Öncelikle bu röportajı yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkürlerimi sunarım hocam, çok sağolun.
Ben
teşekkür ederim, buraya kadar yoruldunuz. Şeref verdiniz.
Şimdi şeyden başlamak istiyorum. Siz genel olarak Türkiye’de
medya ve din alanıyla en çok ilgilenen hoca sayılırsınız. Bu alanın uzmanı
olarak kendinizi görür müsünüz acaba hocam ?
Uzman demeyelim de, yolu açan
diyelim isterseniz. Daha uygun olacak sanki. Ben alanın uzmanı değilim elbette.
Belki sadece bir İşlem Platformu oluşturma işlevi gördüğümü ve arkadaşlarımla
birlikte yolu açtığımızı söyleyebilirim. Bu konu, yani medya-din konusu merak,
ilgi ve dikkatlerimizi aslında uzun zamandır çekmişti fakat Türkiye’de bu
konulara girmek biraz sıkıntılıydı. Bir şeylerin değişmesi gerekiyordu, değişti
ve artık çalışmaların da önü açıldı. Bizim konu ile ilgili bireysel
kaygılarımız vardı ama onları öteleyip akademik kaygıları öne çıkardık, belki
de onları akademiyle buluşturduk. İyi de yapmışız, iyi ki de yapmışız diyorum
bugün. En azından konuya ilginin artmasına vesile olduk, belki bu konuda
çalışmak isteyenlere cesaret vermiş olduk. Bilmiyorum ama bildiğim bir işlev
yerine getirdiğimiz. Ama bir kez daha söyleyeyim: Medya-din ile ilgili bir
doktora çalışması yapmadık, yani ben yapmadım, sadece birkaç mütevazı çalışma
yaptım. Benim başka konular da var tezgahımda, onları da işlemeye,
olgunlaştırmaya çalışıyorum çünkü bir yandan. Tezgahıma bir de medya-din girmiş
oldu böylece ve sanırım onu da ister istemez işlemeyi sürdürüyorum. İşin tuhafı
zaman içinde konu ile ilgili ciddi bir açlık gözlemledim, yani konu gündeme
geldikçe o açlığı daha iyi farkediyorum. Benden her hangi bir talep olursa
elimden geldiğince, bilebildiğim kadarıyla destek olmaya, olumlu yanıt vermeye
çalıştım. Bugün de sen geldin bak, hoş geldin. Ama konu ile ilgilenen başka
akademisyenler de var izleyebildiğim kadarıyla. Onlar da sıkı çalışmalar
yapıyorlar. Mutlulukla izlemeye çalışıyorum.
Peki efendim, siz
din ve medya alanıyla ilgilenmeye ne zaman başlamıştınız. aynı zamanda şunu da
size sorayım mümkünse eğer ilgilenmenizin nedeni neydi acaba ?
Aslında şöyle bir kaygıyla
başladık, yani bu konuda bir eksikliği belki bireysel olarak hissediyordum az
önce dediğim gibi. İlgilenmeye başladığımda bir iki doktora tezi vardı konu ile
ilgili. Sanırım biri ilahiyat biri de sosyoloji alanındandı. Çalışmalarını
sürdürüyorlardır umarım. Ben nasıl başladım? Atlamayalım. Bir gün bir yerde
yapılacak siyer ve popüler kültür konulu bir atölyeye davet edildim. Yedi sekiz
yıl oluyor. Oraya, siyerden çok genel anlamda din ve medya ilişkisini cem eden
bir tebliğle katıldım. Konuya aslında
ciddi olarak eğilmeye başladığım ilk çalışmayıdı bu. Çok zorlandığımı
hatırlıyorum o metni çıkarıncaya kadar. Ama keyifliydi. Berrak bir alandı. Ne
bırakırsak o kalacaktı. Öyle de oldu sanırım. İhmal edilen bu konular bir
akademik platformda, metodik bir şekilde ele alınma imkanı bulmuş oldu. En
azından sorunlara çözüm yolları nedir, bunları düşünmeye başladık. Çözüm
yolları hemen ortaya çıkmazdı elbet, ama artık düşünülmeye başlanması da önemli
bir adımdı. Bu alandaki çalışmalara böyle başladım. Sonrasında iki arkadaş, iki
çalışma arkadaşım -Nihal Kocabay Şener ve Betül Önay Doğan- ile yolu
arşınladık. Onların tazyikiyle kendimi ilk kitabımız olacak çalışmaların içinde
buldum. İşte Medya ve Din derleme kitabı
öyle çıktı.
Sonra 2015 yılında bir sempozyum yapılmıştı. Ondan
da biraz bahseder misiniz efendim.
Aslında 2015 yılında yaptığımız
sempozyum bir milat gibiydi sanki. Medya-din
çalışmaları için verimli bir yıldı, çünkü sempozyumla birlikte ikinci bir derleme
kitabı da çıkarmaya çalışıyorduk. Adı, Dijitalleşen Din olacaktı. Basılması sempozyuma
yetişti ve sempozyuma gelenlere kitabı gösterebildik. Güzel bir buluşmaydı,
buluşturmaydı. Daha sonra sempozyum tebliğlerini de Medya ve Din Tartışmaları
başlığıyla kitaplaştırdık. İki çalışma arkadaşımın yoğun emekleri vardı her bir
adımda. 2015 yılı itibariyle elimizde artık iki derleme ve bir de yayınlanacak
sempozyum kitabı vardı. Epey yol almıştık. Güzel bir yıldı.
Sempozyuma dönecek olursak,
davetli elli konuşmacı ve oturum başkanlarıyla toplamda altmış davetli
katılımcı görev aldı. Davetimizi geri çevirmeyen ve konuya hassasiyetle
yaklaşan her çevreden konuşmacı tebliğleriyle sempozyuma katkı verdiler.
Mütevazi bir bütçeyle yola çıkmıştık, öğrencilerin takdire şayan gayretleriyle
de başarmış olduk. Sempozyum sonuç bildirgesini de kamuoyuyla paylaştık.
Tamam artık biz üzerimize düşeni
yaptık derken değişik yerden talepler gelmeye devam etti. Taleplere olumlu
yanıt vermeye çalıştık. Bir kısmına bizzat katıldım, konferanslar verdim. Bir
işi başlatırsanız bırakamıyorsunuz. Ama şimdiye kadarki yaptıklarımla,
yaptıklarımızla içim rahat. İmkan oldukça da yapmaya devam ediyorum. Konuşuyoruz,
konferanslar veriyoruz. '' Din ekranda nasıl durur? '' da bu koşuşturmanın
kitabıdır bir bakıma.
Peki hocam '' Din
ekranda nasıl durur '' Kitabı ile nasıl bir mesaj vermeye
çalıştınız?
Yani şöyle. Ben o kitabı baştan
sonra yazmadım, az önce ima ettiğim gibi. Çeşitli zamanlarda yapılan
çalışmaları bir araya getiriyor. Kitabı oluşturan metinlerin toplu mesajı olsa
gerek : medya ve din konusundaki çalışmalarda biz çok geri kaldık, çok yavaş
durduk ama artık bunların bir an önce yapılması lazım. Madem bir medya
çağındayız, iletişim çağındayız, görsellik çağındayız, öyleyse bu çağın
fıkhına, bu çağ için yol gösterici bir fikre ihtiyacımız var demektir. Fıkıh
etme imkanımız, yeniden düşünme imkanımız yok mu? Var bence. Yeter ki konunun
önemini idrak edelim. Medya için de gündelik yaşam için de sahih bir din dili
ve söylemi buluruz. Buna birikimimiz de enerjimiz de müsait. Kitabı böylesi
önerilerle bitirdik. Ha bundan önceki dil sahih değil miydi sorusunun cevabını
vermek kolay değil ama bu çağın inananları olarak akademik bir perspektifle bu
konu nasıl ele alınabilir, bunu biraz önermeye çalıştık. Yoksa, son tahlilde,
bir çözüm varsa biziz yani ben değilim biziz. Kitapta bunu söylemeye çalıştık
yani bizim önerlerimiz mutevazi öneriler ama üzerine kafa yordukça açılması
gereken ve mümkünse ilahiyatçılar, sosyologlar, iletişimciler bir araya gelerek, hatta bilgisayer mühendisleri
de dahil olmak üzere yani konunun teknik kısmını bilenlerin de katılımıyla bir
çözüm bulunabileceğini sezdirdik sadece. O kadar, satıraralarında başka
mesajlar varsa, bilmiyorum, ben saklamadım, her şey açıklıkla anlatılıyor
sanıyorum...
Yani genel olarak
olumlu bir tepkiler almaya başladınız bu konuyla ilgili değil mi efendim ?
Şimdi tabi olumlu, biraz da yorucu,
ama yorulmaya değiyor. Şu anda üniversitelerde ders olarak da okutulmaya başlandı
mesela, yani güzel şeyler duyuyoruz. Biz bu dersi seçmeli ders olarak birkaç
yıl önce müfredatımıza koymuştuk ama açmak nasip olmadı. Sakarya Üniversitesi’nde
bu dersin geçen sene müfredata konulduğunu biliyorum. Umarım ders açılmış ve
yürütülmüştür. Başka güzel haberler de alıyorum. Kimi zaman telefonla ya da
mail yoluyla bizzat aranıyorum. Özellikle ilahiyat ve iletişim fakültelerinde
master ve doktora öğrencilerinden konuyla ilgilenmek isteyenler, medya-dinle ilgili
çalışmak isteyenler arıyor, ulaşıyorlar. Ben de, kimi zaman arkadaşlarımla
birlikte elimizden gelen desteği veriyoruz. İletişim fakültelerinde konu biraz
az çalışılıyor, ilahiyat fakültelerinde sanki daha fazlalaştı çalışmalar. Öyle
ya da böyle, çalışmalar yapılıyor artık medya-din konusunda. Henüz çok yetersiz
olsa bile yine de bu sevindirici. Bu çalışmalara katkı vermek bizi sevindiriyor.
Az önceki
söylediğimize ek olarak şunu da sormak isterim açıkçası. Bildiğiniz kadarıyla
bu konuyla ilgili çalışmalar ne durumda şu an acaba.
Biraz önce bir parça söz ettim.
Aslında söylenecek fazla bir şey yok ama biraz daha açayım. Çünkü bu konu çok
önemli, gündemde tutulmalı, ya da en azından ben çok önemsiyorum. O yüzden
özellikle akademik ortamda gündemde tutulması için üzerime düşen ne varsa
yapmaya çalışıyorum. Daha geçenlerde iletişim fakülteleri içinden bir
akademisyen arkadaşımız henüz doktorasını bitirdi. Bir iki kişi de onu takip
edecek. Yani doktorasını bu konuda yapanların sayısı henüz çok az. Bir iki kişi
de ilahiyat fakültelerinde doktora tezlerini tamamladılar veya tamamlamaya
çalışıyorlar. Belki başka fakültelerde, belki sosyoloji bölümlerinde de doktora tezi yazanlar vardır. Varsa bile şu
an hatırlayamadım. Hatırladığım, çok sayıda yüksek lisans tezinin hazırlandığı.
Yüksek lisans tezlerini bir yana koyarsak, konuyla ilgili yapılan doktora
tezleri, bilebildiğim kadarıyla, bir elin henüz parmaklarını geçemedi. İsim
isim sayabilirim neredeyse onları. Dolayısıyla bu işin henüz yetişmiş uzmanları
çok yok diyebiliriz. Ama akademi ile birlikte entelektüel çevrelerde de konuya
ilgi günden güne artıyor. Burada islamvemedya.com sitesini zikretmeliyim.
Aklıma geldi. İyi ki de geldi. Unutsaydım üzülürdüm. Çünkü hem akademinin hem
konuyu tefekkür edenlerin birikimini yansıtıyor islamvemedya.com sitesi.
Konunun neredeyse internet ortamındaki en kapsamlı biricik adresi. Editörü de
bir yandan, yine bu alanda doktora çalışmalarını sürdürüyor.
Peki sayın hocam şimdi başka
bir noktadan söz edelim mümkünse. Bildiğiniz üzere bu konuda hem '' Dini medya''
hem de ''İslami medya'' diye iki kavram karşımıza çıkmakta, size göre onların
arasında nasıl bir fark var acaba ?
Çok net bir fark var, şöyle bir
şey : islami medya desek daha çok müsümanlar lehine bir düşünüş olur,
Müslümanların medya ile olan ilişkileri söz konusu olur. Dini medya deyince
sadece müslümanlar değil din adına ne biliyorsak onlar kastedilir; beşeri ve
semavi hiç ayrım yapmadan din olarak bilinen ne varsa onların üzerine, onların
medyayla ilişkileri üzerine yapılan çalışmalar akla gelir, yani medya ile din
ilişkisine Hristiyanlar da dahil olur, Museviler de, Budistler de, ya da ne
bileyim Süryanilerden Hindulara dek bir çok dini inanç ya da mezhepler de. Mesela
Türkiye’de yaşayan Ermenilerin, Rumların ya da islam şemsiyesi altında
konumlanan kimi mezhebi oluşumların medya ile ilişkisi söz konusu olur medya ve
din deyince. Medya ve din daha kapsayıcı. İslam ve medya sadece İslam ve
Müslümanların medyayla ilişkisini konu edinir. İslami medya dediğimiz zaman,
sadece Müslümanların medya tutumları, medyayı kullanma biçimleri, medya ile
yaşadıkları sorunlar, onlarla mücadeledeki başarıları ya da başarısızları gibi
konuları işler. Genel olarak düşündüğünüz zaman, bütün dinlerin medya
ilişkilerini kapsayıcı olması bakımından medya ve din demek daha doğru görünüyor.
Bunun da kendine özgü sakıncaları
var elbet. Sorunuzu müsaadenizle biraz farklı bir yöne taşıyayım. Din
kelimesinin medyayla yan yana getirilmesinin sakıncaları olabilir. Onları da
söyleyelim sorunuzdaki karşılaştırmayı yaparken. Şöyle bir sakınca yani: nasıl
ki İslam kelimesini her şeyin başına getirmek -islam ekonomisi, islam mimarisi,
islamı sanatı, islami finans, islami yayıncılık… gibi- derken nasıl bir ayrımcılık,
nasıl bir ötekileştirme söz konusu oluyorsa, burada da, aslında, bir ölçüde
genel anlamda din kelimesini medya ile aynı düzeye koyarak hafifsemiş oluyoruz.
Din olgusu medya ile muhakeme edilirken dine haksızlık ediliyor. Sanki
muhakematı mümkünmüş gibi. Bunun altını çizelim. Medyayla muhakeme edeceksek
din yerine dinsel diyelim diyorum. Bence dinin konumu ile, dinden olmayan ama dine
ait, dine karışmış, dini hale gelmiş şeyleri birbirinden ayırarak onu, yani
dinsel’i medya ile karşılaştıralım. Ya da din diyorsak bile, hiç değilse onun
din değil dinsel olduğunu bilelim. Medya ve din dediğimizde, medya ve dinseli
anlayalım. Dinin özgünlüğüne halel getirmemek için böyle yapmakta yarar
olduğunu düşünüyorum. Dine girmiş olanları ima edecek şekilde dinseli
kullanalım ve medya ile onu karşılaştıralım diyorum, medyayla muhakematı kabil
olmayan dini değil. Bunu dini korumak, her mümin ya da müntesibin kendine göre
geliştirdiği kutsalını -ben daha çok mukaddes demeyi tercih ederim ve onu hep
hayatın içinde sayarım- sıradanlaştırmamak, dinden olmasa bile her şeye din
diyerek dine haksızlık etmeyi engellemek, hangisi olursa olsun dinin zatiyetine
saygı göstermek adına söylüyorum bunları, üstüne basa basa söylüyorum. Medya
sonuçta bir araç ama din bir hayat nizamı. Şimdi bakın çok önemli bir soruyu
soralım burada. hangisi hayat nizami oldu ya da oluyor, sorusunu. Cevabı
biliyoruz aslında. Cevap açık ama söylemeye neredeyse dilimiz varmıyor. Evet
medya bir hayat nizamı olarak, ritüelleriyle dinin ritüellerini örseliyor,
hatta onun önüne geçiyor ya da geçti desek çok yanlış bir cevap vermiş olmayız.
Bence, bu kadar vahim bir tablo var karşımızda, yani aklın ve naklin dine değil
de medyaya bırakıldığı bir çağı idrak ediyoruz bugün. Biraz uzattım, kesiyorum.
Genel olarak hocam
Arap ülkelerinde ''İslami medya '' ile ilgili kitaplar , araştırmalar vs, yaklaşık
50 sene önce falan ortaya çıkmaya başlamıştı , ancak onu temsil eden bir kuram
yok ortada , sizce onu temsil eden bir kuram olabilir mi acaba ?
Olabilir tabi , olmaz diye bir
şey yok zaten kuram dediğiniz şey ya da teori ya da nazariyat dediğimiz şey bir
bakış açısı kazandırır insana. Hem akli
ve hem kalbi bir bakış açısı. Bakmak, seyretmek var kökeninde teorinin,
nazariyatın. Hadi nazariyatı tercih edelim. Bir nazariyat üretmek zor değil, sonuçta
bir bakış açısı elde etme arayışımız ve kaygımız varsa. Bir bilgi birikimine
yani bir epistemolojiye de yaslanıyorsanız, neden olmasın? Aristo'dan, Farabi’ye,
İbn Sina’ya, Gazali'ye dek büyük bir bilgi birikiminin üzerine oturuyoruz. Güncel
bilgide elimizin altında. Hiçbir şey olmasa iletişim kuramları diye bildiğimiz
kuramsal iklimden yararlanırız. Nazari bilgi beyhude değildir, önümüzü açar. Mevcuttan
yararlanırız. Şu an hepsi elimizin altında. Hem din ile ilgili yaklaşımlar hem
de iletişimle ilgili olanlar. Hiç değilse, iletişim kuramlarını pekala medya ve
din kuramları olarak değerlendirebiliriz. Medya ve iletişim kuramları aynı
zamanda medya ve din ile ilgili, medya ve dinsel ile ilgili kuramlardır. Ayrıca
ortaya yeni bir kuram atma gibi bir zorunluluk yok. Kuramlar ihtiyaca binaen
kurgulanabilir, test edilir ve kullanılırlar. Kullanımlar doyumlar, suskunluk
sarmalı, gündem belirleme gibi bir dizi kuramsal yaklaşımdan medya ve din
çalışmalarında da pekala yararlanılabilir. Belki, medya ve din çalışmaları
için, önce bir üstdil ve metafizik üzerinde düşünmek mevcut kuramların üzerine
inşa edilecek yeni bakış açılarını ortaya çıkarmak bakımından daha elzemdir.
Üstdil ve kavramsal yapı ortaya konmadan nazari bir yaklaşım sergilemek hayal
olur. Elinizde terimlerinizle birlikte metafiziğiniz de varsa, açıkçası üzerine
yaslanacağınız bir tefekkür ve ilim ikliminiz de varsa nazariyat şemsiyesini
açabilirsiniz. Henüz kat edilecek epey yol var.
Hocam buraya kadar
daha çok medya ve dini akademik açıdan irdeledik, lakin uygulama açısından pek bir
şey söylemedik. Bu noktada ne söylemek istersiniz?
Araştırmaların uygulanması için bir
şeylere hemen öyle kulak kabartan olmaz. İhtiyaç duyulduğunda araştırmalara
başvurulur. Ticari faaliyetlerle kamu yararı bazan çeliştiği olur. Ticareti
önceleyenlerin zarar görmemesi de esastır. O yüzden ticari mecralar,
araştırmaları alıp inceleyip kendi ilkelerine uyguluyorlar mı, emin değilim.
Öyleyse o tarafa değil de daha çok kamu hizmeti yayıncılığının bu konuya daha
çok dikkat göstermesi gerekebilir. Öyle de oluyor sanki. Bu konuların, din
alanında ihtisaslaşmış kimi mecralarda daha çok ele alındığı görülüyor. Aslında
araştırmaların kurumlardan çok belki akademik çevrede karşılık bulduğunu
söylemek daha doğru olacak gibi. Zaman zaman kurumlar da konu ile ilgili
çalışmalar yapıyor. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın böyle çalışmalar
yaptığına tanıklık ettik. Medya bunlardan ne kadar besleniyor, ya da bunlardan
nasıl ders çıkarıp uyguluyor, tespit etmek çok zor. Ama görülen o ki,
uygulansaydı belki burada bu sorunları konuşmuyor olurduk, çalışmalarımızda medyaya
dönük kimi eleştirileri yapmıyor olurduk.
Medya üzerine düşeni yapmıyor da
kurumlar mı yapıyor? Hayır tabi, bu soruya olumlu yanıt vermek pek mümkün
görünmüyor. Sorunlara çözüm kişisel gayretlere bırakılıyor. Sosyal medya diye,
yeni medya diye, internet diye, sanallık diye bir dizi konu, kurumların
düşünmesini bekliyor. Bir internet fıkhının gerekli olduğunu sadece biz
söylemiyoruz artık. Konuyu dert edenlerin sıkça telaffuz ettikleri bir ihtiyaç
haline geldi artık. Çabalar yeterli olmuyor nedense. Kaçırılmış fırsatları
arttırıyoruz. Ve yine zamanı aleyhimize boşa geçiriyoruz. Birçok yenilikte geç
kaldığımız gibi internet karşısında ne yapılacağı konusunda ele gelir bir
kurumsal çabayı maalesef gözlemleyemiyoruz. İnsan soyunun akıbeti açısından bu
konuyla ilgili olarak serdedilecek görüşler öylesine hayati ki. Kurumların
bunun hayati önemini kavraması gerekir, arkasından sadece konuyu çözmek için
girişmek kalır. Sanırım konunun hayati önemini kavramada bir sorun var. Aslına
bakarsanız artık Türkiye buna müsait; akletmeye, fikretmeye müsait. Konu ile
ilgili akademik çalışmalar yapabilecek ya da yapan akademisyenler var. Bu
konuda söz ve düşünce üretebilecek düşünürler de var. Ama hadi çuvaldızı
kendimize batıralım ve itiraf edelim. Henüz bir yüksek lisans programımız bile
yok. Bu da bizim ayıbımız, akademinin ayıbı. İletişimciler, ilahiyatçılar ve
sosyologlardan kurulu karma lisansüstü bir yapıyı henüz inşa edemedik. Belki
Kayseri’de kurulan Medya ve Din Araştırmaları merkezi bunu yapar.
Hocam bu konuda üniversiteler
içinde ilk adım atan Erciyes Üniversitesi iletişim fakültesi.
Evet öyle. Hiç değilse medya ve
dinin akademik anlamda bir adresi var artık. Sayıları daha da artsın diyelim.
Bitirmeden önce
eklemek istediğiniz başka bir şey var mı ?
Konuyla ilgili lafın sonunu
getirmek kolay değil ama şöyle bitireyim. Yüzyıllardır kaybetmekten yorulmadık
mı. İnsanlık olarak kaybetmekten yorulmadık mı. Biz de kaybediyoruz, insanlık
da kaybediyor. Herkes kendini kurtarmaya çalışıyor, herkes kendini kayırıyor.
Şunu demek istiyorum: islam ve medya derken müslümanları kurturalım diyoruz.
Böyle olmaz. Dert Müslümanları kurtarmak olabilir ama Müslümanın dersi arzla
arş arasındaki sorumluluğu gereği insanlığı kurtarmaktır. Kendi sorunlarınıza
hapsolursanız kendi sorunlarınıza gömülmüşsünüz demektir. İnsanlığın
sorunlarına talip olanlar insanlığın kurtuluşuyla kendi sorunlarından da
kurtulabileceklerini fehim ve idrak etmelidir. Medya ve din ilişkisinde ortaya
çıkan sorunlar sadece bir coğrafyanın, sadece bir ülkenin, sadece bir dinsel
aidiyetin sorunu değil insanlığın ortak sorunudur. Sonuç almak için yeryüzü
sorunlarına talip olmak gerekiyor, medya ve din ile ilgili sorunların çözümü
büyük ölçüde burada yatıyor.
Son olarak tekrar çok sağ
olunuz kiymetli hocam , Allah sizden her daim razı olsun
Senden
de razı olsun Sevgili Melkavi. Ben de teşekkür ediyorum.
(*) söyleşinin arapçası için bak.
حول دراسات الدين والإعلام في تركيا: حوار مع البرفسور ميتيه تشامدارلي
https://www.noonpost.com/content/27069
(*) türkiye'de medya ve din araştırmaları
https://islamvemedya.com/haberler/24-manset/690-turkiye-de-medya-ve-din-arastirmalari.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder