FİRARİ TAY
Türkçesi: Mete Çamdereli
Gustave Maupassant diye birine yakınlarda gönlünü kaptıran Laure Le Poittevin sıkıntı içinde kendi kendine sorar: ona elini öyle ya da böyle vermeli mi? Yirmibeş yaşında[1], düzgün hatları, sert bakışı, bir bantla sarılmış ve yüzünün her yanından uzun lüleleri salınan kestane rengi gür saçları, çevresine kendini kabul ettiren kararlı ve zeki havasıyla güzel bir kadın Laure Le Poittevin. Edebiyata tutkun ve okunması gereken herşeyi okumuş. İtalyancayı, İngilizceyi konuşuyor, çokça Shakespeare okuyor, dostlarına içli mektuplar yazıyor ve Gustave Flaubert’in en iyi arkadaşı olan kardeşi Alfred’e sınırsız bir hayranlık besliyor. Alfred yetenekli, titiz, isyankar ve kaygılı bir şair. Flaubert ile birlikte, burjuvalarla acımasızca alay ediyor. Laure onların tartışmalarına, oyunlarına, kaba şakalarına katılıyor. Laure’un eleştirilerini dikkatle dinliyorlar, Laure da onları parlak bir geleceğin beklediğine inanıyor. Talibi Gustave Maupassant, bu iki istisna kişiye nispetle pek etkilemiyor onu. Kuşkusuz kibar davranışları ve kadife bakışıyla hoş, zarif bir adam. Öyle ama Laure, bu mızmız ve pejmürde züppenin entelektüel planda onu tatmin edecek çapta olmamasından korkuyor. Üstelik soylu da değil! Oysa, soylu olmamaya, yalnızca mahvolmuş bir iplik fabrikatörünün kızı olmaya katlanamıyor Laure. Babasının ölümünden sonra, annesi Victoire, çocuklarıyla birlikte Fécamp’ın vasat bir mahallesinde oturan annesinin yanına yerleşir. Gururuna düşkün Laure bu taşra vasatlığından kurtulmayı, kendini yüksek sosyeteye kabul ettirmeyi, mevkili insanların saygısına mazhar olmayı arzular. Gustave Maupassant’a, ailesinin köklerini bulması için arşivlerde araştırma yapmasını bu yüzden ısrarla ister. Şans eseri, Avusturya sarayınca verilen bir beratın kanıtladığı üzere, kralın müşavir-sekreterliğini yapmış Jean-Baptiste Maupassant diye birine 1752’de soyluluk verildiği ortaya çıkar. Laure, derhal, Gustave’ın öntakı hakkını resmi olarak talep etmesini ister. Bu hakkı elde etmeyi başarırsa onunla evlenecektir. Uysal Gustave Maupassant hemen başvurusunu yapar ve 9 Temmuz 1846’da Rouen Hukuk Mahkemesi onun bundan böyle Gustave de Maupassant olarak çağırılmasına izin verir. Nişanlısı sevinç içindedir ve evlilikleri için artık hiçbir engel kalmaz.
Tören 9 kasım 1846’da yapılır. Aynı yıl Laure’un kardeşi Alfred, Gustave de Maupassant’ın kızı Louise’le evlenir. Bu çifte evlilik aileleri daha da sıkı bağlarla birleştirir. Ama Alfred le Poittevin, umutsuzluk ve sefihlik içinde geçen kısa bir yaşamı geride bırakarak 1848’de ölür. Laure onun acısıyla yıkılır. Bu bahtsızlık karşısında teselliyi Schopenhauer’i okumakta bulur. Schopenhauer’in kötümserliği, onun bu insani durumuna ilişkin elem verici görüntüsüne karşılık gelir. Ama çok geçmeden bu derin yeis büyük bir sevinçle ortadan kalkar: Laure Hamiledir. Doğuracağı çocuğun bir deha olacağındansa emindir. Onun ifadesiyle söyleyecek olursak, Fécamp gibi küçük bir “tüccar ve tuzlamacı” kasabasında dünyaya gelmemesi gerekiyordu.r Ailesinin Sous-le-Bois[2] sokağındaki evleri pek parlak olmadığından Maupassant’lar geçen yıl, 1849 Eylülünde, Dieppe’e uzak olmayan, Tourville-sur-Arques nahiyesine bağlı ünlü Miromesnil Şatosunu kiralarlar. Genç kadın karnı burnundayken, bir zamanlar Flers Markisi’ne daha sonra Miromesnil Şansölyesi’ne ait olan bu aristokratik ikametgaha yerleşir. Oraya birkaç kilometre uzakta oturan doktor Guiton, Laure’a ilk sancılardan itibaren yardım eder. Bebek, 5 Ağustos 1850’de Tourville-sur-Arques nahiyesi, Miromesnil Şatosu’nda doğmuş Henri-René-Albert-Guy de Maupassant adıyla nüfus kütüğüne kaydedilir. Aynı yılın 20 Ağustos’unda geçici olarak vaftiz edilir, ama asıl vaftiz, bir yıl sonra 17 Ağustos 1851’de aynı yerin kilisesinde gerçekleşir. Bu sırada kasabada tuhaf söylentiler dolaşır. Art niyetli bazı kişiler, çocuğun aslında Fécamp’da dünyaya geldiği (peh, ne bayağılık!), Laure’un Miromesnil Şatosuna ancak loğusa ayininden sonra yerleştiği ve çocuğun resmi belgelerde sahte doğum yeri gösterilmesi için Tourville-sur-Arques belediyesiyle anlaşıldığı ileri sürülür. Öfkeli anne Laure, yaşamı boyunca bu onur kırıcı versiyonu inkar edecektir. 1856’da ikinci oğlu Hervé’nin doğumu için de Havre’ın ilçesi Grainville-Ymauville’de yine kiralık bir şatoyu tercih eder. Çünkü, ilk gençlik yıllarından beri kafasında çocuklarının çevresini ulu duvarlar, değerli mobilyalar, atalarının portreleri ile kuşatılmasını önemsemiştir[3]. Bu senyör malikanelerine hayranlık, genç çiftin Fécamp’a, Etretat’ya, Paris’e sık sık gitmesini engellemez kuşkusuz. Öte yandan, Gustave rahat durmaz. Evde kapalı kalmaktan sıkılır ve eğlenmek için kız peşinde koşmaya başlar. Hafif kadınlar ya da genç hizmetçiler, hepsi onun ilgisini çeker. Kibirli, öfkeli, egemen ve kafası hep bir şeylerle meşgul karısının neden olduğu sıkıntıları bu sorunsuz kadınlarla yatıştırmaya çalışır. Laure onun bu sadakatsizliğinden haberdardır ve yakınır durur. Çocuklar zaman zaman bu tartışmalara tanık olurlar ve neden çıktığını iyi kötü tahmin edebilirler.
1859’da, talihin tersine dönmesi tasasız Gustave de Maupassant’ı iş aramaya iter. Önce Edouard Jules Kambiyo ajansına ikinci kasiyer olarak girer, ardından Paris’teki Stolz Kambiyo’ya ortak olur ve bütün aile başkente yerleşir. Gustave, orada, gündelik aşklar peşinde koşar. Laure artık buna dayanamaz. Dokuz yaşındaki Guy de babasının başka kadınlar yüzünden evden uzaklaşmaya başladığını anlar. Napoleon İmparatorluk Lisesi’nde[4] yatılı öğrenci olan Guy, annesine “kompozisyonda birinci olduğunu ve ödül olarak Madam de X’in, babasıyla birlikte onu sirke götürdüklerini” yazar. Bir başka gün, Guy ve Hervé, herkesin babasının metresi olduğunu bildiği bir kadın tarafından çocuk matinesine davet edilirler. Hervé hasta olduğundan Laure onun yanında kalmaya karar verir. Gustave de Maupassant, Guy’yi apar topar eğlenceye götürmek ister. Çocuk giyinirken bilhassa geç kalır. Sıkılan babası onu götürmemekle tehdit eder.
“Oo! der Guy, ben rahatım! Oraya gitmeyi benden çok sen istiyorsun!
- Hadi bakalım, ayakkabının bağcıklarını bağla, der babası.
- Hayır, gel de sen bağla! Zaten hemencecik karar vermeyi bilirsin[5].”
Gustave de Maupassant süklüm püklüm onun isteğini yerine getirir. Guy, biraz sonra, babası ile annesi arasındaki bir şiddet sahnesine dehşete kapılarak tanık olur. Öykülerinden birinde[6] bu olayı hatırlayacaktır: “öfkeden titreyen babam döndü ve karısını boynundan yakalayarak, diğer eliyle yüzüne var gücüyle vurmaya başladı. Annemin şapkası düştü, bağı çözülmüş saçları savruldu, bir yandan darbeleri savuşturmaya çalışıyordu, ama beceremiyordu. Ve babası vuruyor, vuruyordu... evrenin yasası değişmiş, dünyanın sonu gelmiş gibiydi... çocuk kafam almıyordu, çıldırmak üzereydim... Korkunç bir dehşet, acı, ürküntü karşısında, nedenini bilmeden, avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım.” Dehşete kapılan Guy kendini bahçeye atar ve geceyi orada korku içinde geçirir. Ertesi gün anne ve babasını “her zamanki yüzleri” ile bulur. Fırtına dinmiş, bildik karı koca sıkıntılarına geri dönülmüştür. Oğlunu karşısına alan Laure, iç geçirmekle yetinir: “beni çok korkuttun kerata! Gece boyunca gözümü kırpmadım.”
Sürekli münakaşa ortamı evin havasını dayanılmaz hale getirir. Gustave’ın karısıyla fiziksel bir bağı kalmamıştır, sabrı taştığı bir an ondan ayrılmaya karar verir. Boşanma o dönemde meşru görülmediğinden, iş bir sulh yargıcı önünde gerçekleşen basit bir davayla çözülür ve dostça sonuçlanır. Laure kendi malını mülkünü, çocuklarının velayetini ve çocukları için bin altı yüz franklık yıllık nafaka alır. Bu kopuşa rağmen Guy, annesinin şıpsevdi kocasına karşı duyduğu hıncı paylaşmaz. Annesiyle babası arasındaki bu anlaşmazlık onu genç yaşından itibaren her evliliğin başarısızlığa yargılı olduğuna inandırır. Erkeklerin, günler ve geceler boyu aynı kadınla yaşamak üzere yaratılmadıkların düşünür. Annesine üzülmekle birlikte daha çok babasını anlamaya koyulur. Yıllar yılı ona karşı belli bir horgörü taşımakla birlikte hoşgörüsünü muhafaza eder.
Annesiyle babası ayrılmadan önce, Etretat’da bir villa satın almışlardı; “Les Verguies” villası, Fécamp yolunun aşağısında XVIII. yüzyıldan kalma büyük bir binaydı. Laure çocuklarıyla oraya çekilir. Hiç dokunulmamış bir asma ve hanımelilerle bezeli balkonuyla bu beyaz badanalı “kıymetli ev”, kayın ağaçları, ıhlamurlar, yalancı çınarlar ve çobanpüskülleri bulunan büyük bir bahçeyle çevrilidir. İçerde, cila ve lavanta kokuları içinde uyuyan ağır mobilyalar. Loşlukta parıldayan Rouen fayansları. Bu vakur ve bereketli dekorun içinde, Guy ilk derslerini, ona şiir zevki aşılayan ve ona yüksek sesle Bir yaz gecesi Düşü ile Macbeth’i okuyan annesinden alır. Annesi onun, vakitsizce ölmüş, çok bilgili dayısı Alfred’e benzediğini heyecan içinde görür. Bir gün 1862’de, Flaubert’den imzalı bir Salammbô alınca hayranlığını gizleyemez ve çocuklarına akşam yemeğinden sonra büyük dostunun son romanından yüksek sesle pasajlar okur. “Oğlum Guy çok dikkatli, diye yazar Flaubert’e. Çoğu kez zarif, bazen korkunç olan betimlemelerini dinlerken o kara gözlerinin içi parıldıyor” Guy o sırada henüz on iki yaşında. Ah, diye geçirir içinden Laure, keşke o da yazar olsa!
Bu coşkulu ve edebiyata yönelik eğitim, Aubourg başpapazı olan Etretat naibi tarafından sürdürülür. “İri yarı, vücudu gibi kendi de dobra, açık fikirli[7]” olan naip, Guy ve Hervé’ye, gramer, aritmetik, akaid, temel Latince öğretir. Onları öte dünya olgusuna alıştırmak için, mezarlıktaki “kara tahta haçlara tasvir edilmiş” ölü isimlerini ezberletir. Ama çocukları etkilemek için bunu daha çok yapmak gerekir. Guy, ders biter bitmez plaja sıvışır, ciğerlerini şişirir ve havayı dolu dolu teneffüs eder, martıların acı çığlıklarını dinler ve balıkçılarla gevezelik eder. Hervé, hiç onun gezmelerine katılmaz. Guy’den altı yaş daha küçük olan Hervé, ona uzaktan yakından benzemez. Yanyana ama birbirlerini gerçekten tanımadan yaşarlar. Laure büyük oğlunu küçüğüne tercih eder. Guy’nin gönlünden geçirdiği gibi zeki, güçlü, aynı zamanda sanatın cazibesine duyarlı küçük bir adam olduğunu düşünür. Guy, Normandiya ağzını akıcı biçimde konuşur. Oyun arkadaşları yöresinden, hareketli, cesur ve eğitim görmemiş çocuklardır. Oyun oynarken bu şen baldırıçıplaklarla kendisi arasında hiçbir fark gözetmez. Yelken ve rüzgar tutkusu onları bir araya getirir. Ara sıra bir balıkçı “küçük Maupassant”ı teknesine alır. Deniz ne denli çetin ise Guy de o denli maceradan hoşlanır. Onüç yaşında olduğu halde bir kanoyu yüzdürebilir, onu uygun anda barınağa çeker, gerektiğinde yeniden sandalı doğrultur. Doğayla mücadele onu coşku dolu bir neşeye gark eder. Bu çocukluk serüvenlerini hatırlayarak olgun yaşlarında şöyle diyecektir: “damarlarımda deniz korsanlarının kanı dolaşıyor[8]”.
Ama onu çeken yalnızca deniz değildir. Normandiya’nın iç bölgeleri de onun ilgisini çeker. Elma ağaçlarıyla dolu alanları, kenarları kuru sazlarla çevrili gölcükleri, kısa aralıklarla havlayan köpekleriyle çiftlik avlularını sever. Köylü yüzlerini, fotoğrafik bir netlikle hafızasına kaydeder. Onları gözlemlerken, onların sıkıntılar karşısında güçlü, cimri, kurnaz ve saf olduklarını anlar. Onların anlattıklarını Aubourg başpapazınınkinden daha dikkatle dinler.
Bu ilkel topluluktan iki adım ötede, 1850’de Alphonse Karr ile revaç bulmuş Etretat, ilkbaharın gelişiyle birlikte sanatçı ve burjuva akınına uğrar. Zarif hanımlar, çocuklar ve mürebbiyelerle birlikte çakıllı plaja doğru iner ve bir şemsiye altında denize bakarak düş kurarlar. Erkekler gazinoya –mütevazi ahşap bir binadır- gider, bilardo oynar, gazete okurlar. Çay saatinde birkaç pianistten, bir süreliğine Offenbach havalarından pasajlar dinlenir. Aynı şekilde gençler de aralarında danslı partiler düzenler. Biraz daha ağırbaşlı kişiler, “Antika salonu” denilen bir odaya sığınır. Bu boş, işe yaramaz, müreffeh insanlarla onları çevreleyen kirli, cahil ve kibirli yerel halk arasında uçurum vardır. Hiç tereddütsüz Guy, mütevazi olanların yanında yer alır. İliklerine kadar Norman olan Guy, öyle de kalmayı ister.
Kıyı boyunca yürüyerek dolaşmakla yetindiği zamanlar Laure da ona eşlik eder. Bir gün, denizin kabarması karşısında şaşkına dönerler ve dalgalardan kaçmak için, yaşamları pahasına, sarp bir yara tırmanırlar. Birlikte maruz kaldıkları tehlike onları, bir kayanın tepesinde, insanların dünyasından uzak, martıların kudurmuş çığlıkları arasında, birbirlerine sarılmış biçimde, iyiden iyiye yaklaştırır. Ve yüce an: Laure oğluyla, onun yaban doğasına saygı göstererek, duygu ve düşünce ortaklığı kurar ve Guy de annesine, onu “firari bir tay[9]” gibi keyfince yaşamaya bıraktığı için teşekkür eder.
Laure, bu yakınlığın bütün ömürleri boyunca sürmesini arzular. Ama öte yandan, Aubourg başpapazının evde verdiğinden daha ciddi bir eğitimi de oğlu için düşünmesi gerekir. İstemeye istemeye Guy’yi yatılı okutmaya karar verir. Soyluluk konusundaki düşüncelerine sadık kalarak, onu Etretat’ya yakın Yvetot Papaz Enstitüsüne kaydetmeyi uygun bulur. Böylelikle, onun yoksul insanlar bilgisine, dünyada iyi bir mevkiye gelmek isteyen herkes için elzem olan adabı muaşeret cilasını atacağını düşünür.
· Bu çeviri, yazarın Maupassant adlı biyografi kitabının (Flammarion, 1989) birinci bölümünü içermektedir. (çev.)
[1] Laure Le Poittevin 28 Eylül 1821’de Rouen’da, Gustave Maupassant da 27 Kasım 1821’de Bernay (Eure)’de doğmuştur.
[2] Bugün Guy-de-Maupassant rıhtımı.
[3] Guy de Maupassant’ın doğum belgesi onun tam olarak Tourville-sur-Arques’da doğduğunu belirtiyorsa da, Paris’te düzenlenen ölüm raporu onun Yvetot’nun yakınındaki Sotteville’de doğduğunu gösterir. Ama muhtemelen, Miromesnil şatosunun yakınındaki bir köy olan Sauqueville’i yazarken bir karışıklık oldu. Georges Normandy ve René Dumesnil gibi kimi biyografi yazarları yeterince sağlam olmayan sözlü tanıklıklara güvenerek, Fécamp’da Sous-le-Bois sokağı 98 numarada doğma tezini desteklediler. Oysa yeni bulunan belgelere göre, Miromesnil şatosu 1849’un Ağustos ayından itibaren “içindeki mobilyalarıyla” kiralanmış, aynı yılın ekiminde de bu mobilyalar sahibi Madam de Marescot tarafından açık artırmayla satılmış ve, M. Legras’nın bu satışa ilişkin incelediği belgelerin açıkça gösterdiği gibi, Mösyö Gustave de Maupassant onların bir kısmını orada bulunduğu sırada satın almıştır. Sonuç olarak Guy de Maupassant resmi kayıtlara uygun olarak, Fécamp’da değil de Miromesnil şatosunda doğmuş gibi görünüyor.
[4] Bugün Henri-IV Lisesi.
[5] A. Lumbroso: Souvenirs sur Maupassant.
[6] Garçon, un bock.
[7] Gil Blas’nın makalesi, 1883.
[8] A. Lumbroso: Souvenirs sur Maupassant.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder