ADONIS İLE SÖYLEŞİ
Türkçesi: Mete ÇAMDERELİ
L'ŒIL-DE-BŒUF Ondört yaşındayken Adonis takma adını alıyorsunuz. Adonis’in anlamı ne?
ADONIS Bu takma adı tesadüfen almışım, o yaşlarda ne anlama geldiğini de bilmiyordum. Ama bugün, anlıyorum ki, vicdanım, bir gelenekten uzaklaşıp diğerine açılabilmem için İslam geleneğinin ötesindeki kökenlerime daha iyi tutunabilmem için, pagan uygarlıkta ilerleyebilmem için, dinlerin ötesine geçebilmem için onu kabul ediyor
Adonis, pagan ve ibran geleneğinde “Tanrı” (tout puissant) anlamına gelir. Grekler bu adı, Kenan dilindeki “rabbim” anlamına gelen Adonae Adonii’ye bir “s” ilave ederek benimsemişler. Burada benim gerçek adım Ali (=Ellie; El’den· türemiştir) ile bir yakınlık var.
Ben bu ada bir yenilenme, belki yeniden doğma değerini de yüklüyorum. Yazmanın yeniden doğma edimi oluşu gibi, şiir de bir yeniden doğmaysa eğer, Adonis bu edimi sembolize ediyor.
Adonis, kökeni itibariyle, ben ve ötekini içerir; benim Tarihime eklenen öteki Tarihi, Doğu uygarlığına eklenen Batı uygarlığını. Arap ya da Müslüman bir şair olarak başlamak yerine, insan olarak başladım işime. İslamın her şeyin başlangıcı olmadığını söyleme aracı bu işte. İslam ve Arap dünyasının, bütün bir Tarihin, daha eski ve daha zengin bir Tarihin yalnızca bir kısmı olduğunu ileri sürmektir bu aynı zamanda; ayrıca, Arabın tarihin, bütün Tarihin mensubu olduğunu da teyit etmektir.
Takma adım Adonis, bir tanrının adı olduğundan, insanı kutsallaştırmayı, daha genel olarak dünyayı, doğayı kutsallaştırmayı ifade eder. Soyut tanrısallıklar yoktur onda. Kutsal, insanî olanda kökleşir. Aşkınlıktan ayrı tutulması gereken bir kavram; Hıristiyanlık hariç bütün tektanrıcı dinlerde, Yahudilikte ve İslamda öğretildiği gibi.
O.B. Şiirinizde, örneğin Goethe’nin yapmaya çalıştığı gibi, üslubu “infilak ettirmek” niyetinde misiniz?
A. Bir başka dil, Arap dilinin içinde bir dil yaratmayı deniyorum. Girişimimde başarılı olup olmadığımı bilemem ama en iyisini yapmaya çalışıyorum.
Şiirim, öncelikle, mistik ve dinsel olmayan bir söylemin tamamlayıcısı olarak ortaya çıkıyor. Kural olan, katı olan şeylere karşı olduğum için dinsel kurallardan kaçınırım. Bir mistik, her zaman hareket halindedir, her zaman yolculuk halindedir. Bu anlamda, denilebilir ki, benim şiirsel söylemim, ne bir kabileye ne bir kurala ne de bir kişiye değil ama kendi bütünlüğü içinde insana, mistiklerin işaret ettiği gibi “geçmişteki insan”a bağlı kalmak için peygamberî bir görünüme sahiptir. Burada bir parantez açıyorum: Arap mistiği, Tanrıyı tanımanın kadından geçtiğini öne sürer. Kadın topraktır, dünyanın dişiliğidir. Kadın kucaktır, dünyanın ve bilginin kucağıdır. İşte onun için aşk ölüm kadar güçlü bir değerdir. Evrenin öteki yüzü hayat değildir, ölüme karşı aşktır.
Sonra kanın hareketini, soluğu, sözcüklerin solunumunu şiirimde ifade etmek istiyorum. Genel olarak sözcükler dünyadan ve Tanrıdan kopmuştur. Teknik, insanı dünyadan kopardı. Avrupa sözcüklerle insani varlığı birbirinden koparıyor, sözcükler insani varlıktan kopuk, yaratıcıdan kopuk olarak kullanılır. Sözcükler, bir oyun biçiminde kumsalda gidip gelen yassı çakıllardır. Bu oyun bazı şairler için büyüleyicidir, ama tekrar tekrar ve sıkıntı içinde oynanır. Özellikle de Fransa’da. Sözcük, Arap şiirinde dolu olmalıdır, bir bedendir o. Ciğerleriyle, kalbiyle, kanıyla, bir insani varlık. Bir yassı çakıl değildir, ne de bir soyutlama. Sözcük insandır. Batı şiirinde insan her zaman duyumsanmaz. Bazı eserleri okurken, yalnızca sözcük oyunları görüyorum. Her şeye rağmen, örneğin Jean’ın Prolog’unda, dil vücut olur. Jean’ın söyleceği vardı çünkü. Bir düşünceye tanık olduğunuzda, kana tanık oluyorsunuz. Kullandığım sözcük, kan ve soluk değilse, onun kullanılması boşunadır.
Şiirim, açıklayamadığından çok daha fazlasını telkin eder. Gördüğüm ve duyumsadığım her şeyi “şiirselleştirmek” isterim. “Şiirselleştirmek”, ifadeleri imgelerle yazmaktır. Hakikat, görüldüğü gibi hakikat değildir. Hakikatin içerisindeki hakikiyi görmek istiyorum. Bana imgeler gerek, başka türlü göremiyorum. İmgesiz bir şiir, hakikati öykünen bir taslaktır. Bir çok şair ve eleştirmen imgeye karşı çıkmışlardır, düşüncelerine saygı duyuyorum ama bu şiir anlayışını kabul etmiyorum.
O.B. Bununla birlikte, imge anlayışınız karşıtların kaynaşmasına dayanıyor. ”Kim der ki göz bakıştır tek başına, kim der ki dil sözdür tek başına, kim der ki el düşünmez?” diyorsunuz.
A. Batı geleneğinde ve Arap geleneğinde, baskın olan idraktir. Beden yoktur. Sözü bedene vermek gerek, psikolojik anlamda ya da erotik anlamda değil. Beden ruhtur, egemendir ve ona hakkını vermeliyiz. Dua ve Kılıç’ta beden gözüyle kalp gözü arasında bir ayrım yaptım. Kalp gözü görünmeyen göz olduğundan birçokları tarafından bilinmez, vücut gözlerimin bana öğrettiği şeyin tamamlayıcısı olarak yararlandığım şeydir o. Batı entelektüalizmini silmeye, ifade hakkını insani varlığın bedenine vermeye ve evren ile varoluşu söylemeye çalışıyorum. Tarzıyla çok büyük bir Doğu şairi olan Walt Whitman’ı, bu ortak düşüncelerimiz nedeniyle seviyorum.
O.B. Gerek mistik gerekse aşka dair aynı usûllere sahip olmadığımızdan, bizim Batı şiirimizle sizin şiiriniz arasında açılan hendek kapatılabilir mi? Bunu çekilecek bir yazgı olarak mı görüyorsunuz? Hep birbirimizi tanımamaya mı çalışacağız?
A. Bunun bir yazgı olduğunu düşünmüyorum. Şiirde ifade araçlarımız aynı değil ama bunlar bizi ayıran zenginlikler ve karşılıklı olarak övünebildiğimiz farklılıklardır. Bununla birlikte Doğuya ait olana merakımız bizi, Batı şiirini öğrenmeye iter. Tersine, Batı Doğuyla ilgilenmez, ya da menkibevi bir tarzda ilgilenir. Ama belki, sonraki evrede entelektüel bir ilgiyi oluşturmak için, önce salt egzotik bir ilgi gerekir. Dürüst olmak gerekirse, yakın zamanlarda Batıda Arap şiirine derin bir ilginin bulunduğunu da söylemeliyim. Bu eğilim çok yeni ama bunu teşvik etmek sizin elinizde.
Öte yandan, uygarlıklarımızda ortak tutumlar görüyorum. Orada ya da burada bazı düşünce akımları ve adamları görüyorum. Oysa, yön verenleri ve düşünce adamlarını yeniden gözden geçirmek gerekir, bizim karşılıklı olarak kötü yaptığımız şey budur. Avrupa’da şöyle bir disiplin var: siz Baudelaireci ya da Mallarmécisiniz, sizde yaratım özgürlüğü göremiyorum, yeniden gözden geçirme tespit edemiyorum. Batı görünüşte özgürlüktür, ama uygulamada kendi sınırlarımdayım. Bir deneyim tek kişi tarafından yaşandığında, bir ekol olmadığında değerlidir. Mallarméci olunmadan da şiir yazılabilir. Şiir yazmak için Mallarmé’nin karşısında olmak gerekir. Mallarméyi çok sevebilirim; Mallarméci olmak başka şey, ancak sadakat yüzünden kendini sınırlandırmaktır bu.
O.B. Bazı şiirlerinizde, özellikle Şehirler Zaman’da birbirlerine koşut metinler sergiliyorsunuz: bir metin büyük harflerle, bir ikincisi küçük harflerle, ve özel adlardaki büyük harfleri kaldırıyorsunuz... metinlerinizde iki ayrı profil çiziyorsunuz.
A. Bunlar aynı bütünlüğün iki profili, aynı düşüncenin iki profili, tekliğe, esas olana yönelmek için bir araç. Sözcüğün dinsel anlamında değil, insani anlamında. Örneğin şunu söyledim ve yine söylüyorum; Batılı entelektüeller Arap kültürünü anlamazlar. İçlerine işleyen neredeyse bilinçsiz bir red ile ortaya çıkarlar. Onlar Arapları anlamazlar, onlara tarihöncesi unsurlar gibi bakarlar. Ama zaman zaman Batı kendine, bunlar ne yaparlar?, kimdirler? gibi sorular sorar. Oysa Batı, Doğu gibi, yalnızca ideolojik bir kavramdır. Yaratım ediminde, Doğu ve Batı yoktur. Ancak yaratan insan teki vardır. Batı, bir tek insanlığın yalnızca bir profilidir, Doğu’nun da bir profili olduğu gibi.
O.B. Doğuya bakışımızı çok arkaik buluyorsunuz. Ama Batının yaratıcılık bakımından daha yenilerde var olduğunu hepimiz unutuyoruz.
A. Siz Rönesanstan beri varsınız. Neresinden bakarsanız altı yüz yaşındasınız. Arap kültürü iki bin yaşında, grek kültürü, sümer, kenan kültürü beş bin yaşında. Onun için, Akdeniz’in iki yakasına ya da yapay bir teknik aracılığıyla iki dünyaya sizin yaptığınız gibi egemen olmanın hiç önemi yok.
O.B. Şiirinizde, İslami topluma karşı başkaldırınızı betimlemek için çoğukez islamöncesi gelenekteki bazı kişilere yeniden dönme isteğiniz gözlemleniyor.
A. İslami topluma değil, katılığa ve kapalı görünüme karşı.
O.B. Bu kişilere yeniden dönme ihtiyacı neyi yüklendiğinizi gösterir, doğal olarak bu baskıcı toplumu reddediyorsunuz. Benimsediğiniz epik tonda, bunlar, sizin ululadığınız kahramanlık destanları. Ve çöl uzamında yazdığınız şu şövalye geleneği.
A. Çöl sizi anlamla, insan doğasıyla doğrudan ilişkiye sokar. Siz, varoluşun bu çıplaklığına karşısınız. Çöl, aynı zamanda ilham ve telkin eden bir boyuttur. Çölün, yalnızca denizin öteki yüzü olduğunu da ekliyorum. Çöl dediğinizde deniz, su, yaratıcılık diyorsunuzdur. Kolaycılıktan, yapaylıktan, görünür olan ve sizinle evren arasında bir örtü olan her şeyden kaçınmalı. Çöl mutlak bir örtü açmadır, ben onu böyle anlıyorum. Beni ilgilendirmeyen ve sözünü etmek istemediğim alışılmış, sıradan bir başka bakış açısı da var, ölüm ve kuraklıkla ilgili.
O.B. Kutlamalar adlı kitabınız özdeyişlerden -hoş bir sözcük değil bu-, küçük küçük şiirlerden oluşuyor...
A. İmgelerden, Kutlamalar bir imge kitabıdır.
O.B. ... ilk bakışta görülebilir mantıksal olmayan imgeler silsilesi. Gerçek bir kurgu, şiirin müteselsil hallerine tanıklık, hayatın kutlanmış evreleri, ölümün kutsanması, zamanlar ve günler arasındaki zıtlıklar sonra çıkıyor ortaya... Bu kitap, yazının sizi içine ittiği farklı hallerin bir yansıması olarak kabul edilebilir mi?
A. Bilmiyorum, “şair özgür bir insan değildir” içgüdüsüne uyuyorum. Yazı, hayatımın ritidir, ama iç işleyişim konusunda kendimi açıkça ifade edemem. Buna karşılık, Kutlamalar’ın okuyucu nezdinde kazandığı çok büyük başarı, beni, bu kitabı yeniden gözden geçirmeye ya da onu daha iyi anlamaya zorluyor. Özellikle bu kitap yayınlanırken, çalışmamın etkisi, okurun bir eser karşısındaki konumu ve şairle okuru arasındaki mevcut ilişki konusunda kendi kendimi çok sorguladım. Okur şiirde midir yoksa şiir okuyan var mı? Okur şiirini seçer mi ya da okurunu seçen şair mi? İyi yapılandırılmış ama girilmesi güç bir şiir, neden derinlik ya da dikkat gerektirmeyen hoşnut edici imgelerle dolu bir şiirden daha az beğenilir?
Kutlamalar’ı sevenler özellikle Araplardır. Arap okuru bir şiirde bulmak istediği şeyi arar. Şair yoktur, o metnin gerisinde durur. Bizim “halk” şiirimizin ideolojik bir şiir, çoğu kez de vatan sevgisi içeren ve ulusalcı bir şiir oluşu bu yüzdendir. Okur şaşırtılmaz, herkesçe bilinen ve tanınan değerleri iyi bilir o. Onun beğendiği bu şiirde esas olan, şiir ya da şairin yaratısal çalışması değil, daha çok onun da ortak olduğu şeydir. Bir okur şiirde önceden bildiği şeyi okur, kendi bireysel tarihini, üyesi olduğu topluluğa yönelik bir metinde yeniden bulur. Oysa yalnızca ortak düşünceleri, ortak heyecanları açıklarsanız, yaptığınız şeydeki yaratıcılık nerede kalır?
O.B. Ama sizin şiiriniz herkese ait.
A. Bir şairin okurları vardır ama halkı yoktur asla.
O.B. Herşeye rağmen, Odysseia, İlyada ya da Mahabharata halk eserleridir.
A. Yanılmayasınız. Kitabı Mukaddes de, İnciller de okunmazlar. Oysa Kitabı mukaddes, dinsel görünümünden soyutlarsanız onu, çok büyük bir kitaptır. Eyüp büyük bir şairdir. Kitabı Mukaddes’in -örneğin Levitik’in·-, içindeki hükümlerin dinsel görünümü tarihsel bir özgünlüğü betimler, ama şiirsel açıdan yapmaz bunu. Kitabı Mukaddes’teki keşfedici yanı severim. Çok sayıda metin içerir, oysa bu çok önemli metinler okunmazlar ya da metinlerin öğrettiği hükümler için okunurlar. Kuşkusuz bütün önemli kitaplar da böyle. Kur’an, Müslümanlarca şiiri için okunmaz, içinde yazılı hükümler için okunur. İnciller farklı. Benim için İsa’nın yüzünü betimlerler. Tarihin en büyük reddi, dünyanın kurucu hükümlerini, Yahudi hükümlerini reddetmeye cüret eden bu insanda somutlaşır. Bu hükümlere karşı çıkarken, insanlığın en büyük başkaldırısını gerçekleştirmiştir.
O.B. Şunu diyordunuz: İslamın şiir geleneğinin merkezinde, geleceğe ve kişisel, bireysel bir yaratım uzamına yansıtmayı hoş görmeyen Kurani hükümlerin vahyi bulunur. Daha çok da sünni olunmadığında eğretilemeli oyunlar hoş görülmez. Siz, yine de bu gelenekle bağlarınızı tam olarak koparmıyorsunuz, onu bir referans olarak kabul ediyorsunuz.
A. Bir gelenek bir bütünlük değildir, her şey değildir, birbirlerinden ayrılacak katmanlardan, tabakalardan oluşur. Hükümlere ve kuruma, siyasete ve toplumsal ya da siyasal kurumlara bağlı olanlar arasında bir ayrım yapmalı. Bu kategoriyi, benim de içinde bulunduğum diğerinden ayırmak gerekir. Şairler, devrimciler, dönmeler, karşı çıkmaya cesaret edenler gibi bireysel yaratıcılar bu diğer kategoriyi temsil eder. Bu anlamda, geleneğin karşısında birleşebildiğim gibi ona bağlıyım da, ona karşı çıktığıma göre onu dikkate alıyorum demektir.
O.B. Metinlerinizin savaşçı ve devrimci görünümüne nasıl bir önem atfediyorsunuz?
A. Hiç önem vermiyorum ve çok önem veriyorum. Devrim, şiirden ayrı bir izlek değildir, onu bir özne ya da nesne gibi terennüm etmiyorum; şiirin kendisi bizzat devrimcidir. Şiir devrimi terennüm etme aracı olmamalıdır; kullanıldığında, uzağında durduğum ideolojik ve ulusalcı şiire bağlı bir araç olmamalıdır. Bence şiir, ideoloji karşıtıdır, kendi davasının dışında bir davaya hizmet edemez, kendi davası şiirdir. Bir şair için devrimci olmak, sanatında devrimci olmaktır. Şiir asla bir övgü değildir, bir araç değildir, kendi içinde bir amaç değildir. Ben şiir için şiirle uğraşmıyorum, hayat için şiirle uğraşıyorum. Halkların davasını savunmuyorum, insanı savunuyorum. Yaratmak devrimci bir edimdir, insanidir.
O.B. Aynı zamanda geleneksel Arap şiiri biçimlerini alt üst ediyorsunuz, sonuçta bu gelenek üzerine kurulu siyasal düzeni kurcalıyorsunuz.
A. Benim şiirim siyasal değilse bile, hakkında yapılan yorum siyasal yankı getirebiliyor. Benim şiirim onun için bir çok Arap ülkesinde sansür ediliyor. İbreti alem için, Beyrut’ta Dante tarzında bir eser olan Kitap’ı yayınlayacağım. Dante nasıl Avrupa ve Hıristiyan uygarlığını gözden geçiriyordu, ben de kendimce Arap uygarlığını gözden geçiriyorum. Bu koşullarda onun hoş görülmesini nasıl beklersiniz? Bu kitap din karşıtı, Arap karşıtı, Müslüman karşıtı olarak değerlendirilecek, çünkü uygarlığımızda kamufle edilen şeylerden söz ediyorum. Araplar gerçeği sevmezler, gerçek öldürür, gerçeği reddederler. Bakınız Nietzsche ne diyor: “gerçek yüzünden ölmeme sanatına sahibiz”
Kitap, büyük K ile. İşte esere ilişkin Mallarméci bir anlayış. Mallarmé’nin de aslında Arap olduğunu düşünüyorum. Ama kitap -nesne- kökeni itibariyle Batılı değil, Doğuludur, Kitabı Mukaddese aittir, peygamberîdir. Bizde Kitap Kur’andır. Ben kendimce bir Kitap yazarken, zorluklar çekerim. Kuşkusuz, bu Kitap, dine karşı olarak telakki edilecektir. Belki, her şeye rağmen, Lübnan’da kabul edilir. Öyle ummak istiyorum.
O.B. Kibarca çıkacak eserinizdeki Kitap’ı duyuruyorsunuz.
A. Öyle, sizin ima ettiğiniz eserin özgün başlığının -Çoğul Biçiminde Tekil- zariflikten yoksun olduğunu da ekleyeyim. Eserin anlamını dikkate alarak başlığı düzelttim. Yeni başlık Tekiller, dünyayı benim anladığım gibi nitelendiriyor.
Söyleşi, Henri Lefebvre ve arkadaşları tarafından 6 Kasım 1995’de Paris’te gerçekleştirilmiştir.
(L'Œil-de-bœuf, Sayı 8)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder