Medyatik
Din Devrindeyiz
*Sizi bu
çalışmayı yapmaya iten şey ne oldu?
2011 yılında Meridyen Derneği Siyer ile ilgili bir
çalışma başlatmıştı. Atölyede siyer ve medya ilişkisi anlamında bir şey yapıp
yapamayacağım sorulmuştu. Ben genel olarak din ve medya olarak bir şey yapayım
dedim. Medya-din konusuna böyle girdik. Orada medyada dinin popüler temsili
gibi bir sunum yaptık. Orada ve sonrasında ara ara yaptığımız çalışmalar bu
kitaba konu oldu. Kitabı oluştururken de tarihsel bir hiyerarşi gözettik.
*Kitapta
“medyatik din” ve “dinin medyatikleşmesi” kavramlarından bahsediyorsunuz. Bu
kavramları biraz açabilir miyiz?
Bunlar çok da zahmetli olarak algılanacak kavramlar
değil. Medyanın kendine özgü kuralları vardır. Kendisi için ihtiyaç duyduğu
şeyler üretir. Zaman zaman şöhretler, ikonlar, son dönemde fenomenler gibi.
Bunlar aslında medyanın kendi içeriklerini güncellemesi bakımından ihtiyaç
duyduğu şeylerdir. Medya kadına, çocuğa, siyasete, kültüre yer verir; dine de
yer verir. Ve dine yer verirken de mutlaka kendi dilini ona dayatır.
Dolayısıyla o dönüşme sürecini tanımlamak için medyatik din kavramına ihtiyaç
duyuyoruz. Yoksa medyatik din diye bir şey zaten söz konusu olamaz. Ama
medyanın kuralları çerçevesinden oluşmuş bir dinsel söylem söz konusuysa o
zaman medyatik din diye bir şeyin varlığından söz edebiliriz.
*Bu
açıdan baktığımızda neler çıkıyor peki karşımıza?
O kadar çok şey çıkıyor ki karşımıza, saymakla bitmez.
İletişim kuramcılarının bazı kitaplarında da elektronik vaiz gibi terimler
vardır. Türkçede biraz tuhaf duruyor ama alıştık artık. Medyatik vaiz terimine
dönüştü. Vaizlikle kalınmadı, daha sonra ikon olma durumuna geldi. Bunun nasıl
bir problemi var peki? İnsanları bilgilendiriyor bu insanlar denebilir
öncelikle. Öyle yaptıklarından kuşku duymayalım fakat medyanın dili ve söylemi
de var. Medyanın dili ve söyleminde haşrolmak var. Reyting kaygıları içinde yok
olmak var. Takipçiler var. Ne kadar iyi niyetli olunursa olunsun o dil ve
söylem zaman içinde, söyleyeni de söyleneni de unutturacak şekilde kendi
iktidarına oluşturuyor. Medyatik dinsel söylemi sahiplenen her türlü uzmanın,
belli zaman sonra kendi kimliklerinin de imha olduğu, medyatikleştiği ve
söylediklerinin de yaşanır hale geldiği bir dinden bahsetmeye başladık. Belki
kendilerine sorulan sorulara çok iyi niyetli bir takım cevaplar üretiyorlar ama
o cevapların zaman içinde dinin kendisi haline gelme riski var. O söylemi
yapanların da farkında olmadığı bir risk var.
*Bu bir
sonuç mu peki yoksa bir yönlendirme mi?
Bu bir sonuç. Medyanın ayakta kalması ve kendi
kurallarını dayatması bir yönlendirmedir. Uzmanları etkileyeyim de uzmanlar
şöyle konuşsun demez. Fakat siz mekana göre şekilleneceğiniz için medyatik
mekan, ister istemez uzmanı şekillendirecektir. Hiçbir manipülasyon olmasa bile
sunduğunuz platformun kendisi sizin konuşma şeklinizi ve söylem üretme
şeklinizi belirleyecektir. Dinin dönüştüğünü söylemek imkanı var ama yeniden
bir inşa mı, yeniden bir din, yeni bir din oluşturma kaygısı mı var? Medyatik
zekanın arka planında ne var onu bilme imkanımız yok. Sadece manipüle etmek
için değil, ticari kaygılar için de yapılıyor. Lüks markalar şu anda M
jenerasyonunu keşfetti örneğin. Bunlar modern Müslüman kuşaklar… Şimdi onlarla
ilgili bir takım yayınlar yapılıyor. Medyayı besleyen ikonların, vaizlerin,
influencer’ların sadece belli sektörlerde değil dinsellik sektöründe de var
olduğunu ve var olacaklarını söyleyebiliriz.
*Bu
noktada dini söylevleri üzerinde medyanın dönüştürücü gücünden bahsedebiliriz
yani…
Din aslında değişmez. Dinin özünü, kendisini hiç kimse
değiştiremez. Rükünler hiçbir şekilde dönüşmez, inşa edilmez. Hangi dinsel
zihinle düşünürsek düşünelim bunun aksini söyleyemeyiz. Ancak rükünler bize
–mış gibi sunulabilir. Biz de o sunulmuş şeye ibadet etmeye, sunulmuş doğruya
itaat etmeye, onu kanıksamaya başlarız. Bu gerçek bir din değil farkındayım ama
sakıncası da yok noktasına gelinebiliyor.
*Medya
bunu neden yapıyor?
Ayakta kalmak için medyanın zihin yönlendiricilerinin
olası amaçlarını ötelememek gerekir. Bugün dünyada olup biten ne varsa o
çerçevede düşünmek lazım. Terör var, küresel aktörlerin siyasi dayatmaları var,
bir takım özgürlük demokrasi vaatleri altında farklı çabaları akla getirecek
çalışmalar var. Bunların çoğunu ispatlama imkanımız yok belki ama sezgilerimiz
var. Bu sezgileri de ciddiye almak gerekir. İslamofobya üzerinden düşünelim.
Fanatizm terimini biz artık sadece futbol üzerinden düşünüyoruz bugün, onun
dinsel göndermelerini unuttuk bile. Fundamantalizmi de. Aklımıza dinsel olarak
bu bağlamda gelebilecek tek şey var o da İslamofobi. Öyleyse bir takım zihin
yönlendiricilerin buna benzer amaçları olabilir mi diye de düşünmek gerek. Bunu
sezmek zor değil.
*Sinema
ve din ilişkisinde de bahsediyorsunuz ve dinin sinemada bilinçli olarak kötü
kullanıldığına dikkat çekiyorsunuz. Ardından hayatın gündemine oturan internet
ile din ilişkisi var. Nasıl bir tablo çıkıyor karşımıza?
Sinema ve internet ilişkisini özellikle videolar ve
film teknolojisi açısından düşünmek mümkün. Ama sinemanın işlevindeki
propagandist etkiyi internet üzerinden okumak çok kolay değil. İnternet, biraz
da hafif hafif ısınan su içindeki kurbağanın durumu gibi. Ama sinemada çok
rahatlıkla bir şeyler söylenebiliyor. Türkiye örneğini ele alırsanız Vurun
Kahpeye filminin versiyonlarından başlarsınız, Hazretli filmlere, milli
sinemaya oradan da günümüz sinemasının dinsel içerikli filmlerine kadar
gelebilirsiniz. İslami sıfatının yerinde/doğru kullanıp kullanılmadığını
tartışabilirsiniz. Sinemanın durumu çok farklı bir kulvarda duruyor. Bugün
dinsel hassasiyeti olan yönetmenler, sinema sevdalıları çok yeni şeyler
yapabiliyorlar. Bunun olumlu tarafları var. İnternet üzerinde bakılırsa video
izlenme oranları son derece yüksek. İnsan edimleri bu videolar üzerinden
gerçekleşeceğe benziyor. Oralarda hangi filmlere muhatap olunuyor, neler
önlerine kolayca gelebiliyor insanların, hangi filmler kolayca yayılıyor, hangi
filmler hangi ülkelere dönük olarak hazırlanıyor, bunları çok iyi araştırmak
gerekiyor.
*İslam
dininin temsiliyeti noktasında somut olarak neler çıkıyor karşımıza?
Medyatik vaizlik sisteminden sinemadaki filmlere kadar
İslam’ı biraz dışlaştıran, hayatın dışına iten hor gören, küçümseyen, onu tiye
alan birtakım görüntülere alışkın nesiller büyüyor. Birçok insan da o filmlerle
büyüdü. Dijital ortamda da bu algıyı körükleyen başkaca görüntüler, klipler,
“caps”ler elbette var. Kitap, evet İslam’a odaklanıyor, İslam’ın medyatik
temsilleri üzerinden ilerliyor, doğrudur ama medyatikleşme, dijitalleşme sorunu
İslam’ın ötesine geçmiş bir sorundur artık. Bir haham, bir rahip benzer
konuları Hristiyanlık ya da Yahudilik adına size söylüyor olabilir. “Kolumu
kesin ama telefonumu elimden almayın” diyebilecek insanların bulunduğunu ifade
eden bir haham hatırlıyorum ya da kiliseye gidip internetten İncil okuduğu
halde anlaşılmayan ve kiliseden uzaklaştırılan bir rahip örneğini hatırlıyorum.
Dijital çağ dinsel aidiyeti olan herkesin derdi. İslamofobya deyince ise sorun
bizim açımızdan daha da önem kazanıyor. Artık küresel söylemin hegemonyasında
üretilen islamofobik filmler ve ona tabi zihinlerin bulunduğunu rahatça
söyleyebiliriz. İslam’a bir hakaret edilecekse ve bu bir alkış toplayacaksa bu
tür filmlerin çoğalmasını görmemek safdillik olur.
*Buna
karşı sizce nasıl bir refleks geliştirmek gerekiyor?
Buna karşı geliştirilecek refleks, ihlas ve
samimiyettir. Israrla kaliteli iş çıkarmaktır. Karşılık bulmasını illa
beklemeden kalitede ısrar etmek gerekir. Zaman aleyhimize işliyor kaygısıyla da
kötü çalışmaların ortaya çıkmaması kaygısını öncelemek lazım. Kaliteden taviz
vermeden yapmak gerek yapılacakları yoksa sadece küfürbaz bir söylemle mücadele
etmenin kimseye bir faydası yok. Ayrıca “din” ya da “İslam” sıfatının her
çalışmanın yanına getirince onun İslamlaşmadığını, dinselleşmediğini bilmek
gerekir. İnananların, söylemek istediklerini hangi dinsel aidiyette olursa
olsun, rahatlıkla söyleyebildikleri sanat eserleri, kültür ürünleri ortaya
koymaları ve kaliteden taviz vermemeleri meselenin çözümüdür.
*Medyatik
kulluk kavramı diye bir kavram çıkıyor karşımıza. Bireylerin medyaya kulluğu ne
durumda?
Kölelik ve kulluğu birbirinden ayırmak lazım.
Kölelikte bir dayatma vardır. Kulluk tam tersidir; ben gönüllü olarak esir
oldum, bu köleliğe rıza gösteriyorum ve bu kölelikten çok mutluyum demektir.
Medyatik araçlar olmadan sabah nefes alamıyorsak, bu kadar ciddi bir şekilde
köleliğe rıza göstermişsek, bunu bir kulluk olarak telaffuz etmenin daha doğru
olduğunu düşünmek lazım. Medyanın getirmiş olduğu kuralları bir uluhiyet içinde
telakki ettiğini bile fark etmeden köleliğini sürdürmek demektir bu. Tabi bu
sonuçta bir metafordur, bir fıkhi konu değildir. Medyatik kulluk bir durumu
izhar eden bir metafordan başka bir şey değildir. Zannediyorum maksat hasıl
olmuştur. Kimse dini ve rükünlerini değiştirme iktidarına ve gücüne sahip
olmadığı için ve din, Allah’ın himayesinde ve korunma taahhüdünde olduğu için
bunun imkânsızlığı aşikardır. Kulluğun kıblesi bellidir.
(*) din ekranda nasıl durur? kitabının yayını üzerine söyleşen : Seray Şahinler Demir, https://www.yenisafak.com/hayat/medyatik-dindevrindeyiz-3176956, 10 Mart 2018.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder