel yola
başvurur: Altyazımlama, alan dışı ses kullanımı ve dublaj.
Farklı bir dil konuşan hedef
kitleye, yabancı dilde hazırlanmış görsel bir yapımı anlaşılır kılmaya yönelik
olan bu teknik yöntemler, ithal edilen filmlerin ve televizyon programlarının
verilen dil grubuna taşınması ve bütün dünyadaki film ve televizyon
programlarının ihracaatının kolaylaştırılması gibi iki temel işlev yerine
getirir.
Sözünü ettiğimiz yöntemler,
televizyon, sinema ve videonun ya da bütüncül ifadesiyle görsel işitsel
sektörün dil engellerini aşmak için kullanılır. Yeniden anlatım, eşlemeli
dublaj, alandışı ses kullanımı, anlatma bir kategoride, altyazımlama diğer bir
kategoride değerlendirilebilir.
Yeniden anlatım, bütün sözlü
yöntemleri kapsayıcı üstanlamlı bir terimdir; bir programın ses alanının yerine
başka bir dil ya da lehçeye aktarılan/çevrilen diyalog versiyonunun
konulmasıdır. Programın görsel yanı, özgün programla özdeştir; ancak iyi bir
senkronizasyon yapılarak yayına sokulur. Altyazılarsa, çoğu kez ekranın altına
satırlar biçiminde yerleştirilen, özetlenmiş özgün diyalog çevirileridir;
ekrana yansımaları ya da ekrandan silinmeleri özgün metne uygun oranda
gerçekleşir.
Altyazımlama ve yeniden anlatımın
gerek görsel gerekse sözlü yapısı, yapım sürecinde olduğu gibi çeviri sürecinde
de birbirinden ayrı özellikler gösterirler. Bu iki yöntem, belirgin
ayrılıklarına karşın, bilim, teknoloji, dilbilim, tiyatro ve estetik gibi
alanlardan ortak olarak yararlanırlar. Yapımın niteliği bu unsurların uyumlu
bir biçimde kaynaşmasına bağlıdır. Kaliteyi yakalamak için, izleyici tarafından
kolayca anlaşılabilecek yeni bir ileti yumağının oluşumuyla, bu iletilerin
görsel ve sözlü dil yanlışlarına dönüşmemesi arasında dengeli işlemler yapmak
gerekir. Bu ikili zorunluluk, görselişitseldeki farklı dil aktarım evrelerinde
uğraş veren kişilerin sıkça yaşadıkları bir sorundur.
Dil
aktarımındaki farklı tutumlar, 1936’lı yıllarda altyazı kullanan ülkelerle
dublaj yapan ülkeler arasında kamplaşmalara bile neden olmuştur. Fakat
yapımcılar pazarı ellerinde tutabilmek için maliyeti fazla olan dublaj
yöntemini tercih ettiler. Yoksul ülkelerde okur-yazar oranı düşük olduğundan
eşlemeli dublaj, okumayı bilenlere yönelik olan altyazımlamadan daha
geçerliydi. Mali ve kültürel nedenlerin ötesinde, izleyicilerin görselişitsel
yapımlar arasında kendi dilinde üretileni tercih etmesi doğaldır. Dublaj
kuşkusuz altyazımlamaya kıyasla daha rahat izlenebilir bir özelliğe sahiptir.
Görselişitsel iletişimde yapılan
sözlü dil aktarımı ‘yeniden anlatım’ ya da ‘dublaj’ yöntemini kullanır. Yeniden
anlatım sinemadan çok televizyona özgüdür; programın iletilmesi canlı olarak
yapılabilir ve ‘alan dışı ses kullanımı’, ‘anlatma’ ya da ‘serbest yorum’
biçiminde gerçekleşebilir. Dublaj ise ritmografiyi veya eşlemeli dublajı
betimlemek için kullanılan bildik bir sözcüktür. Özgün sözün yerine başka ses
alanını koymaktan ibaret olan bu işlem, aktörlerin dudak hareketlerine ve
kurdukları cümlelere uyarak, zaman açısından özgün diyaloga olabildiğince sıkı
sıkıya bağlı kalmaya çalışır. Bununla birlikte bütün sözlü dil aktarım
yöntemlerine -eşlemeli dublaj dahil- genel gönderme yapıldığında ‘yeniden
anlatım’ terimi çok sık kullanılacaktır.
Bugün kullanılmakta olan temel iki
dil aktarım yöntemi uygulamada bir çok değişkenlik gösterir.
Altyazımlama
Altyazımlama, sessiz filmlerde geçen
diyalogları ifade etmek amacıyla geliştirilen arayazı kullanımından doğmuştur.
1883’de İsveç ve Macaristan’da keşfedilen kimyasal altyazımlamadan sonra, bu
teknik daha da basitleştirilir. "Sessiz sinema döneminde bile ara
yazılarla belli durumların açıklanması ya da fiilm kahramanlarının çok önemli
sözlerinin, pek sık olmamak koşuluyla, verilmesi de bir yöntem olarak
belirmiştir. Ancak filmin akımını durdurma pahasına, genellikle siyah zemin
üzerinde beyaz harflerle verilen bu yazılar, içerikleri bakımından de son
derece ekonomik olmak zorundaydı"[20].
Özgün diyalogun özetlenmiş
çevirileri olan altyazılar, çoğu kez ekranın altında bir metni oluşturan
satırlar olarak çıkar karşımıza; özgün diyaloga uygun düşebilme kaygısıyla
görüntüye özdeş olarak ekrandan kaybolur ve yeniden görüntüye eklenir.
Altyazıdan ayrı olarak, bir de
‘açıklayıcı yazı’ var, ama bu terim senaryodaki yer tarih ve isimleri göstemek
için yönetmenin araya sıkıştırdığı betimleyici -dil aktarımına ilişkin olmayan-
yazılar için kullanılır. Biz karışıklığa meydan vermemek için, film ya da
program tamamlanınca, araya özetlenerek sıkıştırılan çeviri olarak
tanımladığımız ‘altyazı’ sözcüğünü kullanacağız.
Altyazımlama, tıpkı çeviri gibi
kendine özgü teknikleri olan bir işlemdir. Dilsel engelleri yanmek, teknik
sorunları aşmak, özgün diyalogla eşlemeyi yerinde yapmak gerekir. En yaygın
kullanılan altyazı tipi, özgün diyalog ya da metinde geçen bütün cümleleri
yansıtmaktan ibaret olanıdır.
Bir dizi altyazımlama seçeneği
içinde, iki dillilere yönelik olarak hazırlanan iki ayrı altyazı kullanımı,
anahtar cümleler dikkate alınarak yapılan altyazımlama, yalnızca anahtar cümle
veya anahtar sözcüklerden hareketle yapılan yorumlu /açıklamalı altyazılar
sayılabilir. Özgün söz dağarcığı veya sözdizimi sadeleştirilerik yapılan bu
yorumsal altyazı çalışması, uygulamada önemli bir redaksiyon yeteneği
gerektirir.
Altyazımlama, hiç kuşkusuz, sinema
filmlerinde ve televizyon ekranlarında yaygın olarak kullanılmakta. Eğitim amaçlı
olarak da kullanılan iki dilli altyazılar, yabancı bir dilde hazırlanmış özgün
programın dilini çok dillilere ulaştırmaya çalışırken ekrana iki satır olarak
yansıyacaktır. Bu da bir dilin aktarımında gösterilen uğraş ve masrafın iki
katına çıkması anlamına gelmektedir.
Altyazılar, teknik açıdan,
kullanılan medyaya göre, kimyasal veya optik olarak üretilebilir ve videotext
aracılığıyla bütün alıcılara veya bir alıcı grubuna iletilebilirler.
Televizyon ve film yapımının
gerektirdiği uzam ve zamanın özel kullanımı, altyazıyı çeviri veya
yorumdan(interprétation) ayırır. Altyazıyı çeviriden farklı kılan özellikler
şöyle sıralanabilir:
• altyazılar için ekranda son derece
sınırlı olan uygun bir yer gerekir.
• metnin uzunluğuna, izleyicilerin
ortalama okuma hızına bağlı olarak gelişen, altyazıların yansıtılması için
uygun zaman gerekir.
• konuşmanın başlamasıyla başlayan
altyazıların konulma ve kaldırılması söz konusudur.
• Altyazıcının kişisel zevkine,
stüdyoya ya da vericiye ve kullanılan sistemin kapasitesine göre altyazıların
sunulması ve boyutları değişiklik arz eder.
Altyazı
üretim süreci
Altyazıların banda kaydedilip ekrana
yansıyıncaya kadar ki sürec, zaman, dikkat ve yetenek gerektirir. Bu sürecin en
mükemmel düzeyde gerçekleşmesi altyazıcının deneyimine, sahip olduğu bütçe ve
örgütlenme düzenine bağlıdır.
Altyazıların hazırlanmasında
geleneksel ve elektronik olmak üzere iki yöntem vardır. Altyazıcıların bu
yöntemlerin her evresine tam olarak uydukları düşünülmemekle birlikte
izledikleri evreler şöyle sıralanabilir.
• Altyazımlanacak programın başlığı,
altyazım tarihi, dağıtımcının ismi, iletilmek üzere kullanılacak bandın
numarası gibi program hakkında edinilen bilgiler kaydedilir.
• Altyazımlama yapılmadan önce,
yanılgıya düşmemek ve tüm metni verebilmek için, yapımcının ürettiği ana band,
özgün metin, diyaloglar yeniden gözden geçirilir ve daha sonra transkribe
edilir.
• Ana bandı koruyabilmek için
program, çalışma videokasetine kopyalanır. Üzerinde çalışılacak kopya uygun
zaman kodunda düzenlenir.
• Program süresince altyazıların
kaybolması ve görünmesi gerektiğinden, altyazı olarak bilgi taşıyan her
diyalogun süresi ölçülür ve belirlenir.
• Uyarlama ve çeviri yapılır,
ardından altyazılar kompoze edilir. (Konuşma dilinden yazılı dile aktarımdan,
uyarlama; bir dilden diğerine geçişten, çeviri; uzun iletilerden hareketle
algılanması kolay kısa iletiler oluşturulmasından da, kompozisyon anlaşılmalı)
• Altyazı metni çalışma kopyasına ve
ana banda yerleştirilir.
• Altyazımı yapılan program gözden
geçirildikten sonra, eşlemeden ya da metinden kaynaklanan hatalar düzeltilir.
• Müşterilere ya da yayın
kanallarına, altyazılı program gösterilerek, beğenileri kazanılmaya çalışılır.
• Artık yeniden yayına geçilebilir.
Anında
(simültane) altyazımlama
Programın yayını esnasında canlı
olarak yapılan altyazımlama işlemine anında altyazımlama denir. Altyazımlama
videotext aracılığıyla geniş bir kitleye veya yalnızca bir kesime iletilebilir.
Anında altyazımlama ancak elektronik altyazımlama sisteminin yardımıyla
gerçekleşebilir. Bu yöntem yalnızca videobanda uygulanabilir.
Anında altyazımlama bazen eşlemeli
altyazıların hazırlanmasında yeterince zaman bulunamadığında, örneğin haber
bültenlerinde verilen görüşmelerin anında çevrildiği durumlarda kullanılır.
Teknik açıdan oldukça zahmetli olan altyazımlamada, tercüman(interprète)
programı iyi izlemeli, altyazıları duyurmalı ve bir yardımcı onu ek bilgilerle
desteklemelidir. Bu sayede, altyazıların, uyarlanmış bir klavyeye aktarılması
ve teletext aracılığıyla açık ve seçili yayına sokulması gerçekleştirilmiş
olur.
Eşlemeli Dublaj (seslendirme)
Eşlemeli dublaj, dil aktarımında en
çok kullanılan, ama çok da pahalı bir yöntem. "Sesli bir filmi, bir dilden
diğerine çevirme olanağı sağlayan işlem"[21]
olarak tanımlanabilen dublaj, uluslararası görselişitsel iletişim sektöründe
kullanılan yeniden anlatım yöntemlerinden biridir.
Özgün ses alanının yerine bir başka
ses alanını geçiren yeniden anlatım mekanizmaları, alandışı ses kullanımı,
anlatma, serbest yorumlama ve en yaygın kullanılan eşlemeli dublaj olarak dört
grubta incelenir.
Yöntem
ne olursa olsun yeniden anlatım son derece karmaşık bir sanattır.
Altyazımlamanın tersine dublaj sanatçılarının da işleme katılmalarını
gerektirir. Önceden hazırlanabildiği gibi, canlı olarak da kayda girebilen
yeniden anlatım, yorumcunun kişisel yeteneklerine, teknik malzemenin
niteliğine, işe uygun zaman ve dikkate göre değişiklik gösterir. Bütün bu
etkenler ekonomik düzenlemelerle iç içe gelişir.
Eşlemeli dublajda, özgün dudak
hareketlerinin, yeniden üretilmeye çalışılan sesli alandaki uyumuna dikkat
edilir. Yeni sesli alan müzik ve efektlerle karışır. Ekrandaki kişilerin hedef
dilde, yani hedef kitlenin dilinde konuşmaları sağlanır. Çok değişik yetenekler
gerektiren bir dizi işlemin yapıldığı eşlemeli dublaj, bu karmaşıklığı yüzünden
son derece geniş bir zaman alır ve canlı olarak gerçekleştirilemez.
Bir film ya da programın dublajına
girişilmeden önce, program hakkındaki temel bilgilerin kağıda dökülmesi veya
bir diske kaydedilmesi gerekir. Ardından özgün film bandı ve diyalogların
tamamı izlenip gözden geçirilir. Bandın zaman koduna uygun bir çalışma kopyası
videokaset yoluyla hazırlanır. Kopyanın bulunduğu videokasetteki diyaloglar
değerlendirilir. Her cümlenin bitiş ve başlangıçları ve dudak hareketleri
semboller yardımıyla belirlenir. Diyaloglar aktörlerin dudak hareketlerine göre
hedef dilde yeniden yazılır.
Bir çevirmen ya da yazar, özgün
dudak hareketlerine elden geldiğince dikkat ederek, çeviriyi uyarlar. Yani
özgün yapımdaki aktörün 'a' dediği yerde 'b' denmemesine özen gösterir. Bu
yapılırken aktörlerin jestleri, mimikleri ve her türlü davranışları, seslerdeki
tonlama farkları göz önünde tutulur. "İzleyici, filmi seyrederken bir
mimiği; metni açıklayan belirginleştiren ve onu değerli kılan bir jesti de
izler. Filmde dudaksıl eklemlemeye göre kusursuz olan bir cümle, fena atılan
bir yumrukla allak bullak olabilir"[22].
Seslendirilen cümle özgün cümleyle süre bakımından eşit tutulmaya çalışılır.
Dublaj yapılmadan önce, programa ya
da filme uygun düşen yetenekli seslendirme sanatçıları saptanır.
"Sanatçıların seslendirecekleri yabancı sinema oyuncusunun canlandırdığı
tip ya da kişiliği iyice inceleyerek onun kişiliğiyle bir özdeşlik
kurmaları"[23]
beklenir. Sonra kayıt işlemi başlatılır. Program görüntü olarak yansıtılır,
çevirilen diyaloglar sanatçılara verilir. Sanatçılar rollerini bir yönetmenin
denetiminde okurlar ve böylece kayıt işlemi tamamlanmış olur.
Kayıt işleminden sonra miksaj ve
montaja geçilir. Montajcının deneyim ve yeteneği dublajın uygun olarak
kurgulanmasını sağlar. Yönetmen, montajcı ve ses mühendisi yeni diyalog
alanını, müzik ve efektleri bir araya getirir veya değiştirir.
Altyazımlamada olduğu gibi müşteri
ya da yayın kanalının beğenisi kazanıldıktan sonra yayına girilebilir.
Alan Dışı Ses Kullanımı
Alan dışı ses kullanımı, anlatmayla
aynı özellikleri taşır; özgün metne sadık bir çeviri ve ardından yapılan
eşlemeyle kendini gösterir. Bu yöntem genellikle bir monolog için, yani
kendisiiyle görüşme yapılan kişinin bir ya da birkaç cevabını aktarmak için
kullanılır. Özgün ses, tamamen elenir ya da önemli ölçüde kısılır; çoğu kez
monolog başlangıcında birkaç dakika korunur, ama sonra çeviriye yer bırakmak
için azaltılır. Çeviri özgün yapıma kaydedilmişse, özgün metinle bir arada
kullanılabilir.
Anlatma
Anlatma, alan dışı ses
kullanımı yönteminin bir uzantısıdır. Özgün metin uzun bir monologsa, çeviriye
uyarlanmış yeniden anlatım tekniğinden yararlanılır. Buna anlatma diyoruz. Bir
programın anlatma yöntemi kullanılarak yapılan çevirisi sadık olmalıdır.
Anlatıcı ekrandaysa, eşleme ona göre yapılır. Anlatıcı alan dışında olsa bile,
anlatma, sunulan görsel bilgiyle uyum içinde olmalıdır. Alan dışı ses
kullanımıyla anlatma arasındaki tek fark dilsel özelliklidir: Özgün anlatma
muhtemelen önceden hazırlanır ve dilbilgisel yapısı genellikle sıradan bir
konuşmanın doğal yapısından daha biçimseldir. Ama her iki yöntemde de programa
önceden yapılan kayıtla veya canlı
olarak girilebilir.
Serbest Yorum
Serbest yorum yukarıda betimlenen
yeniden anlatım yöntemlerinden iki özelliğiyle ayrılır. Birincisi, serbest
yorumda, özgün söze sadık olan bir röprodüksiyon girişimi söz konusu olmaz.
İkincisi, hiç bir önsaptama gerekmez, ama bununla beraber ekranda sunulan
görüntülerle eşlemenin yapılması gerekir.
Serbest yorum, bir programı,farklı
dili konuşan halkın zevkine göre, o dile uyarlama olanağı verir. Yorum tamamen
özgün sözün yerine geçer. Ancak ekrandaki bir tartışma veya konuşmanın serbest
yoruma tabi tutulmaması salık verilir, hele hele konuşmacı kameranın
karşısındaysa. Zira izleyici özgün sözün gizlendiği izlenimine kapılabilir.
Serbest yorum, önceden
hazırlanabilir ve kaydedilebilir, hatta canlı olarak da yayınlanabilir. Program
boyunca değişik yorumcuların kullanılmasıysa yerinde olacaktır.
SONUÇ
Görselişitsel dil aktarımında alan
dışı ses kullanımı, anlatma, ve serbest yorum yöntemleri, anında altyazımlama
ile eşlemeli dublaj gibi özgün metinle eşzamanlı olma kaygısı taşımazlar.
Altyazımlamayı diğer dil aktarım
yöntemlerinden ayıran temel nitelikler, bu yöntemler sıralandıktan sonra daha
da belirginleşiyor. Dikkat edilirse, altyazımlama özgün metinde köklü bir
değişiklik yapmaz, ancak görüntünün belli bir kısmında yer işgal eder. Sözlü
dili yazılı dile çevirir, ama hedef dildeki yazılı metin genelde kaynak
dildekinden daha kısadır.
Hangi yeniden anlatım tekniği
kullanılırsa kullanılsın, aksan ve diyalektler oldukça spesifik sorunlar ortaya koyar. Bir dilde görünen aksan
değişkeleri o kultürün bölgesel ve toplumsal farklılıklarını belirginleştirir.
Bu farklılıklar bazen de bir dilden diğer bir kültüre çeviri yapmayı
güçleştirir. Belli bir dilin farklı bir diyalektinde seslendirilen bir program,
bazı kitlelerce algılanamayabilir, hatta kabul görmeyebilir. Örneğin Brezilya
portekizcesinde seslendirilen bir program Portekiz’de gösterime giremez.
Yeniden anlatım kuşkusuz çeşitli
biçimleriyle kullanılmaya devam edecek. Ancak seçilen yöntemin ekonomik
sorunları da beraberinde taşıdığı, bir mali bedeli olduğu da gözden
kaçırılmamalı. Maliyeti düşürmek bakımından genellikle alan dışı ses
kullanımına, anlatma ve serbest yoruma başvurulur. Altyazımlama da bu bağlamda
düşünülmeli.
Uygun yöntem seçimi
Eşlemeli dublajın temel gerekliliği,
kuşkusuz ‘eşleme’dir. İçinde kişilerin konuştuğu her film ya da her televizyon
yayını için ilk planda düşünülen yöntem budur. Zira biri konuştuğunda, doğal
olarak görülen şeye uygun düşen bir ses işitilmek istenir.
Görsel algılamayla sözün arasındaki
tutarsızlık ve bağdaşmazlıkları engellemek için de bu yöntem kullanılmalı.
Diyalogun ekrandaki kişilerin söylediklerine elverişli olarak işitilmesinin
istenmesi doğaldır. Çünkü normal bir işitmeye sahip olan izleyicilerin diyalogu
aktörlerin dudak hareketlerinden okudukları bile olur. Tersi de olası; yani
bazı izleyicilerse dudaklara hiç dikkat etmezler.
Sesler, kuşkusuz, görsel özellikte
değildir. Sözü oluşturan organların kimi ağızda, kimi boğazdadır. Seslerin
nereden çıktığını ekranda farkedebilmek olası değil, yalnız dudaklara bağımlı
olarak çıkan sesbirimler (b,p,m,f,v gibi) belki dikkat edilirse farkedilebilir.
Ama bu sesbirimlerin bile her zaman bir başka sesbirimi çağrıştırma olasılığı
güçlüdür.
Sonuçta dudak hareketlerine sadakat
arayışına duyulan ihtiyaç görecelidir. Sadakatı filmin ya da programın
koşulları ve sözdizim içinde bulunan
sesbirimler belirler.
Dil aktarımında sembol kullanımı
Dil aktarımındaki mali ve dilsel
sorunlar karşısında hep şu soru çıkar karşımıza: Televizyon yayınlarını veya
sinema filmlerini kültürel bir bağlamdan diğerine çevirmek için, dillerarası
geçişimi kolayca yapabilen başka araçlar yok mu? Çözüm yollarından biri
sembollerin ya da dildışı olguların kullanılmasıdır. F.de Saussure’ün 1900’lü
yılların başında, “toplumsal yaşam içinde bulunan göstergelerin yaşamını
inceleyen bilim”[24]
olarak tanımladığı göstergebilimin verilerinden yola çıkılarak yeni yöntemler
ortaya konulabilir. Son yıllarda göstergeler ve belirtkeler çeşitli bilim
dallarının yanı sıra özellikle dilbilim araştırmalarının konusunu
oluşturmaktadır. Felsefeci ve uzmanlar, dilüstü ve dildışı olgular olarak
betimlenen göstergelerin incelenmesine ve çözümlenmesine giriştiler. Dilüstü ve
dildışı iletişim araçlarının dil aktarımında büyük bir önemi olabileceği
düşünüldü. Sembollerin bilinçli ve düzenli kullanımı, hava ve yol durumu, borsa
haberleri gibi bazı alanlarda dillerarası geçişi kolaylaştıracaktır. Bu anlamda
çok ilerleme kaydedildiği söylenemez. Bunun sebebi, görselişitsel alanda
çalışan dil aktarım uzmanlarının göstergebilim kuramcılarıyla işbirliğine
girememiş olmalarıdır.
Dildışı
semboller
Dil aktarımında, dildışı semboller
kendilerine özgü bir biçimde önceden de kullanılmıştır; örneğin altyazımlamada,
izleyicilerin anlamalarını kolaylaştırmak için metnin satırlarının
bölünebiliyor, çevirilen sözün alan dışı ses kullanımından kaynaklandığını
göstermek için italik karakterden yararlanılabiliyor ya da hızlı bir konuşmada
konuşmacının değiştiğini göstermek için konuşma çizgileri kullanılabiliyordu.
Günümüzde dildışı göstergeler işitme
sorunlulara yönelik olarak hazırlanan yayınların altyazımlanmasında kullanılır.
Normal bir işitmeye sahip olan insanlar, bir konuşmacının veya ani gelen bir
gürültüyle irkilen bir kişinin yüzündeki değişiklikleri daha iyi
anlayabilirler. İşitme sorunluların en azından böyle ses değişimlerini
anlayabilmeleri için bazı sembol ve sözcüklerden yararlanmak gerekir.Bunu
yapmak için bir semboller sisteminin hazırlanması kaçınılmazdır. Hiç olmazsa
farklı ülkelerin bu amaçla kullandıkları bütün sembollerin bir araya
getirilmesine dönük bir araştırma yapılmalı.
Yabancı bir dilde üretilen film ya
da televizyon programlarının anlaşılmasına çalışan bütün dil aktarım
yöntemleri, ithal edilen yapımlardaki bilinmeyen dili eleyip hedef kitlece
bilinen dili kullanarak, film ve programların bütün dünyaya yayılmasını
sağlamak gibi önemli bir işlev yerine getirir. Verilen bilgiler ışığında,
uluslararası program/film ticaretini desteklemek üzere dil aktarımından
maksimum miktarlarda faydalanılmaya devam edileceğinin kesin olduğu
söylenebilir. Ancak dil aktarımının yaşadığı sorunların nasıl çözüleceği,
sınırlarının ne ve nereye kadar olduğu, hangi kitleye ne amaçla yöneldiği
konusunda açık tanımlamalar yapmanın çok güç olduğu da ortada.
[1]F.de Saussure, Cours de linguistique générale, Paris,
Payot, 1985, s.33.
[2]A.Martinet,
Eléments de linguistique générale,
Paris, Colin, 1970, s.20.
[3].İ.Doğan ve
A.Korkmaz, İletişim ve Toplum,
Ankara, Bilgi, 1990, s.51.
[4].A.Usluata, İletişim, İstanbul İletişim, 1994, s.16
[5].R.Jakobson'un iiletiişim
şemasında bulunan ögelerin işlevleri konusunda bak.B.Vardar yönetiminde
hazırlanan, XX.Yüzyıl Dilbilimi
(Kuramcılardan Seçmeler), Ankara, TDK, 1983, s.172 ve R.Jakobson, Essai de Linguistique générale, Paris,
Minuit, 1963, s.87-99.
[6].B.Vardar
yönetiminde, a.g.y., s.54. Dili,
kültürel ve toplumsal bir ürün olarak ele alan E.Sapir, çalışmalarını Amerikan
Kızılderili dilleri ve kültürleri üzerine yapmıştır; çağdaşı Whorf ile
birlikte, dili insan yaşamından, davranış ve düşüncesinden soyutlamadan,
kültürel ve toplumsal bağlamında ele alır ve çözümler.
[7].A.Usluata, a.g.y., s.69.
[8].UNESCO, Bir Çok Ses Tek Bir Dünya (MacBride
Raporu), UNESCO Türkiye Milli komisyonu, Ankara, 1993, s.53.
[9].Dünyada konuşulan
dillerin sayısı henüz kesin olarak saptanabilmiş değildir. Burada verdiğimiz
sayılar, MacBride raporunun ortaya çıkardığı adı geçen yapıttan(Bak.s.51)
alınmıştır.
[10].a.g.y., s.52.
[11].Okumaz-yazmazlık
oranı dünyadaki yetişkin nüfusun üçte birine yakın olan 800 milyon gibi kaygı
verici düzeydedir. a.g.y., s.54.
[12].Bak.A.Martinet, “Une langue
et le monde”, Dilbilim V, 1980.
[13].A.Göktürk, Çeviri: dillerin dili, İstanbul,
Çağdaş, 1989, s.9.
[14].E.Cary, Comment faut-il traduire?, Lille, PUL,
1985, s.79.
[15].a.g.y., s.59.
[16].A.Martinet yönetiminde, La linguistique, Paris, Denoël, 1969,
s.377.
[17].Geniş bilgi için bak.
M.Çamdereli, Les monèmes prépositionels
du français actuel et les difficultés qu'éprouvent les étudiants dans leurs
traductions du français au turc (yayınlanmamış yükseklisans tezi),
İstanbul, 1993, s.21-38.
[18].Çeviri ve dil aktarımındaki
ayrım hakkında geniş bilgi için bak. Georg-Michael Luyken, Vaincre les barrières linguistiques à la télévision, Manchester,
Institut Européen de la Communication, 1991, s.165-180.
[19].Bu konudaki bilgiler
Georg-Michael Luyken’in adı geçen yapıtından yararlanılarak hazırlanmıştır.
[20].A.Ş.Onaran, "Çeviride
Sinema Dili", Türk Dili, 322,
1978, s.87.
[21].E.Cary, a.g.y., s.65.
[22].a.g.y., s.69.
[23].A.Ş.Onaran, a.g.m., s.89.
[24].F.de Saussure, a.g.y., s.33.
“Uluslararası İletişimde Dil ve Dil Aktarımı”, Uluslararası İletişim içinde (haz. Gürsel Öngören), İstanbul, Der Yayınları, 1995
“Uluslararası İletişimde Dil ve Dil Aktarımı”, Uluslararası İletişim içinde (haz. Gürsel Öngören), İstanbul, Der Yayınları, 1995
Düşünüyorum, bir fikir sahibi olmak iletişim anlamına gelebilir mi? Başka bir ifade ile İletişimde öncelikli amaç enformasyon mudur ? Enformasyon ise bize bir enformasyon aktarıldığında ve bu enformasyona bizim inanmamız gerektiği varsayılıyorsa enformasyon bir buyruk tümcesinden ibaret sayılıyor mu demektir? Yoksa asıl mesele inanmak değil de inanıyormuş gibi davranmak mıdır?
YanıtlaSil