Her kelime bir deneyimi temsil
eder, bir deneyimi soyutlar, bir deneyimi belirler; bir iletişim durumunda bir
olguyu paylaşır, bir söylemi betimler, mevcuduyla mutlaka bir şeye işaret eder.
Baş da öyle; her kelime gibi kendinden başka bir şeye işaret ederken, kendisi
değişmez kalır, işaret ettiği değişebilir; işaret ettiği şeyin kavranma
biçimini değiştirebilir, onu değişik algılanma kategorilerine doğru harekete
geçirebilir. Baş da her kelime gibi bunu yapar; bir kavramsallaştırmayı üstlenir,
düzenler ve sürdürür, deyim yerindeyse tabiatına teslim olur; temsil, taklit ve
tasvir eder.
Kelimenin tabiatını ve dilsel
işlem kabiliyetini kısmen de olsa anlayabilmek için baş’tan hareket edeceğim. Baştan
söyleyeyim, baş’ı seçmem pek rastlantısal sayılmaz. Müsebbibi, Başçarşı ve Başçeşme;
biri Sarayevo’dan diğeri Balıkesir’den, baş’la başlayan iki kelime. Tanımladıkları
mekanlar ve kullanım amaçları farklı kuşkusuz ama söyleyiş ve kavramsallaştırmaları
aynı. Yakın coğrafyalarda aynı dil ve kültürün kokusu, mekanların benzeşik kelimeler
aracılığıyla benzer kavranışları.
Bir kelimenin neredeyse tek başına
bir kültür köprüsü kurduğunu ve mekanları nasıl da birbirine sıkıca bağladığını
fehmederken, baş’ı bir de eski bir siyasal afişte görüyorum; lider’e karşılık
kullanılmış ve liderler yerine başlar diyor. Zihnimde baş ile ilgili
kullanımları taramaya başlıyorum. Salt nitelediği mekana bir kaynak-merkez
imgesi yüklemekle ya da bir kişiye öncülük/önderlik giydirmekle kalmadığını,
devasa bir kavram alanına açıldığını ayrımsıyorum. Birçok kelimenin başına
gelen, doğal olarak, baş’ın da başındaydı. Önderlik/öncülüke ve yönetsel yetkeye
gönderme yapan ne çok baş vardı örneğin: başbuğ, başkan, başkomutan, başyaver,
başmuavin, başöğretmen, başvekil, başyazar, başhekim, başasistan, başhemşire
başmüfettiş, başbakan, başçavuş… Öte yanda mekânsal bir giriş, bir başlangıç
belirleyenler: dağ başı, köprübaşı, sokak başı, tepebaşı, set başı, kuyu başı,
ocak başı… Beri yanda zamansal göndergeler: saat başı, dakika başı, ay
başı, yıl başı, hafta başı, kış başı, yaz başı… daha beride eğretilemeler:
çıban başı, ele başı, kuş başı, at başı, ekran başı, büyük baş, ağır baş, baş
derdi, başaltı, baş üstü, üst baş, bir baş soğan, bir baş sarımsak hatta başını
alıp gitmek… Ötesinde kelamı kibarlar, şiirler, şarkı sözleri, atasözleri,
tekerlemeler, çeşitli deyişler: söz ola kese savaşı / söz ola kestire
başı, akıl yaşta değil baştadır, portakalı soydum başucuma koydum, bir sevda
geldi başıma…
Baş’ın kulanım yer ve biçimleri baştan
savılamayacak haldeydi. Odaklandıkça, büyük bir sözlükbilimsel ve söylemsel
külliyat önüme serildi. Adeta çağrışım genişlemesine uğramıştım. Kelimelerin
büyülü ve zengin bir evreni olduğu aşikardır ama bunu baş’ın anlam evrenine
sızmaya çalıştıkça daha iyi anlıyor; her bir kelimenin bu evrenden bir cüz, olmazsa
olmaz yapı taşı, kurucu ve taşıyıcı bileşeni olduğunu bir kez daha idrak
ediyordum. Baş’ın anlam alanında gezindikçe, kullanımsal çeşitliliği ve
kavramsal zenginliği konusundaki sezgilerim bir bir doğrulanıyordu. Burada, kısaca,
sezgilerimi sezdirmekle yetiniyor, herhangi bir analize kalkışmıyor, bir
envater çalışmasına girişmiyorum.
*
Baş, bağlamsız tek başına kullanımında
iki temel kavrayışı kavramsallaştırır: bedenin üst kısmını ve yönetsel bir yetkeyi.
Bu yalın kavrayış sadece bir çıkış kavrayışıdır; kullanımsal bağlamlar onu
kendi isterleri doğrultusunda yoğurur, sözlüksel tanımların içkinleştiremediği kavrayışlara
açar. İkilenmeler, eklemlenmeler, eşdeğerli ve eylemli birliktelikler ile
oluşturulan iletişim durumları baş’ı, deyim yerindeyse kılıktan kılığa sokar
ama mezkur iki temel kavrayış çoklukla egemen kalır ve sözlüksel tanımlamalarda
başat belirleyici olmayı sürdürür.
Baş, kavram alanını şöyle
genişletir;
- - çeşitli ekler alarak ikilenmesi sonucunda başkaca kavrayışlara kapı aralar: baş başa, başa baş, baştan başa, baş baş, başlı başına… kaynak-merkez imgesi birden bir birlikteliğe, bir rekabete, bir vedaya, bir özgülüğe evrilir.
- - önüne ya da sonuna çeşitli eklerin eklemlenmesiyle başat kavrayışı başkalaşır: kocabaş, karabaş, başlık, baş örtüsü, baş aşağı, başıbozuk, başı dumanlı,… başın fiziki boyutlarından rengine, başa takılan nesnelere, yön ve yönelmeden başın psikolojik göndergelerine dek farklı kavrayışlara açılır.
- - kafa, kelle, ser gibi eşdeğerli kelimelerle birliktelikler ya da geçişimlerin desteğiyle çağrışım halkalarını ve kullanım yelpazesini geliştirirken kavrayış zenginliğine de imkan verir: iki araç kafa kafaya gelirken, baş başa gelmezler örneğin, ya da iki arkadaş baş başa çalışır, kafa kafaya verirler, yahut kafasız baş başka başsız kafa başkadır. Kelle koltuk altına alınır da baş alınmaz. Serasker olur da baş asker olmaz, kafa tutulur da baş tutulmaz. Bazen ikisinin de aynı kavrayışı olur; serapa ile baştan başa gibi. Kavranışları, bağlamsız aynıdır; onları farklılaştıran, bu kez, üslup tercihidir. Ayrıca, kafaya koymak/başa koymak (!), başa kakmak/kafaya kakmak (!), kafaya girmek/başa girmek (!) gibi eşdeğerlilik imkanları ile çeşitli anlam ayırtılarına, aykırı kullanım düzeylerine uzanır.
- - eylem eklentileriyle eylemlilike erişir ve bir dizi eyleme konu olur: baş etmek, baş eğmek, baş vurmak, başa geçmek, baş koymak, hatta başarmak… gibi çeşitli şekillerde kavramsallaşan akışkan ve üretken bir eylem dökümü oluşturur.
Durum bu olunca, baş’ta olduğu
gibi bir kelimenin kavram alanını kendi başına olduğu kadar kurucu ve
destekleyici/engelleyici birlikteliklerle düşünmek gerekir. Bundan sonrası
kelimenin gönderdiği kavramsal çağrışımları yakalamaktan, anlamsal esnekliğin
peşine düşmekten ibaret. Kendimizi bir kelime olarak baş’ın çağrışım evrenine bırakınca,
yukarıda belirlediğimiz düzeylerle bağlantılı bir çok kavramsallaştırmayla
karşılaşır, onu önüne ya da sonuna eklenen/eklemlenen kelimelerle birlikte çoğaltabilir,
gerektiğinde tarihsel okumalara konu edebilir, güncel neolojilere açabiliriz.
Baş’ı özellikle ve öncelikle
kafasız düşünmek zordur. Biri olmazsa diğeri olmaz gibidir ve birinin ya da her
ikisinin birden kökeninin arapça ya da farsça olması aralarındaki bağlılaşımı
etkilemez; kullanımları kendilerine özgü biçimde gerçekleşir, ancak farklılaşırsa
kavranış biçimleri de doğal olarak farklılaşır, göndermeleri birbirinden ayrıksılaşır.
Kafa ister istemez baş’a eklemlenir. Baş böylece kafa’nın karşıtlığında ve desteğinde,
ama büyük ölçüde kelle’nin ve ser’in az uzağında işlev görür. Ser ve kelle’nin baş
olarak kullanılması, kafanın kullanılmasından daha az yoğun sayılır. Her
eşdeğerli kelimenin eş kullanımlı olmadığı, birinin yerine diğerinin tastamam geçemeyeceği
bir kez daha anlaşılmış olur.
Bağlam ve üsluba göre başlık ya
da serpuş kullanımı, kuşkusuz, kullanıcı niyet ve tercihine mazhardır. Ancak
kullanımsal bağdaşıklık kimi zaman da tercihi baştan dayatabilir: kafa atmak
yerine baş atmak ya da kafa adam yerine baş adam olmaz. Kelle peyniri de öyle
ama serseri mayın yerine başıboş mayın yine tercihe kalır; kafam ağrıyor ile
başım ağrıyor tercihi gibi.
*
Başı ve kafa ile ilgili kullanımsal
tezahürler, çeşitli tercih farklılıkları ve bağdaşıklık dayatmaları sonucu güncellenir
durur. Başın davul gibiliği, kafanın kazan gibiliği, başı iki yana sallama, kafayı
oynatma, sallabaş, baş kaldırı, kafa yapısı, kafa üstü, baş aşağı, çeribaşı, bölücübaşı,
başrol, başşehir, kol başı, üst baş, başpınar, pınarbaşı, baş parmak, baş göz
etme, baştan çıkarma, baş gösterme, baş koyma, başı hoş, kafası boş,
darısı başına gibi bir dizi kullanım birbiriyle kimi zaman yer değiştirerek,
kimi zaman da farklı kullanım düzeylerinde, farklı ek ve kelimelerin desteğiyle
başkaca kavrayışlara yol açarak dilsel işlevini sürdürür ve delalet ettiği
kavrayış listesi uzadıkça uzar; beden olur, kişi olur, benlik olur, kendilik
olur.
Bir kelime üzerinde düşünmeye
çalışmak kainata bir zerreden bakmak gibidir. Ben de öyle yapmaya, baş’ın
dünyasına bir nebze nüfuz etmeye çalıştım; deyim yerindeyse, aklımı başıma
alarak, baş’ın başımızdan eksik olmamasının gerekçesini başım sağ
iken az da olsa ihsas etmeyi denedim. Baş, kuşkusuz, yalın bir örnek ve kadim bir
emanet. Sadece baş değil, yeryüzünün tüm kelimeleri, tıpkı dilleri gibi yüklendikleri
deneyim ve kavranış birikimleriyle insanlığa emanet. Her biri, işlenebilir
nihayetsiz bir metin. Bir kelimenin yitimi, hiç abartısız, dünya alemin küçük
ölçekli bellek yitimi; nihayetsiz mikro-metnin nihayeti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder