Hasan Aycın’ın
sıkı dostları olarak Cemal Şakar, Ömer Lekesiz ve siz, sırasıyla Çizgi
Sanatında Dil ve Mesaj, Hasan Aycın’ın Çizgi’si ve Çizgiyi Okumak Hasan Aycın
Çizgilerinde Görselin İnşası’nı yayınladınız. Bu monografiler bir üçleme mi?
Ortak paydaya baktığımızda eser üçlemesi diyebilir miyiz?
Diyebiliriz ama
demeyelim isterseniz. Evet bir üçleme olabilir ama planlanmış bir üçleme değil,
nasip olmuş bir üçleme. Kendi tevazuunu içkin ama bir o kadar da sınırlarını
çizmenin zor olduğu bir üçleme. Bir yazardan neşet etmemiş ama aynı yürekte
vücut bulanların kaleminden sadır olması itibariyle evet, olabilir. Üçleme
demenin önemli bir riski var, görmezden gelmeyelim. Üçleme bir dördüncüsünü
gerektirmez. Halbuki bu üç çalışma da olası müteakip çalışmaların öncelidir. Üretilmeleri
esnasında selef halefi belirleyici olmuştur, selef halefin ilham ve sezdirme
kaynağı olmuştur.
İlk seziş Ömer Lekesiz’e ait elbet. İlk adımı o attı. Başlatıcı o. Cemal Şakar onu izledi ama başka bir cepheden yaklaştı. Her ikisi de Hasan Aycın’ı ve dünyasını anlamada son derece yetkin çalışmalar. Haklarını teslim edelim. Benimkiyse ikisinden mülhemdir. Dolayısıyla, bir üçlemeden çok, uslup ve içerikleri ayrı olarak birbirini izleyen üç kitap, Hasan Aycın çizgisini anlama ve anlamlama çabasında değişik açılımlarla birbirini izleyen üç kitap desek daha doğru sanki. Kitaplardaki izleklerin farklılığı yazarlardaki kaygı ortaklığına halel getirmez. Öncel olsunlar, öncü olsunlar ama üçleme olmasınlar. Üçleme bir nihayettir, bir sınırdır, dördüncüyü kabul etmeyen bir sınırlılıktır. Halbuki bir dördüncüsü, bir beşincisi de olacaktır bu çalışmaların, olmalıdır.
İlk seziş Ömer Lekesiz’e ait elbet. İlk adımı o attı. Başlatıcı o. Cemal Şakar onu izledi ama başka bir cepheden yaklaştı. Her ikisi de Hasan Aycın’ı ve dünyasını anlamada son derece yetkin çalışmalar. Haklarını teslim edelim. Benimkiyse ikisinden mülhemdir. Dolayısıyla, bir üçlemeden çok, uslup ve içerikleri ayrı olarak birbirini izleyen üç kitap, Hasan Aycın çizgisini anlama ve anlamlama çabasında değişik açılımlarla birbirini izleyen üç kitap desek daha doğru sanki. Kitaplardaki izleklerin farklılığı yazarlardaki kaygı ortaklığına halel getirmez. Öncel olsunlar, öncü olsunlar ama üçleme olmasınlar. Üçleme bir nihayettir, bir sınırdır, dördüncüyü kabul etmeyen bir sınırlılıktır. Halbuki bir dördüncüsü, bir beşincisi de olacaktır bu çalışmaların, olmalıdır.
Müslümanca
yaşamak düşüncesinin, Aycın’ın çizgilerinde ve sizin okumalarınızda altını
çizmeli miyiz?
Başka neyin
altını çizmeliyiz ki! Elbette öyle, ama çok kestirmeden, çok özet bir çıkarsama
bu. Çünkü arz ile arş arasında, güneşin altında ne varsa onun çizgilerinde de o
var. Tanıklığı nispetince var ve sadece onun bakışıyla var, sadece ona yansıyan
kadarıyla var. Bu tanıklık zamanın ve zamanının farkında bir müslümanın
tanıklığıdır elbet; çizgisine Allah’ın ipine tutunur gibi tutunmuş bir müslüman
sanatçının yaşadığı zamana, mekana, insana, yani aleme tanıklığıdır. Bunların
altını çizelim tamam ama asıl vurgulamamız gereken, bunların altını çizen
çizerin çizgi dünyasıdır, çizgiyle buluşma kaygısıdır, çizgisiyle var olan bir
çizerin çizgisine ayan beyan nüfuz eden kulluk idrakidir; çizgisiyle kulluk
sorumluluğunu yerine getirmeye çabalayan bir çizerin çağın sorunlarıyla mücadelesi,
çağın meşakkatine çizgisiyle direnişi, göğüs germesidir; kendine özgü
çizgisiyle aczin serencamını dillendirmesi ama aynı zamanda, insanın hali pür
melalini cüretkarca tasvirden kaçınmamasıdır. Bizim okumalarımızda da herhalde
bu ve benzeri kaygılar bir nebze de olsa tebarüz etmiştir ama bunun cevabı
bizde değil, okurda olmalı.
Çizgiden sızan
anlam korkunç mu bazen, alışılmadık mı? Bir düğüm ya da bir açmaz mı bu yoksa
netlik mi?
Niye korkunç olsun! Ama alımlayıcıyı, evet, elbette dehşete düşürebilir
kimi zaman, yüreğini kanatabilir, zihin konforunu bozabilir, rahatını
kaçırabilir. Bunların hepsi olur, alışılmadık mesajlar verebilir; uyarır da,
korkutur da ama Hasan Aycın çizgisindeki korkunçluk korkanadır, korkması
gerekenedir. Korkutmak için çizilmezler, farkettirmek için çizilirler; olası
bir yarayı anlatabilmek, duruşu müstakim kılabilmek için çizilirler. Korkan
varsa korksun, buna da müdahil olunmaz. Ayrıca, çizgilerin korkunçluğundan
çizgilerin mükemmelliğini anlamak gerekirse, ki öyledir, ama yine de nasıl ve
nereden baktığımıza bağlı. Mesaj olarak, estetik olarak, desenli desensiz
olarak, zahmet ya da meşakkat üzerinden,.. hepsiyle bakılabilir. Bazen
sorduğunuz gibi düğümlü, çetrefil, bazen kördüğüm, karmaşık olur, bazen yalın
bir çizgi içinden çıkılamazdır, doğru ama tüm bunlar muhatabıyla ilişkilidir.
Çünkü genellikle sade anlatımlı, apaçık ve besbellidirler. Bir çizginin anlaşılamaması
o çizginin müphem olduğu anlamına gelmez. Çizgilerde kahir ekseriyette müphemlik
yoktur, muamma yoktur. Muamma ya da müphemlik durumu, çizgilerle ünsiyet kuramayan
muhataptandır. Çünkü Hasan Aycın çizgisinin dili herkesin anlayabileceği denli
sarih, berrak ve nettir; okuruyla oynamaz, onunla asla şakalaşmaz. Şaka olsun
diye söylemez. Dili sarih, sözü ciddi ve vakurdur, deyim yerindeyse bilgecedir.
Bilgeliği anlamak
için daha büyük bir bilgelik gerekmez mi?
Gerekebilir. Daha
büyük bir bilgelik aramak gerekirse onu sahih kültürel ve itikadi kodlarda bulmak
mümkündür. Büyük bilgelik, açık deyişle, peygamberî deneyimde, peygamberî
yaşanmışlıkta, peygamberin örneklik eden nesep ve dostlarındadır. Güncelden
kopmadan köprü olmaya çalışır çizer köken bilgeliğe. Çizgiler bunu kolaylıkla
ele verir. Bazen İslamın bütüncül tarihinden bir kesit, bazen Kitap’tan bir
kıssa, bazen İslam düşünürlerinden bir kelam düşüverir çizginin kayıtlarına. Bir yanda kadim bir medeniyet izleği bir yanda
zamanının yaşanmışlığı köken bilgeliği inşa eder durur yeniden çizgilerde.
Adalet, liyakat, hıyanet, ihtiras, fedakarlık, aşk, vefa, acz,… gibi sayısız
imge de hep köken bilgeliğe ya da köken bilgeliğin sahih yaşanmışlığına
yaslanır.
Murat Pay bir
söyleşisinde bu çizgilerin estetik kaygı gözetmediğini ve dolayısıyla estetik
açıdan değerlerdirilmemesi gerektiğini ifade etmişti. Sizce, estetik yaklaşım
anlam ve ifşanın önünü açmaz mı?
Murat Pay’ın
neyi kastettiğini anladığımı sanıyorum. Estetik kaygı gözetilmediği doğrudur
çizgilerde. Hasan Aycın’ın böyle bir kaygıyla hareket etmediğini fehmetmekse hiç
zor değil. Estetik açıdan değerlendirilmemesi gerektiği de doğru olabilir ama
bu yargı, çizgilerin estetik olmadığı anlamına gelmez. Estetiği kabaca bir
güzellik olarak anlayalım isterseniz; biçim olarak kendine özgülük taşıyan bir
güzellik olarak düşünelim. Onun coşku ve heyecanı da bulunan bir güzellik
olduğunu vehmedelim. Böylesi bir tanımlamaya estetik dersek, Hasan Aycın’ı da kolaylıkla
kendi estetiğini kurmuş, inşa etmiş, nevi şahsına münhasır bir sanatkar olarak
belirleyebiliriz. Onun bir estetik geleneğine bağlı bir anlayışı yoktur, bir
geleneğin estetiğinden el almaz. Durum bu olunca ister istemez salt kendi estetik
geleneğini, salt kendi güzellik anlayışını, belagat ve bediiyatını inşa eder.
Onun bir hocası yoktur, bir önceli, bir örnekliği yoktur ama inşa ettiği görsel
türün bir güzelliği vardır, kendine özgü görüntüsel bir tasarım ve stilizasyon estetiği
vardır, coşkusal bir öyküleme estetiği vardır. Ama estetik olsun kaygısı taşınmadan
inşa edilmişlerdir. Her biri mümtaz bir estetik göndergeyi haiz sayısız
çizgisel tasarımı onun kendine özgü estetiğini, güzellik usul ve uslubunu
ortaya koymaya yeterlidir. Çizgilerinde ya da çizgisel sözünde belagat ve
bediiyat varsa, ki aksini iddia etmek mümkün değildir, estetik kaçınılmazdır.
Ama kaynağı, felsefesi, tavrı, imge, simge ve değer düzeneği, yaratıcılığı
başkacadır, bildik değildir, kendine özgüdür ve çizgisinin söyleminde, anlatısında,
usul ve uslubunda içkindir. Bu bakımdan estetiği yok diyemeyiz ama bildik
estetikten kasıtla değerlendirilmemek gereğini anlamak mümkündür. Sanırım Murat
Pay da bunu demek istiyor. Bildik ya da öğretilmiş gölge estetiğinden, bildik
ışık estetiğinden, bildik siyah beyaz estetiğinden ya da estetik kuramlarındaki
köken verilerden, kuramların beslenme kaynaklarından uzak düşünmek gereği
doğrudur. Bu durum onun çizgilerinin kendi kurguladığı tasarım ve öyküleme
estetiğini ilga etmez, geçersizleştirmez. Estetik yaklaşım anlam ve ifşanın
önünü açsın diyedir, tek amaç değildir. Tek amaç estetik olursa -ki çizgilerde
böyle bir şey söz konusu değildir, tersine estetik ikincildir ya da sadece
anlam ve ifşaya aracılık eden mütemmim cüzdür-, o zaman soruda ima ettiğiniz
çıkarsama gerçekleşir, yani anlam ve ifşanın önü tıkanır, salt bir hazdan, salt
haz üzerine kurulu bir estetikten söz edilebilir. Çizgideki estetik niyet,
çizerin niyetinden bağımsız olmadığına göre, böyle bir şeyi düşlemek bile
çizerin estetik kaygılarına ciddi bir haksızlık olur. Çizginin estetik
kodlarını çözmek için çizerin neyi nasıl çizdiğine bakmak yeterlidir.
Neyi çizdiğine
bakarsak neden çizdiğini anlar mıyız? Ya da şöyle sorsak, neden çizdiğini
anlarsak neyi çizdiğini anlar mıyız?
Elbette, yeter
ki neyi çizdiğini okuyabilelim. O çizginin neden çizildiğini bir biçimde
anlarız. Çizgi, çizilme gerekçesini ele verir ama bir şartla, o da dikkatli
okur olmayı gerektirir. Yani çizerin dünyasına bir parça da olsa nüfuz
edebilmeyi gerektirir. Bir olay, bir kişi ya da çizerin bizzat yaşadığı bir
durum, belki daha önce anlatılarında yazdığı bir karakter, oradaki çizginin
sebebi olabilir. Bu yüzden çizerden bağımsız değildir. Çizgi kamuya düşmeden
önce çizerin gönlüne düşmüştür. Gönle düşmeyen, kaygıya, hüzne, acze karşılık
gelmeyen çizgiye de gelmemiştir. Çizgide olan nedenlidir ve okura, kendi
nedenini büyük ölçüde ifşa eder ama çizerin gönül evrenine bir parça
sokulabilmiş okura. Neyi çizdiğini anlarsak neden çizdiğini böyle, onun kaygılarına
yaklaşarak anlarız, tabi tersi de mümkün. Neden çizdiğini bilebilme imkanımız
varsa, -ki çoğukez mümkün olmaz bu- neyi çizdiğini elbette daha kolay anlarız.
Ayrıca çizer çizdiklerini bilinsin için çizmiştir, derdini izhar için
çizmiştir, o yüzden çizgiler meçhul ya da gizli kapaklı bir söylem üretmezler.
Hasan Aycın
Çizgilerinde her bir görselin inşasının tasvir ve temsil düzeyde milimetrik
izahatına çalışmışsınız. İzahata çalıştıkça anlamı bozuyor muyuz?
Bilakis, görülemeyen ortaya çıkıyor. Kaynağına inilmeye çalışılıyor,
konudan kopmadan, mesajdan uzaklaşmadan. Bu tutumun sıradan bakış konforunu
bozabileceği doğrudur, ilk etkiyi, ilk izlenimi sarsacağı doğrudur, ama
derinliğine okumalar doğası gereği buzdağının görünmeyen yüzünün üzerinde
durduğunu bilerek hareket eder. Buzdağına görünmez yüzünden bakar. Görünmeyen
yüzü olmasaydı buzdağının görünen yüzünün olamayacağını çok iyi bilir ve
görünenin neyin üzerine oturduğunu, neyin yalın bir kesiti olduğunu anlamaya
çalışır. Temsil ve tasvir düzeyinde yapılmaya çalışılan da bundan ibaret.
Aslolan temsil düzeyidir, tasvir bizim için sadece bir arayüzden ibarettir.
Temsil edilen olmasa temsili tasvir eden olmaz, yani anlam bozulmuyor, tersine
ayrıntısıyla kavramsallaştırılıyor. Yapılmaya çalışılan kabaca bu.
Aycın’ın sanatı
bize neyi öğütlüyor? Sorular mı soruyor cevaplar mı veriyor?
Sorular da soruyor, cevaplar da veriyor ama tek kelimeyle, müstakim bir
yol öğütlüyor. İnatla ve ısrarla öğütlüyor. Sarsıyor, silkeliyor, kimi zaman
haykırıyor, kimi zaman fısıldıyor, kimi zaman itiraz ediyor, kimi zaman el
uzatıyor ama bunu yaparken söyleşmeyi hiç ihmal etmiyor, hep halleşiyor. Hasan
Aycın çizgileri söyleşir, söyleşen çizgilerdir. Herkesle ve her dilden
söyleşir. Çizgisinin dili başkaca dillerle iletişim kuran insanlarla da
söyleşir. Yeryüzünün bir köşesinde onu tanıyan ya da tanımayan herhangi bir
insan onun çizgilerinden bir şeyler çıkarabilir. Çizer, dilini bilmedikleriyle
de söyleşir. Sadece iyilerle değil kötülerle de söyleşir, alan alacağını alsın
kalan kalacağına kalsın diye. İmge ve simge diline tutunarak tüm insanlarla
söyleşen çizgiler, çizerini yeryüzü çizeri yapar ve öğüdünü yerelde bırakmaz.
İmgesel ve
simgesel düzlemde çığır açan böyle bir değerin ulusları aşması gerekmez mi?
Bunca yayınevi ve imkan varken Hasan Aycın çizgileri neden ötelere geçmiyor?
Hasan Aycın
ömrünce çizdi, ömrüyle çizdi, çizgi ile ömürlendi. Takdir onda böyle tecelli
etti. O da hakkını verdi, gayrısının umurunda olduğunu sanmıyorum. Ama umurunda
olması gerekenleri ilgilendiren bir soru bu. Ayrıca, bunca yayınevi varken
dediğiniz zamanlar çok yenide. İmkanlar çok yenide. Fakat imkansız dönemlerde
bile yurtdışında kimi dergilerde çizgileri çıktığını hatırlıyorum. Yine de
çıkıyordur belki. Bilmiyorum, kendisi de bilmiyor olabilir. Ancak gereği gibi
yani kendi coğrafyasına sığmayan bir yeryüzü çizerinin hakkı teslim edilmiyor
diyorsanız, haklısınız. Ama gelecek yüzyıllar onun hakkını çağdaşlarından daha
fazla teslim edecektir, bunun farkındayım. Hasan Aycın çizgileri yeryüzüne
bırakılmış çizgilerdir. Aktarma, iletme kaygısı taşıması gereken kişi ve
kurumların sorunuzdaki kaygı ve hassasiyetten kendilerine görev çıkarmalarını
umalım ve bir kültür politikasının, bir sanata özgü iletişim yönetiminin
eksikliğini her anlamda derinden hissettiğimizi de sorunuzdan istifadeyle ifade
etmiş olalım.
(*) Söyleşen : Abdullah Yalın Karadağ, YEDİ İKLİM, SAYI 361, NİSAN 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder