27 Şubat 2012 Pazartesi

iletişimde dil aktarımı


ULUSLARARASI İLETİŞİMDE DİL
VE DİL AKTARIMI
Mete Çamdereli
           
Dil ve İletişim
Kişilerarası iletişimin gerçekleşmesinde, bugüne kadar, sözlü  olmayan çeşitli araçlar -duman, posta güvercini, tamtam, resim gibi- kullanılmıştır. Ancak birincil işlevi iletişim olan insan dili, zaman içinde önemini asla yitirmemiş, sürekli değişip gelişerek bilginin (enformasyon) iletilmesinde her zaman ayrıcalıklı bir yer tutmuştur.
Genellikle insanın duygu ve düşüncelerini açıklama aracı olarak bilinen dilin kendi içinde bir örgüsü bulunduğu, kendine özgü bir yapı sunduğu ve ünlü dilbilimci F.de Saussure’ün ifadesiyle toplumsal yaşam içinde ele alınan “göstergeler dizgesi”[1] (sinema, müzik, fotoğraf, moda, trafik dili, mors alfabesi gibi) olduğu, bugün artık, üzerinde birleşilen bir tanımsal yaklaşım. Diğer yandan dilbilim dünyasının önemli bir kanadını oluşturan ve Saussure’ün yakın izleyicisi Martinet, insan dilini, diğer yapay dillerden ayırarak tanımlamaya çalışır ve onu, “insan deneyiminin, topluluktan topluluğa değişen biçimlerde, anlamsal bir içerikle sessel bir anlatım kapsayan birimlere, başka bir deyişle anlambirimlere ayrıştırılmasını sağlayan bir iletişim aracı”[2] olarak belirler. Öyleyse dilin temel ve biricik işlevinin iletişim kurmak olduğu rahatlıkla söylenebilir.
Dil konusunda olduğu gibi iletişim konusunda da çeşitli tanımlar verilebilir, ama dil ile iletişimin birbirinden ayrılmaz bir bilgi akış yumağı oluşturduğu yadsınamaz bir gerçektir. Kuşkusuz, dile gönderme yapmadan iletişimi, iletişime gönderme yapmadan da dili tanımlamak güçtür.
Konuşucuyla dinleyici ya da vericiyle alıcı arasında gerçekleşen karşılıklı ileti alışverişi olarak kabaca tanımlanan iletişim, “bir tarafın, öteki tarafın davranışını etkileme veya değiştirme sürecidir”[3].
Bir noktadan diğerine, bir yerden diğerine, bir kişiden diğer bir kişiye, bir toplumdan diğer bir topluma, bir kültürden diğer bir kültüre doğru uzanan iletişim sürecinde, bir niyet, bir heyecan, bir düşünce, bir dünya görüşü(vision du monde), kısacası amaçlı ileti aktarılmaya çalışılır; yalnızca sözlü olarak değil, aynı zamanda yazılı ve görsel olarak da yapılır.
İletişim bilimleri gelişirken, iletişim kuramcıları da değişik iletişim modellerini bilim dünyasına yansıtarak iletişimden ne anlaşılması gerektiği -dilsel, sosyolojik, antropolojik bağlamda- ve ögelerinin ne olduğu konusunu aydınlatmaya çabalarlar. Bu modellerde olmazsa olmaz olan üç temel öge hepsince kabul görmüştür: Kaynak ya da gönderici, ileti ve alıcı ya da hedef. Ancak bu süreç, “kanallar ile etki ya da işlevin de katılımıyla, beş etkenin tamamlanmasıyla gerçekleşmektedir”[4]. Sesbilim alanındaki çalışmalarıyla tanınınan Roman Jakobson’un geliştirdiği iletişim şemasıysa altı öğeyi içermektedir: konuşucu, dinleyici, bağlam, ilişki, düzgü (code) ve ileti[5]. Her dilsel iletişim edimi bir iletiyi kodlayıp, ilişkiyi kuran kanallar (ses, jest, yazılı kağıt, telefon gibi) aracılığıyla alıcı kişi ya da kitle yönüne gönderir. Bu iletinin gönderme yaptığı bilgi her zaman bir bağlama muhtaçtır. Hedef alıcının, iletideki kodlamayı algılayıp algılayamadığını belirtecek geribildirimi aynı işleme tabi tutarak kaynağa göndermesi iletişim sürecinin tamamlanması anlamına gelir. İletişim kuramcıları, kimi zaman dışarıdan gelen kimi zaman da dilsel nitelikli olan (ağır işitme, konuşma bozukluğu gibi) ama iletişimi engelleyen ‘gürültü’ ögesini de bu süreç içinde değerlendirirler.
Bu kısa bilgiler ışığında, iletişim ile dilin biribirinden koparılamaz denli birlikte bulunduğu ve insan ilişkilerinde sürekli yaşanan toplumsal ve toplumlararası bir süreç olduğu ve belirli bir konumda -uzay-zaman- gerçekleştiği söylenebilir. Gerçekten de insan varolalı beri iletişim içinde olmuş ve iletisini ulaştırabilmek için hep bir takım araçlara ihtiyaç duymuştur. Zaman içinde artık kullanmadığı için unuttuğu duman ya da boynuz gibi ilksel iletişim araçlarının yerine, teknolojik gelişmeler doğrultusunda elde ettiği sesli, yazılı ve görsel-işitsel araçlardan yararlanmıştır.Birlikte yaşamak zorunda olduğu bu araçları sorgulamıştır da. Ancak bundan böyle onların, birey ve çevre ilişkileri içinde nasıl kullanılabileceği, bireylerin birbirlerini ve çevrelerini onlar aracılığıyla nasıl olumlu yönde etkileyebilecekleri konusunda yapılacak tartışmalar belki daha anlamlı olacaktır.
Dil ve Kültür
Birincil işlevinin iletişim olduğunu vurguladığımız dil, toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir parçası, toplumla birlikte yaşayan uzlaşımsal bir dizgedir. Her doğal dil kendi kültür yapısına özgü semboller düzeni kullanır ve kendi kültürünün bütün göndermelerini ve kavramsal olgularını anlama dönüştürmeyi üstlenir. Her kültür, doğal olarak, kendi deneyimini kendi diliyle açıklar; bu özelliğiyle diğer kültürlerden farklı kılar kendini. Aslında ayrı olan diller olmakla birlikte, kültürler de toplumdan topluma belirgin farklılıklar gösterirler.
Kültür, bir toplumun varoluşundan bu yana yapıp ettikleri, düşündükleri, alışkanlıkları ve bütün davranış biçimlerini kapsayıcı bir kavramdır. Dil, o kültürel toplumla yaşarken ve onu hep diğerlerinden ayrı olarak korumaya çalışırken, düşünce, görüş ve deneyimlerinin nasıl olduğunu anlatmaya uğraşır. Kültürün dil ile içerik bakımından -ya da kavramsal düzeyde- bir arada değerlendirildiğini, biçimsel açıdan dilin (sözcük, sözdizimi gibi biçimsel ögeler düşünülürse) kültürle ilişkili olmadığını belirtelim. Ama hiç kuşkusuz dil, yapısı ve konumu gereği, “yaşamımızın dokusunu belirleyen ve geçmiş toplumsal uygulamalar ve inançlar kümesi olan ekinden [kültürden] ayrı var olamaz”[6].
Toplumları birbirinden farklı ve bir toplum içindeki bireyleri özdeş kılan kültürel özellikler dil yoluyla bir başka kültüre aktarılmak istendiğinde, iletişim artık, devletler arasında, uluslar arasında ya da daha küçük toplumlar/topluluklar arasında gerçekleşir.Bu sınırötesi bilgi taşıma işlemine kültürlerarası iletişim demek de uygun olacaktır. Kültürlerarası iletişimde bir kültür bir başka kültürü etkilemek, ikna etmek, denetlemek amacı taşıyabilir. Bunu yaparken hedef kültürün yapısını, yaşamı yorumlama biçimini, sembollerini, değerlerini, belki kısacası dilini iyi bilmek gerekir. Zira kültürlerarası iletişimde etkileme/etkileşim dil aracılığıyla gerçekleşir. Öyleyse her kültürün sahip olduğu dilsel ve düşünsel (mantaliteler)yapılara ulaşma sorunlarıyla boğuşmak gerekecektir.
Dilin, iletişimin ve kültürün iç içe yaşadığını ve dillerin, kendi kültürlerinin taşıyıcıları olduğunu düşünerek yaptığımız bu açıklamalar, dilden dile aktarılacak iletinin, kaynak kültürdeki verileri yansıtacağını vurgulamak içindir.  Dil aktarımında, sayısı henüz netleşmemiş binlerce dil ve diyalektin binlerce kültür demek olduğunu bir düşünürsek, karşımıza üstesinden gelinemez gibi görünen korkunç bir tablo çıkar.
Uluslararası İletişimde Dil Seçimi
Uluslararası iletişim denince ilk akla gelen haber akışı ya da devletlerarası ilişkiler oluyor. Halbuki uluslararası iletişim, teknolojilerin gelişmesiyle birlikte bunun ötesine geçerek ve öncelikle bilgi(enformation) akışını hızlandırarak dünyayı küçültmeyi başarmıştır. “Küresel elektronik ağlar, ülkeleri, kültürleri birbirine yakınlaştırmış, üstelik de birbirlerine bağımlı kılmıştır"[7]. Sorun, gelişmiş ülkelerle gelişmekte veya azgelişmiş ülkeler arasındaki iki yönlü haber ve bilgi akışının dengeli dağılıp dağılmadığında odaklanmaktadır. Medyalarda kullanılan dil tercihleri, ister istemez yaygın olarak konuşulan dillere yönelmiştir. Böylece az konuşucusu ve az yayılımı olan dilsel topluluklar, diğer yaygın dillerin dolayısıyla kültürlerin ileti ve imaj bombardımanına maruz kalmaktadırlar. Bu noktada, uluslararası iletişim düzeninde yaygın olarak kullanılan ve işlerliği olan dillerin başında ingilizcenin ilk sıraya oturduğunu belirtmeye gerek yok sanırım. İngilizceyi ruşça, ispanyolca, almanca, fransızca, hintçe, çince, arapça, portekizce gibi diller izlemektedir. Kesin olarak görünen o ki, ingilizce, film ve program yapımında kaynak dil olma özelliğini uzunca bir süre devam ettireceğe ya da en azından belli bir süre sinema ve televizyon pazarında egemenliği elinde tutacağa benziyor.
MacBride Raporu dilsel sorunların sosyo-kültürel boyutlarını çizerken uluslararası iletişimde dengeli bilgi akışının sağlanmasında dil ile ilgilenilmesinin sebeplerini şöyle sıralıyor: "a) nüfusun bütününü ilgilendiren gerçekten ulusal iletişim sistemleri ancak iletişim ve kültürel  etkinliklerde kullanılan dillerin sayısı arttırılarak geliştirilebilir; b)dil siyaseti iletişim siyasetlerinin ayrılmaz bir parçası olmalıdır; çünkü dillerin seçimi ve geliştirilmesi bilginin daha geniş ve eşit bir biçimde dağıtılmasını ya da tam aksine dışlanmasını sağlar; c)bunlara ek olarak çeşitli ulusal ve yerel dillerin yazıya geçirilmesi ve çeşitli grup dillerinin iletişim makinelerine uygun hale getirilmesi (yazı makineleri, linotipler, teleksler, bilgisayarlar vb.) için çaba harcanmalıdır; d)uluslararası iletişim alanında kaçınılmaz gibi görünse de dünya dilleri adı verilen az sayıda dilin kullanılması kişiliği, hatta bazı ülkelerin siyasal ve kültürel gelişmesini ilgilendiren nazik sorunlar ortaya çıkarmaktadır”[8].
Dünyada yaklaşık olarak 3 000 - 3 500 kadar dille sözlü olarak toplumsal ya da toplumaşırı iletişim kurulabildiğini biliyoruz. Ancak yazılı olarak ele alındığında bu sayının 500 dolaylarına indiğini görüyoruz.  Afrika kıtasında yaklaşık 1250, Avrupa’da 28, Güney Asya’da 23, Latin Amerika’da ispanyolca ve portekizce, eski SSCB’de 89, Hindistan’da 1650 dil[9]  (diyalektleri ve Hindistan, Gana, Meksika gibi ülkelerin çok sayıda dille konuşmalarını bunların dışında tuttuk) konuşulması, kültürel zenginlik gibi görünse de,  uluslararası iletişim söz konusu olunca sorun üstüne sorun demektir; Bu sayede, yaygın ve işlerliği olan dillerin veya çeşitli dil aktarım yöntemlerinin kullanılmasının anlaşılması da daha kolay olur. Ancak ne var ki, “az sayıda dilin bütün dünya üzerinde genelleşmesi öteki dillere karşı ayırımcılığın ve dilsel bir hiyerarşinin ortaya çıkmasına neden olur. Yeryüzündeki nüfusun büyük bir bölümü, böylelikle çağdaş araştırma ve teknolojilerin büyük bir bölümünden tam olarak yararlanmasına olanak sağlayacak dilsel araçlardan yoksun kalır”[10]. Okur yazar oranının[11] hâlâ yükseltilmeye çalışıldığı dünyamızda, bir ya da bir kaç dili edinmenin olanak dışı görünmesi, bilgi akışını genellikle gezegenimizin iktidarında bulunan(lar)ın dil(ler)inin tekeline ve dayatmasına bıraktığı da göz ardı edilmemelidir.
Uluslararası İletişimde Bir Dilden Diğerine
Her toplum, dünyada konuşulan binlerce dilden bir ya da birkaçını kullanarak iletişir. Taplumların birbirleriyle iletişim kurmalarında bu dillerin çoğunun bilinemiyeceği konusunda kuşku yok. Öyleyse ne yapılmalı? İlk akla gelen çeviri ve ardından ürünü iletecek bir takım araçlar; bu bağlamda iletişim araçlarının son derece önemli bir işlev yerine getirdiği gözden kaçmamalıdır.Uluslararası iletişimde kullanılan sözlü, yazılı, görsel-işitsel dil aktarım yöntemlerine geçmeden önce, genel olarak çeviriden söz edilmesi yararlı olacaktır.
Dilsel Aktarım ya da Çeviri
Çeviri, hiç kuşkusuz, kendine özgü teknikleri, ilkeleri ve sorunları olan dilsel bir çözümleme işlemidir. Değişik diller konuşan bireyleri bir araya getirmek, onları birbirlerine yaklaştırmak, hatta kaynaştırmak sorumluluğunu da üzerine alır. Adeta kültürler ve uygarlıklar arasında bir köprü, bir uzlaşma aracı olur.
Bir dili çevirmek, dil olgularını, oluşturuldukları veya üretildikleri kültürel çerçeve içinde bilmek, değerlendirmek ve açıklamakla olanaklı olur. Diller birbirlerinden farklı özellikler taşırlar. Dillerin yapısal dizgeleri türdeş değildir. Öyle diller vardır ki gitmeyi gitmekten, yani adları eylemlerden ayırmak olası değildir[12].  Eğer diller benzer olsalardı veya aynı değişim sürecini yaşasalardı, bugün ‘çeviri olanaklı mı olanaksız mı’ ikileminin getirdiği tartışmalar aşılmış olurdu.
Her dilin kendine özgü bir düzen sunduğu düşünülürse, bir dili çevirmenin, ilkin bir dilsel gerçekliği kavramak ve bu gerçekliği değiştirerek onu bir başka dünya deneyimine oturtmak olduğu anlaşılır. Çevirmen çevirisini yaparken bu iki dünya deneyimini iyi bilmek zorundadır. Böylece çeviri bize, farklı dünyaları anlayabilme olanağı sunar. Farklı dünya deneyimlerinin ortak dilidir çeviri; “dillerin dili”[13]dir; bir üstiletişim aracıdır.
Çeviri işleminde, bir roman, bir şiir, bir konferans metni, bir televizyon filmi aynı biçimlerde çevirilemez. Öyleyse çevirmen her türün kendine özgü bir tutum gerektireceğini ve kendine özgü kuralları olacağını göz önünde tutmalıdır. Yazınsal bir metni çeviriyorsa yazından, felsefi bir metni çeviriyorsa felsefeden anlaması gerekecektir. Ayrıca sözlü bir metinle yazılı metin çevirisi arasında farklı tutumlar olması da kaçınılmazdır.
Sözü edilen türsel sorunlar dışında, çeviriyi güçleştiren en önemli engel kültürel sorunlardır. Bu yüzden çeviri işlemine girişecek kişi, çevireceği dilin konuşulduğu ülkeyi, konuşucularını, geleneklerini, düşünüş biçimlerini, değer yargılarını, dahası uygarlıklarını bilmesi gerekir. Çeviri yaparken bir dilden diğerine geçiliyormuş gibi görünüyorsa da, aslında bir kültürden diğerine, hatta bir uygarlıktan diğerine geçiliyor demektir. Dünyü görüşlerinin, dünya deneyimlerinin farklılığıdır çeviri işlemini asıl zor kılan, yalnızca dilsel farklılıklar değil.
Günümüzde çeviri, insan etkinliklerinin geçişimlerinde önemli bir yer tutan iletişimin temel bileşenlerinden biridir. Çevirmen de dillerin kültürel alanlarını dikkate alarak çevirisini dil-kültür/dil-dünya bağlamında düşünmelidir. Çeviri işlemi için yalnızca iki dil bilgisinin yeterli olmadığını; bu bilginin, “işlemin yalnızca ilk başamağı, bir tramplen”[14]  ve “çıkış noktası”[15]  olduğunu rahatlıla söyleyebiliriz.
Dilsel ve kültürel engeller saptandığında, çevirinin olanaklı olmadığı gibi bir kanıya kapılınabilir. Bu olanaksız görünüm, dildışı gerçeklik olgularının dilsel yapıların dışında bulunmasıyla kaybolur. Anlamsal bir deneyimin kesitlenmesi, birbirine hemen hemen hiç paralellik arzetmeyen yapısal modellere göre olur: Başım ağrıyor, j’ai mal à la tête, me duele la cabeza, I have a head-ache...[16] gibi farklı yapısal modellere sahip bu sözceler ortak kavramsallaştırmayı gerektirir. Hepsinde ortak kavram birinci tekilin çektiği ‘baş ağrısı’dır. Dilsel yapılardaki farklılık dildışı gerçeklik düzeyinde de olsaydı, o zaman çevirinin olanaksızlığından söz edilebilirdi. Bu bağlamda çevirinin, yöneşmeyen iki dilde üretilmiş iki söylem arasındaki dengeleri kurmaya çalışan bir işlem olduğu söylenebilir.
Çeviri işleminde yaşanan temel zorluklardan biri de, iki dilin sözcük varlığının farklı değerdeki özellikleridir. Dillerin deneyim verileri farklı olduğuna göre, sözcüklerin de farklı değerli olması doğaldır. Örneğin fransızca ‘bois’ sözcüğü, tükçedeki ‘tahta’, ‘ahşap’, ‘odun’ anlam alanını kapsayıcıdır. Birbirlerinin farklı anlam alanlarına giren bu sözcükler eşanlamlı olarak kabul edilebilir, ancak eşdeğerli değil. Çevirmen bu farklılıkları iletişim durumlarından ve bağlamlardan kavramaya çalışacaktır. Bürünsel özellik taşıyan parçaüstü olgular da bu biçimde çözümlenir. Bunların daha çok biçimsel bir değeri vardır. Yağmur durmadan yağıyor ile yağmur durmuyor arasındaki deyiş farkı gibi. Ama bu sözceler dikkat edilirse aynı anlamsal değere sahiptir. Burada ayrı olan kavramsallaştırma değil biçemselleştirmedir. Bu noktada çevirmen anlam ile biçem arasında seçim yapmak zorunda kalır çoğu kez. Anlamsal olarak aynı olan bu biçemsel değişkeler çevrildikleri bağlamlara ya da türlere göre çevirmenin tutumunu etkiler. Bu tip işlemler zor olmakla birlikte, çevirilemez değildir. Dillerin bazen çevrilemez türden biçemsel unsurlar taşıdığı da (şiir dili gibi) göz ardı edilmemeli.
Çeviri işlemine girişilmeden önce, metnin ya da söylemin bağlamını saptayabilmek ve yöntem belirleyebilmek için neyin çerildiğinin, ne/kim için çevrildiğinin, olayın nerede/ne zaman geçtiğinin bilinmesi yerinde olur. Bu sorulara verilecek cevap, çevirmene, dil yapılarındaki işlevsel bir bütünü oluşturan iletişim durumuyla bağlamın diğer dilde nasıl üretildiği konusunda yardımcı olacaktır.
Ne kadar yoğun çabalar gösterilirse gösterilsin bir dilden diğerine giderken belli bir bilgi yitimi olması kaçınılmazdır. Bunun nedeni, daha önce de değindiğimiz, dillerin örtüşmezliği ve sosyo-kültürel dizgelerin farklılığıdır. Bir deneyim verisi, bir başka dilde asla aynı biçimde kavramsallaşmaz. Bilgi yitimini belli bir ölçüde doğal karşılamakla birlikte, bunu gidermek için sözlüğe yapılan başvurular çözüm getirici girişimler değildir. Terimler düzeyinde bilgi yitimini engellemek ve terimler arasındaki nüansları verebilmek için, belki yeni terimler üretmeye girişmek daha olumlu bir tutum olacaktır. Terimler arasında yine de bir denklik bulunamıyorsa, terimi olduğu gibi alma veya uyarlama ya da dipnotlarla açıklama yoluna gidilecektir.
Sonuç olarak çeviri yapmak için en azından iki dili ve onların anlatım olanaklarını iyi bilmek, çevirilecek metni ya da söylemi çok iyi kavramak; iletiyi çok iyi algılamak ve onun diğer dile hangi yöntemler kullanarak, nasıl en iyi aktarılabileceğini veya diğer dilde nasıl yansıtılabileceğini kestirmek gerekir[17].
Görselişitsel dil aktarımı
Dil aktarımı, görselişitsel yapımlara, gösteriye, habere, sanata ve eğitime yönelik olan bir yorum mesleği, deyim yerindeyse bir yorum sanatıdır. Uygulamada görselişitsel dil aktarımının karmaşıklığı, dillerin yapısal özellikleriyle birlikte, ekonomik düzenlemeler ve teknik yöntemlerden de kaynaklanmaktadır. Dil aktarımının bir çeviri biçimi olduğunu biliyoruz. Çeviri konusunda yazılmış yapıtlara göz atıldığında çeviriyle görselişitsel dil aktarımının aynı şey olmadığı görülür. Çeviride ileti, bir dilden diğerine olduğu gibi aktarılmaya çalışılırken, dilsel aktarımda görüntü, ses ve dil aracılığıyla aktarılır.
Dil aktarım yöntemlerinden biri olarak kullanılan altyazımlamada, özgün yapıta dokunulmadan, dil unsuru ayrı olarak ele alınır ve altyazılar görüntünün bir bölümünü işgal eder. Böylelikle iletiyi, başka bir dile bütünüyle aktarmak sözkonusu olamaz. Yukarıda sözünü ettiğimiz çevirideki bilgi yitimi oranı görselişitsel dil aktarımında kendini daha fazla gösterir.
Görselişitsel dil aktarımını çeviriden ayıran başka özellikler de var: Görselişitsel dil aktarımı iletiyi değiştirebilir. Özgün ileti bir başka dile aynen çevirildiğinde anlaşma tam olarak gerçekleşemiyorsa, çeviri tutumları içinde sıksık karşılaşılan yorumlama (interprétation) gündeme gelir. Görselişitsel dil aktarımı, özellikle altyazımlamada, kısaltılarak (özetlenerek) yapılır ve iyi bir çeviri, redaksiyon gerektirmezken, görselişitsel dil aktarımı redaksiyonsuz yapamaz[18].
Uluslararası İletişimde Kullanılan Dil Aktarım Yöntemleri[19]
İletişim araçlarının her toplumun dilini veya en azından yaygın kullanımı olan dilleri aktaracak düzeyde bir teknik yapılanmaya sahip olmaları ve dil aktarım yöntemlerinden yararlanmaları gerekir. Dünyayı giderek küçülten ve adeta evrensel bir köy (kimin sözü?) haline getiren görsel işitsel araçlar, bir dili aktarırken üç temel yola başvurur: Altyazımlama, alan dışı ses kullanımı ve dublaj.
Farklı bir dil konuşan hedef kitleye, yabancı dilde hazırlanmış görsel bir yapımı anlaşılır kılmaya yönelik olan bu teknik yöntemler, ithal edilen filmlerin ve televizyon programlarının verilen dil grubuna taşınması ve bütün dünyadaki film ve televizyon programlarının ihracaatının kolaylaştırılması gibi iki temel işlev yerine getirir.
Sözünü ettiğimiz yöntemler, televizyon, sinema ve videonun ya da bütüncül ifadesiyle görsel işitsel sektörün dil engellerini aşmak için kullanılır. Yeniden anlatım, eşlemeli dublaj, alandışı ses kullanımı, anlatma bir kategoride, altyazımlama diğer bir kategoride değerlendirilebilir.
Yeniden anlatım, bütün sözlü yöntemleri kapsayıcı üstanlamlı bir terimdir; bir programın ses alanının yerine başka bir dil ya da lehçeye aktarılan/çevrilen diyalog versiyonunun konulmasıdır. Programın görsel yanı, özgün programla özdeştir; ancak iyi bir senkronizasyon yapılarak yayına sokulur. Altyazılarsa, çoğu kez ekranın altına satırlar biçiminde yerleştirilen, özetlenmiş özgün diyalog çevirileridir; ekrana yansımaları ya da ekrandan silinmeleri özgün metne uygun oranda gerçekleşir.
Altyazımlama ve yeniden anlatımın gerek görsel gerekse sözlü yapısı, yapım sürecinde olduğu gibi çeviri sürecinde de birbirinden ayrı özellikler gösterirler. Bu iki yöntem, belirgin ayrılıklarına karşın, bilim, teknoloji, dilbilim, tiyatro ve estetik gibi alanlardan ortak olarak yararlanırlar. Yapımın niteliği bu unsurların uyumlu bir biçimde kaynaşmasına bağlıdır. Kaliteyi yakalamak için, izleyici tarafından kolayca anlaşılabilecek yeni bir ileti yumağının oluşumuyla, bu iletilerin görsel ve sözlü dil yanlışlarına dönüşmemesi arasında dengeli işlemler yapmak gerekir. Bu ikili zorunluluk, görselişitseldeki farklı dil aktarım evrelerinde uğraş veren kişilerin sıkça yaşadıkları bir sorundur.
Dil aktarımındaki farklı tutumlar, 1936’lı yıllarda altyazı kullanan ülkelerle dublaj yapan ülkeler arasında kamplaşmalara bile neden olmuştur. Fakat yapımcılar pazarı ellerinde tutabilmek için maliyeti fazla olan dublaj yöntemini tercih ettiler. Yoksul ülkelerde okur-yazar oranı düşük olduğundan eşlemeli dublaj, okumayı bilenlere yönelik olan altyazımlamadan daha geçerliydi. Mali ve kültürel nedenlerin ötesinde, izleyicilerin görselişitsel yapımlar arasında kendi dilinde üretileni tercih etmesi doğaldır. Dublaj kuşkusuz altyazımlamaya kıyasla daha rahat izlenebilir bir özelliğe sahiptir.
Görselişitsel iletişimde yapılan sözlü dil aktarımı ‘yeniden anlatım’ ya da ‘dublaj’ yöntemini kullanır. Yeniden anlatım sinemadan çok televizyona özgüdür; programın iletilmesi canlı olarak yapılabilir ve ‘alan dışı ses kullanımı’, ‘anlatma’ ya da ‘serbest yorum’ biçiminde gerçekleşebilir. Dublaj ise ritmografiyi veya eşlemeli dublajı betimlemek için kullanılan bildik bir sözcüktür. Özgün sözün yerine başka ses alanını koymaktan ibaret olan bu işlem, aktörlerin dudak hareketlerine ve kurdukları cümlelere uyarak, zaman açısından özgün diyaloga olabildiğince sıkı sıkıya bağlı kalmaya çalışır. Bununla birlikte bütün sözlü dil aktarım yöntemlerine -eşlemeli dublaj dahil- genel gönderme yapıldığında ‘yeniden anlatım’ terimi çok sık kullanılacaktır.
Bugün kullanılmakta olan temel iki dil aktarım yöntemi uygulamada bir çok değişkenlik gösterir.
Altyazımlama
Altyazımlama, sessiz filmlerde geçen diyalogları ifade etmek amacıyla geliştirilen arayazı kullanımından doğmuştur. 1883’de İsveç ve Macaristan’da keşfedilen kimyasal altyazımlamadan sonra, bu teknik daha da basitleştirilir. "Sessiz sinema döneminde bile ara yazılarla belli durumların açıklanması ya da fiilm kahramanlarının çok önemli sözlerinin, pek sık olmamak koşuluyla, verilmesi de bir yöntem olarak belirmiştir. Ancak filmin akımını durdurma pahasına, genellikle siyah zemin üzerinde beyaz harflerle verilen bu yazılar, içerikleri bakımından de son derece ekonomik olmak zorundaydı"[20].
Özgün diyalogun özetlenmiş çevirileri olan altyazılar, çoğu kez ekranın altında bir metni oluşturan satırlar olarak çıkar karşımıza; özgün diyaloga uygun düşebilme kaygısıyla görüntüye özdeş olarak ekrandan kaybolur ve yeniden görüntüye eklenir.
Altyazıdan ayrı olarak, bir de ‘açıklayıcı yazı’ var, ama bu terim senaryodaki yer tarih ve isimleri göstemek için yönetmenin araya sıkıştırdığı betimleyici -dil aktarımına ilişkin olmayan- yazılar için kullanılır. Biz karışıklığa meydan vermemek için, film ya da program tamamlanınca, araya özetlenerek sıkıştırılan çeviri olarak tanımladığımız ‘altyazı’ sözcüğünü kullanacağız.
Altyazımlama, tıpkı çeviri gibi kendine özgü teknikleri olan bir işlemdir. Dilsel engelleri yanmek, teknik sorunları aşmak, özgün diyalogla eşlemeyi yerinde yapmak gerekir. En yaygın kullanılan altyazı tipi, özgün diyalog ya da metinde geçen bütün cümleleri yansıtmaktan ibaret olanıdır.
Bir dizi altyazımlama seçeneği içinde, iki dillilere yönelik olarak hazırlanan iki ayrı altyazı kullanımı, anahtar cümleler dikkate alınarak yapılan altyazımlama, yalnızca anahtar cümle veya anahtar sözcüklerden hareketle yapılan yorumlu /açıklamalı altyazılar sayılabilir. Özgün söz dağarcığı veya sözdizimi sadeleştirilerik yapılan bu yorumsal altyazı çalışması, uygulamada önemli bir redaksiyon yeteneği gerektirir.
Altyazımlama, hiç kuşkusuz, sinema filmlerinde ve televizyon ekranlarında yaygın olarak kullanılmakta. Eğitim amaçlı olarak da kullanılan iki dilli altyazılar, yabancı bir dilde hazırlanmış özgün programın dilini çok dillilere ulaştırmaya çalışırken ekrana iki satır olarak yansıyacaktır. Bu da bir dilin aktarımında gösterilen uğraş ve masrafın iki katına çıkması anlamına gelmektedir.
Altyazılar, teknik açıdan, kullanılan medyaya göre, kimyasal veya optik olarak üretilebilir ve videotext aracılığıyla bütün alıcılara veya bir alıcı grubuna iletilebilirler.
Televizyon ve film yapımının gerektirdiği uzam ve zamanın özel kullanımı, altyazıyı çeviri veya yorumdan(interprétation) ayırır. Altyazıyı çeviriden farklı kılan özellikler şöyle sıralanabilir:
         • altyazılar için ekranda son derece sınırlı olan uygun bir yer gerekir.
        • metnin uzunluğuna, izleyicilerin ortalama okuma hızına bağlı olarak gelişen, altyazıların yansıtılması için uygun zaman gerekir.
      • konuşmanın başlamasıyla başlayan altyazıların konulma ve kaldırılması söz konusudur.
       • Altyazıcının kişisel zevkine, stüdyoya ya da vericiye ve kullanılan sistemin kapasitesine göre altyazıların sunulması ve boyutları değişiklik arz eder.
Altyazı üretim süreci
Altyazıların banda kaydedilip ekrana yansıyıncaya kadar ki sürec, zaman, dikkat ve yetenek gerektirir. Bu sürecin en mükemmel düzeyde gerçekleşmesi altyazıcının deneyimine, sahip olduğu bütçe ve örgütlenme düzenine bağlıdır.
Altyazıların hazırlanmasında geleneksel ve elektronik olmak üzere iki yöntem vardır. Altyazıcıların bu yöntemlerin her evresine tam olarak uydukları düşünülmemekle birlikte izledikleri evreler şöyle sıralanabilir.
      • Altyazımlanacak programın başlığı, altyazım tarihi, dağıtımcının ismi, iletilmek üzere kullanılacak bandın numarası gibi program hakkında edinilen bilgiler kaydedilir.
     • Altyazımlama yapılmadan önce, yanılgıya düşmemek ve tüm metni verebilmek için, yapımcının ürettiği ana band, özgün metin, diyaloglar yeniden gözden geçirilir ve daha sonra transkribe edilir.
   • Ana bandı koruyabilmek için program, çalışma videokasetine kopyalanır. Üzerinde çalışılacak kopya uygun zaman kodunda düzenlenir.
     • Program süresince altyazıların kaybolması ve görünmesi gerektiğinden, altyazı olarak bilgi taşıyan her diyalogun süresi ölçülür ve belirlenir.
    • Uyarlama ve çeviri yapılır, ardından altyazılar kompoze edilir. (Konuşma dilinden yazılı dile aktarımdan, uyarlama; bir dilden diğerine geçişten, çeviri; uzun iletilerden hareketle algılanması kolay kısa iletiler oluşturulmasından da, kompozisyon anlaşılmalı)
       • Altyazı metni çalışma kopyasına ve ana banda yerleştirilir.
   • Altyazımı yapılan program gözden geçirildikten sonra, eşlemeden ya da metinden kaynaklanan hatalar düzeltilir.
      • Müşterilere ya da yayın kanallarına, altyazılı program gösterilerek, beğenileri kazanılmaya çalışılır.
       • Artık yeniden yayına geçilebilir.
Anında (simültane) altyazımlama
Programın yayını esnasında canlı olarak yapılan altyazımlama işlemine anında altyazımlama denir. Altyazımlama videotext aracılığıyla geniş bir kitleye veya yalnızca bir kesime iletilebilir. Anında altyazımlama ancak elektronik altyazımlama sisteminin yardımıyla gerçekleşebilir. Bu yöntem yalnızca videobanda uygulanabilir.
Anında altyazımlama bazen eşlemeli altyazıların hazırlanmasında yeterince zaman bulunamadığında, örneğin haber bültenlerinde verilen görüşmelerin anında çevrildiği durumlarda kullanılır. Teknik açıdan oldukça zahmetli olan altyazımlamada, tercüman(interprète) programı iyi izlemeli, altyazıları duyurmalı ve bir yardımcı onu ek bilgilerle desteklemelidir. Bu sayede, altyazıların, uyarlanmış bir klavyeye aktarılması ve teletext aracılığıyla açık ve seçili yayına sokulması gerçekleştirilmiş olur.
Eşlemeli Dublaj (seslendirme)
Eşlemeli dublaj, dil aktarımında en çok kullanılan, ama çok da pahalı bir yöntem. "Sesli bir filmi, bir dilden diğerine çevirme olanağı sağlayan işlem"[21] olarak tanımlanabilen dublaj, uluslararası görselişitsel iletişim sektöründe kullanılan yeniden anlatım yöntemlerinden biridir.
Özgün ses alanının yerine bir başka ses alanını geçiren yeniden anlatım mekanizmaları, alandışı ses kullanımı, anlatma, serbest yorumlama ve en yaygın kullanılan eşlemeli dublaj olarak dört grubta incelenir.
Yöntem ne olursa olsun yeniden anlatım son derece karmaşık bir sanattır. Altyazımlamanın tersine dublaj sanatçılarının da işleme katılmalarını gerektirir. Önceden hazırlanabildiği gibi, canlı olarak da kayda girebilen yeniden anlatım, yorumcunun kişisel yeteneklerine, teknik malzemenin niteliğine, işe uygun zaman ve dikkate göre değişiklik gösterir. Bütün bu etkenler ekonomik düzenlemelerle iç içe gelişir.
Eşlemeli dublajda, özgün dudak hareketlerinin, yeniden üretilmeye çalışılan sesli alandaki uyumuna dikkat edilir. Yeni sesli alan müzik ve efektlerle karışır. Ekrandaki kişilerin hedef dilde, yani hedef kitlenin dilinde konuşmaları sağlanır. Çok değişik yetenekler gerektiren bir dizi işlemin yapıldığı eşlemeli dublaj, bu karmaşıklığı yüzünden son derece geniş bir zaman alır ve canlı olarak gerçekleştirilemez.
Bir film ya da programın dublajına girişilmeden önce, program hakkındaki temel bilgilerin kağıda dökülmesi veya bir diske kaydedilmesi gerekir. Ardından özgün film bandı ve diyalogların tamamı izlenip gözden geçirilir. Bandın zaman koduna uygun bir çalışma kopyası videokaset yoluyla hazırlanır. Kopyanın bulunduğu videokasetteki diyaloglar değerlendirilir. Her cümlenin bitiş ve başlangıçları ve dudak hareketleri semboller yardımıyla belirlenir. Diyaloglar aktörlerin dudak hareketlerine göre hedef dilde yeniden yazılır.
Bir çevirmen ya da yazar, özgün dudak hareketlerine elden geldiğince dikkat ederek, çeviriyi uyarlar. Yani özgün yapımdaki aktörün 'a' dediği yerde 'b' denmemesine özen gösterir. Bu yapılırken aktörlerin jestleri, mimikleri ve her türlü davranışları, seslerdeki tonlama farkları göz önünde tutulur. "İzleyici, filmi seyrederken bir mimiği; metni açıklayan belirginleştiren ve onu değerli kılan bir jesti de izler. Filmde dudaksıl eklemlemeye göre kusursuz olan bir cümle, fena atılan bir yumrukla allak bullak olabilir"[22]. Seslendirilen cümle özgün cümleyle süre bakımından eşit tutulmaya çalışılır.
Dublaj yapılmadan önce, programa ya da filme uygun düşen yetenekli seslendirme sanatçıları saptanır. "Sanatçıların seslendirecekleri yabancı sinema oyuncusunun canlandırdığı tip ya da kişiliği iyice inceleyerek onun kişiliğiyle bir özdeşlik kurmaları"[23] beklenir. Sonra kayıt işlemi başlatılır. Program görüntü olarak yansıtılır, çevirilen diyaloglar sanatçılara verilir. Sanatçılar rollerini bir yönetmenin denetiminde okurlar ve böylece kayıt işlemi tamamlanmış olur.     
Kayıt işleminden sonra miksaj ve montaja geçilir. Montajcının deneyim ve yeteneği dublajın uygun olarak kurgulanmasını sağlar. Yönetmen, montajcı ve ses mühendisi yeni diyalog alanını, müzik ve efektleri bir araya getirir veya değiştirir.
Altyazımlamada olduğu gibi müşteri ya da yayın kanalının beğenisi kazanıldıktan sonra yayına girilebilir.
Alan Dışı Ses Kullanımı
Alan dışı ses kullanımı, anlatmayla aynı özellikleri taşır; özgün metne sadık bir çeviri ve ardından yapılan eşlemeyle kendini gösterir. Bu yöntem genellikle bir monolog için, yani kendisiiyle görüşme yapılan kişinin bir ya da birkaç cevabını aktarmak için kullanılır. Özgün ses, tamamen elenir ya da önemli ölçüde kısılır; çoğu kez monolog başlangıcında birkaç dakika korunur, ama sonra çeviriye yer bırakmak için azaltılır. Çeviri özgün yapıma kaydedilmişse, özgün metinle bir arada kullanılabilir.
Anlatma
Anlatma, alan dışı ses kullanımı yönteminin bir uzantısıdır. Özgün metin uzun bir monologsa, çeviriye uyarlanmış yeniden anlatım tekniğinden yararlanılır. Buna anlatma diyoruz. Bir programın anlatma yöntemi kullanılarak yapılan çevirisi sadık olmalıdır. Anlatıcı ekrandaysa, eşleme ona göre yapılır. Anlatıcı alan dışında olsa bile, anlatma, sunulan görsel bilgiyle uyum içinde olmalıdır. Alan dışı ses kullanımıyla anlatma arasındaki tek fark dilsel özelliklidir: Özgün anlatma muhtemelen önceden hazırlanır ve dilbilgisel yapısı genellikle sıradan bir konuşmanın doğal yapısından daha biçimseldir. Ama her iki yöntemde de programa önceden yapılan kayıtla  veya canlı olarak girilebilir.
Serbest Yorum
Serbest yorum yukarıda betimlenen yeniden anlatım yöntemlerinden iki özelliğiyle ayrılır. Birincisi, serbest yorumda, özgün söze sadık olan bir röprodüksiyon girişimi söz konusu olmaz. İkincisi, hiç bir önsaptama gerekmez, ama bununla beraber ekranda sunulan görüntülerle eşlemenin yapılması gerekir.
Serbest yorum, bir programı,farklı dili konuşan halkın zevkine göre, o dile uyarlama olanağı verir. Yorum tamamen özgün sözün yerine geçer. Ancak ekrandaki bir tartışma veya konuşmanın serbest yoruma tabi tutulmaması salık verilir, hele hele konuşmacı kameranın karşısındaysa. Zira izleyici özgün sözün gizlendiği izlenimine kapılabilir.
Serbest yorum, önceden hazırlanabilir ve kaydedilebilir, hatta canlı olarak da yayınlanabilir. Program boyunca değişik yorumcuların kullanılmasıysa yerinde olacaktır.
SONUÇ
Görselişitsel dil aktarımında alan dışı ses kullanımı, anlatma, ve serbest yorum yöntemleri, anında altyazımlama ile eşlemeli dublaj gibi özgün metinle eşzamanlı olma kaygısı taşımazlar.
Altyazımlamayı diğer dil aktarım yöntemlerinden ayıran temel nitelikler, bu yöntemler sıralandıktan sonra daha da belirginleşiyor. Dikkat edilirse, altyazımlama özgün metinde köklü bir değişiklik yapmaz, ancak görüntünün belli bir kısmında yer işgal eder. Sözlü dili yazılı dile çevirir, ama hedef dildeki yazılı metin genelde kaynak dildekinden daha kısadır.
Hangi yeniden anlatım tekniği kullanılırsa kullanılsın, aksan ve diyalektler oldukça spesifik sorunlar  ortaya koyar. Bir dilde görünen aksan değişkeleri o kultürün bölgesel ve toplumsal farklılıklarını belirginleştirir. Bu farklılıklar bazen de bir dilden diğer bir kültüre çeviri yapmayı güçleştirir. Belli bir dilin farklı bir diyalektinde seslendirilen bir program, bazı kitlelerce algılanamayabilir, hatta kabul görmeyebilir. Örneğin Brezilya portekizcesinde seslendirilen bir program Portekiz’de gösterime giremez.
Yeniden anlatım kuşkusuz çeşitli biçimleriyle kullanılmaya devam edecek. Ancak seçilen yöntemin ekonomik sorunları da beraberinde taşıdığı, bir mali bedeli olduğu da gözden kaçırılmamalı. Maliyeti düşürmek bakımından genellikle alan dışı ses kullanımına, anlatma ve serbest yoruma başvurulur. Altyazımlama da bu bağlamda düşünülmeli.
Uygun yöntem seçimi
Eşlemeli dublajın temel gerekliliği, kuşkusuz ‘eşleme’dir. İçinde kişilerin konuştuğu her film ya da her televizyon yayını için ilk planda düşünülen yöntem budur. Zira biri konuştuğunda, doğal olarak görülen şeye uygun düşen bir ses işitilmek istenir.
Görsel algılamayla sözün arasındaki tutarsızlık ve bağdaşmazlıkları engellemek için de bu yöntem kullanılmalı. Diyalogun ekrandaki kişilerin söylediklerine elverişli olarak işitilmesinin istenmesi doğaldır. Çünkü normal bir işitmeye sahip olan izleyicilerin diyalogu aktörlerin dudak hareketlerinden okudukları bile olur. Tersi de olası; yani bazı izleyicilerse dudaklara hiç dikkat etmezler.
Sesler, kuşkusuz, görsel özellikte değildir. Sözü oluşturan organların kimi ağızda, kimi boğazdadır. Seslerin nereden çıktığını ekranda farkedebilmek olası değil, yalnız dudaklara bağımlı olarak çıkan sesbirimler (b,p,m,f,v gibi) belki dikkat edilirse farkedilebilir. Ama bu sesbirimlerin bile her zaman bir başka sesbirimi çağrıştırma olasılığı güçlüdür.
Sonuçta dudak hareketlerine sadakat arayışına duyulan ihtiyaç görecelidir. Sadakatı filmin ya da programın koşulları ve  sözdizim içinde bulunan sesbirimler belirler.
Dil aktarımında sembol kullanımı
Dil aktarımındaki mali ve dilsel sorunlar karşısında hep şu soru çıkar karşımıza: Televizyon yayınlarını veya sinema filmlerini kültürel bir bağlamdan diğerine çevirmek için, dillerarası geçişimi kolayca yapabilen başka araçlar yok mu? Çözüm yollarından biri sembollerin ya da dildışı olguların kullanılmasıdır. F.de Saussure’ün 1900’lü yılların başında, “toplumsal yaşam içinde bulunan göstergelerin yaşamını inceleyen bilim”[24] olarak tanımladığı göstergebilimin verilerinden yola çıkılarak yeni yöntemler ortaya konulabilir. Son yıllarda göstergeler ve belirtkeler çeşitli bilim dallarının yanı sıra özellikle dilbilim araştırmalarının konusunu oluşturmaktadır. Felsefeci ve uzmanlar, dilüstü ve dildışı olgular olarak betimlenen göstergelerin incelenmesine ve çözümlenmesine giriştiler. Dilüstü ve dildışı iletişim araçlarının dil aktarımında büyük bir önemi olabileceği düşünüldü. Sembollerin bilinçli ve düzenli kullanımı, hava ve yol durumu, borsa haberleri gibi bazı alanlarda dillerarası geçişi kolaylaştıracaktır. Bu anlamda çok ilerleme kaydedildiği söylenemez. Bunun sebebi, görselişitsel alanda çalışan dil aktarım uzmanlarının göstergebilim kuramcılarıyla işbirliğine girememiş olmalarıdır.
Dildışı semboller
Dil aktarımında, dildışı semboller kendilerine özgü bir biçimde önceden de kullanılmıştır; örneğin altyazımlamada, izleyicilerin anlamalarını kolaylaştırmak için metnin satırlarının bölünebiliyor, çevirilen sözün alan dışı ses kullanımından kaynaklandığını göstermek için italik karakterden yararlanılabiliyor ya da hızlı bir konuşmada konuşmacının değiştiğini göstermek için konuşma çizgileri kullanılabiliyordu.
Günümüzde dildışı göstergeler işitme sorunlulara yönelik olarak hazırlanan yayınların altyazımlanmasında kullanılır. Normal bir işitmeye sahip olan insanlar, bir konuşmacının veya ani gelen bir gürültüyle irkilen bir kişinin yüzündeki değişiklikleri daha iyi anlayabilirler. İşitme sorunluların en azından böyle ses değişimlerini anlayabilmeleri için bazı sembol ve sözcüklerden yararlanmak gerekir.Bunu yapmak için bir semboller sisteminin hazırlanması kaçınılmazdır. Hiç olmazsa farklı ülkelerin bu amaçla kullandıkları bütün sembollerin bir araya getirilmesine dönük bir araştırma yapılmalı.
Yabancı bir dilde üretilen film ya da televizyon programlarının anlaşılmasına çalışan bütün dil aktarım yöntemleri, ithal edilen yapımlardaki bilinmeyen dili eleyip hedef kitlece bilinen dili kullanarak, film ve programların bütün dünyaya yayılmasını sağlamak gibi önemli bir işlev yerine getirir. Verilen bilgiler ışığında, uluslararası program/film ticaretini desteklemek üzere dil aktarımından maksimum miktarlarda faydalanılmaya devam edileceğinin kesin olduğu söylenebilir. Ancak dil aktarımının yaşadığı sorunların nasıl çözüleceği, sınırlarının ne ve nereye kadar olduğu, hangi kitleye ne amaçla yöneldiği konusunda açık tanımlamalar yapmanın çok güç olduğu da ortada.



[1]F.de Saussure, Cours de linguistique générale, Paris, Payot, 1985, s.33.
[2]A.Martinet, Eléments de linguistique générale, Paris, Colin, 1970, s.20.
[3].İ.Doğan ve A.Korkmaz, İletişim ve Toplum, Ankara, Bilgi, 1990, s.51.
[4].A.Usluata, İletişim, İstanbul İletişim, 1994, s.16
[5].R.Jakobson'un iiletiişim şemasında bulunan ögelerin işlevleri konusunda bak.B.Vardar yönetiminde hazırlanan, XX.Yüzyıl Dilbilimi (Kuramcılardan Seçmeler), Ankara, TDK, 1983, s.172 ve R.Jakobson, Essai de Linguistique générale, Paris, Minuit, 1963, s.87-99.
[6].B.Vardar yönetiminde, a.g.y., s.54. Dili, kültürel ve toplumsal bir ürün olarak ele alan E.Sapir, çalışmalarını Amerikan Kızılderili dilleri ve kültürleri üzerine yapmıştır; çağdaşı Whorf ile birlikte, dili insan yaşamından, davranış ve düşüncesinden soyutlamadan, kültürel ve toplumsal bağlamında ele alır ve çözümler.
[7].A.Usluata, a.g.y., s.69.
[8].UNESCO, Bir Çok Ses Tek Bir Dünya (MacBride Raporu), UNESCO Türkiye Milli komisyonu, Ankara, 1993, s.53.
[9].Dünyada konuşulan dillerin sayısı henüz kesin olarak saptanabilmiş değildir. Burada verdiğimiz sayılar, MacBride raporunun ortaya çıkardığı adı geçen yapıttan(Bak.s.51) alınmıştır.
[10].a.g.y., s.52.
[11].Okumaz-yazmazlık oranı dünyadaki yetişkin nüfusun üçte birine yakın olan 800 milyon gibi kaygı verici düzeydedir. a.g.y., s.54.
[12].Bak.A.Martinet, “Une langue et le monde”, Dilbilim V, 1980.
[13].A.Göktürk, Çeviri: dillerin dili, İstanbul, Çağdaş, 1989, s.9.
[14].E.Cary, Comment faut-il traduire?, Lille, PUL, 1985, s.79.
[15].a.g.y., s.59.
[16].A.Martinet yönetiminde, La linguistique, Paris, Denoël, 1969, s.377.
[17].Geniş bilgi için bak. M.Çamdereli, Les monèmes prépositionels du français actuel et les difficultés qu'éprouvent les étudiants dans leurs traductions du français au turc (yayınlanmamış yükseklisans tezi), İstanbul, 1993, s.21-38.
[18].Çeviri ve dil aktarımındaki ayrım hakkında geniş bilgi için bak. Georg-Michael Luyken, Vaincre les barrières linguistiques à la télévision, Manchester, Institut Européen de la Communication, 1991, s.165-180.
[19].Bu konudaki bilgiler Georg-Michael Luyken’in adı geçen yapıtından yararlanılarak hazırlanmıştır.
[20].A.Ş.Onaran, "Çeviride Sinema Dili", Türk Dili, 322, 1978, s.87.
[21].E.Cary, a.g.y., s.65.
[22].a.g.y., s.69.
[23].A.Ş.Onaran, a.g.m., s.89.
[24].F.de Saussure, a.g.y.,  s.33.

“Uluslararası İletişimde Dil ve Dil Aktarımı”, Uluslararası İletişim içinde (haz. Gürsel Öngören), İstanbul, Der Yayınları, 1995

1 yorum:

  1. Düşünüyorum, bir fikir sahibi olmak iletişim anlamına gelebilir mi? Başka bir ifade ile İletişimde öncelikli amaç enformasyon mudur ? Enformasyon ise bize bir enformasyon aktarıldığında ve bu enformasyona bizim inanmamız gerektiği varsayılıyorsa enformasyon bir buyruk tümcesinden ibaret sayılıyor mu demektir? Yoksa asıl mesele inanmak değil de inanıyormuş gibi davranmak mıdır?

    YanıtlaSil