3 Şubat 2012 Cuma

hafızasını iki kez yitiren adam

HAFIZASINI İKİ KEZ YİTİREN ADAM*

NECİP MAHFUZ

Türkçesi: Mete Çamdereli


Küçük bahçede ondan başka kimse kalmamıştı. Müşterilerin bir kısmı, akşam yemeğinden sonra, bahçeye ya da onun bitişiğindeki küçük salona geçmişti. Çoğu da odalarına çekilmişti. Diğer bir kısmı da, çölün içinden geçen yola koyulmuşlardı bile. Bahçedeki sandalye ve masaları toplamak için gelen garson, henüz oturmakta olan bir müşterinin kalkmasını bekledi bir süre. Fakat müşteri, hiç de kalkmak niyetinde değildi. Çölün ötesindeki dağların eteklerinden gelen sert ve canlı esintiden hoşnut, tek başına orada oturup duruyordu. Garson, sandalye ve masaları taşımaya koyuldu ve kalkma vaktinin geldiğini ima etmek için bir kaç kez döndü etrafında. Sonra cesaretini toplayarak, dikildi adamın önünde ve sordu:
                "İstediğiniz bir şey var mı?
                —Boş bir oda.
                —Olacak, ama patronla görüşün efendim.
                —Salonun ucunda duran şu genç kız mı patron?
                —Hayır, içeride, biraz daha ilerde.                
                —Peki o kız kim?
                —Patronun kızı, aynı zamanda restoranın sorumlusu.
                —Teşekkür ederim."
                Adamın yerinden kımıldamadı-ğını gören garson konuşmayı sürdürdü.
                "Biraz anlayışlı olun lütfen, masayı toplayabilmem için kalmalısınız.
                —Kusura bakmayın, biraz yorgunum da. Az daha oturup kendime geleyim."
                Garson çekildikten sonra, yalnız kalan adam, genç kıza doğru baktı. Yemeğini yerken de yapmıştı bunu bir çok kez. Adamın kendisine baktığını gören kız, gözlerini kaçırdı ondan. "Ah! ne var ki bu kız otelin patronu" diye söylendi kendi kendine, sonra da; "Böyle güzel bir kıza sahip olmak ne hoş olurdu!" diye ekledi kendinden geçerek.
                Bir an, kalkıp kalkmama arasında karar vermeye çalışırken, patronun geldiğini gördü. Genç kız ne olup bittiğini görmek için, salondan bahçeye uzanan koridorun ucunda dikildi.
                "Buyrun! dedi patron, genç adama.
                —Teşekkür ederim.
                —Garson, bana, bir oda istediğinizi söyledi.
                —Evet, geceyi geçirmek için bir oda.
                —Öyleyse kalış işlemleri için şöyle buyrun lütfen.
                —Doğrusunu isterseniz...
                —Efendim, anlayamadım.
                —Aslında ne diyeceğimi bilemiyorum.
                —Yine de söyleyecek bir şeyiniz vardır, herhalde.
                —Meramımı nasıl anlatacağımı bilemiyorum.
                Genç kız babasına yaklaştı ve üsteledi:
                "Konuşmalısın, yine de.
                —Bana biraz zaman verin...
                —Belki de paranız yok.
                —Para mı? Oo! hayır, gereğin-den de fazla var.
                —Eee, sorun ne öyleyse?
                —Son derece bitkinim.
                —Ama çok sağlıklı görünüyor-sunuz.
                —Aslında, ben kim olduğumu bilmiyorum.
                —Ne diyorsunuz?
                —Kim olduğumu bilmiyorum.
                —Aklınız başınızda mı sizin?
                —Sanırım evet.
                —Yani, şimdi siz, kim olduğunuzu bilmiyor musunuz? Nasıl olur? diye sordu genç kız.
                —Nereden geldiğimi, kim oldu-ğumu, adımın ne olduğunu bilmiyorum.
                —Siz oraya, otelin bahçesine nasıl geldiniz peki? diye söze karıştı baba.
                —Kendime geldiğimde çöldeydim. Önümde yalnızca bir bina vardı, o da oteldi. fiehre girmeye cesaret edemedim. Bahçenize sokuldum.
                —Kimlik belgeleriniz de yok mu?
                —Hayır, çalındı herhalde...
                —Ama paranız var, söylediğinize göre.
                —Belimdeki kuşağa sokulu olarak buldum onları.
                —Ama en azından sizin paranız değil mi?
                —En azıdan ben de öyle olduğunu düşünüyorum.
                Sessizce biribirlerine baktı üçü de, sonra baba, "Bir şeyler hatırlıyor olmalısınız? O kadar karışık olmamalı. Nereden geldiği-nizi hatırlayamıyor musunuz?" dedi.
                —Bilmiyorum.
                Patron uzunca bir süre düşündü:
                —Nereye gidiyordunuz?
                —Bilmiyorum.
                —Aileniz?
                —Bilmiyorum.
                —Evli misiniz? diye sordu genç kız.
                —Bilmiyorum."
                Patron uzunca bir süre düşündü.
                "Ne yapacaksınız?" diye sordu. Adamın, bu konuda en ufak bir düşüncesi bile olmadığını söylemesi üzerine yeniden düşündü ve "Köklerinizi, geçmişinizi araştırır-sınız mutlaka..." dedi.
                —Makul bir düşünce.
                —Örneğin gazetelerde fotoğra-fınız yayımlansa.
                —İyi fikir...
                —Sizi merak edenlerin de zaten yapacağı budur...
                —Öyle olsa gerek...
                —Sorununuz sıradan sorunlardan değil, ama mutlu sonla ve çabucak çözülecek cinsten... 
                —Umarım, öyle olur.
                —Ne hissediyorsunuz şu an? diye sordu genç kadın yumuşak bir biçimde.
                —Hiçlikten gelen ve hiçliğe giden bir hiçliğin etkisindeyim.
                Birbirlerine yeniden baktı üçü de ve genç adam karar verdi:
                "Bir doktora görüneceğim, ilkin.
                —Çok akıllıca.
                —Ama bana, başımı sokacak ve kullanım işlemlerinden muaf tutulacağım bir yer gerekiyor.
                —Bu işin sonu nereye varır, bilemiyorum.
                —Herşey yolunda gidecek, inşa-allah.
                —Tanrı sizi işitsin!
                —Hayatım boyunca bu iyiliğinizi unutmayacağım.
                Bir oda ve yatak verilir genç adama. Adam arkasını dönüp giderken, babayla genç kız konuşmadan, gözleriyle izlediler onu. Uzunca bir süre  ve şaşkınlık içinde baktılar birbirlerine:
                "Hayret verici bir şey, dedi baba, inanmak öyle zor ki!
                —Herşeye rağmen samimi, ama gerçekten hasta, diye geveledi genç kız.
                —Tuhaf olan da bu ya.
                —Evet, haklısın.
                —Söylesene bir hata yaptım mı?
                —Sen hiç yanılmazsın", dedi genç kız yumuşak bir biçimde.

                                                                              *             *             *

Dağdaki villanın balkonu, koyu karanlığa gömülmüştü. Gölge gibi görünen iki adam duruyordu orada. Biri sallanan koltuğa oturmuş, diğeri ayakta onun önündeydi. Birincisi sordu:
                "Ne olup bitiyor?
                —Ayakları onu otele götürdü.
                —fiaşırmadım.
                —Mahvolmuş gibiydi.
                —Yeni bir şey yok mu?
                —Tamamiyle yeni bir durum işte.
                —Gerçekten mi?
                —Ne söylediğimi biliyorum.
                —Öyleyse uyanık olun ve her şeyi not edin.
                —Emredersiniz!"

                                                                              *             *             *

                Akşam yemeği biter. Müşteriler dağıldıktan sonra, müdüriyette baba, kız ve genç adamdan başka kimse kalmamıştı. Genç adamın gözlerinden açıkça endişe okunu-yordu.
                Baba merhametli bir tonla dedi:
                "Henüz bir karara varamadınız mı?
                —Gazetelerde fotoğrafım yayım-landı, ama kimse beni aramadı.
                —Ama iyi olan bir şey var; hiç olmazsa polis aramadı sizi.
                —Böyle bir çözüm yoluna dayanamayacağım artık.
                —Uzun ve karmaşık mı geldi?
                —Çok da pahalı.
                Kısa bir sessizlikten sonra, devam etti genç adam:
                "Size yük olduğumu düşünmekten kendimi alamıyorum.
                —Hayır böyle düşünmeyin.
                —Gerçekten mi?
                —Dostuz artık biz, gibi geliyor bana.
                —Dünyada artık herşeyim sizsiniz.
                —Sizi konuk ederken aldığım sorumluluktan da artık korkmuyorum.
                —Er ya da geç kendinizi tanı-yacaksınız, dedi genç kız.
                —Zahmete değecek bir şey bulacağımı sanmıyorum, diye karşılık verdi genç adam biraz utanarak.
                —Siz aklı başında bir insansınız, kimseye de ihtiyacınız yok.
                —Bütün zamanımı beklemekle mi geçireceğim?
                fiimdiyi ve geleceği düşünmek daha yeğdir, dedi baba.
                —Paralar suyunu çekmeden mi?
                —Evet.
                —Öyleyse bir iş bulmalıyım.
                —Ne iş yaparsınız?
                —Ne iş olsa.
                —Bir fikrim var", dedi adam, uzunca bir süre düşündükten sonra. Diğeri de soran gözlerle bakıyordu ona:
                "Otelin, dedi, taze kana ihtiyacı var.
                —Ne demek istiyorsunuz?
                —Paranızla bize katılmanızı ve muhasebede bize yardımcı olmanızı teklif ediyorum.
                —Harika bir fikir!
                —Öyleyse ne duruyorsunuz!
                —Yine de paranın birilerine ait olmasından korkuyorum.
                —İlan verdiniz; epey de bir zaman oldu. Vicdanınızın rahatlaması için yeterli bir süre bu.
                —Bu konuda siz ne düşünüyor-sunuz? diye sordu genç adam genç kıza.
                —Babamın görüşüne katılıyorum
                —Tamam.
                —Anlaştık öyleyse, dedi baba.
                —İçimi kor gibi kavuran bir arzuyu söyleme zamanı geldi.
                —Sizi dinliyorum.
                —Kızınızla evlenmek istiyorum, dedi genç adam, kısa bir sessizlikten sonra.
                —Acele etmeyin.
                —Aylardır bekliyorum; yetmez mi?
                —Evlisiniz belki.
                —Ama kimse aramadı beni.
                —Gerekli olan her şeyi konuştuk, şimdi gitmeliyim. Yapacak acil bir işim var.
                Adam çekip gitti. Orada kalan iki genç birbirlerine bakıyorlardı.
                "Babanız gibi siz de mütereddit misiniz?
                —Ne düşündüğümü biliyorsunuz, dedi sakin ve  yumuşak bir biçimde.
                —Geçmişimin aydınlığa kavuş-masını beklememi ister misiniz?
                —Geçmişinize giden yolu bulmanıza ya da geçmişinizin sizin yolunuzu bulmasına aldırmıyorum...
                —Sevindim, ama yine de endişe-liyim.
                —Beni seviyorsunuz değil mi?
                —Beni buraya bağlayan tek şey aşkınız.
                —Bu da bize yetmeli.
                —Burada çalışacağım ve sizinle evleneceğim... ama babanız tereddüt ediyor.
                —Kesinlikle hayır. Onu çok iyi tanırım.
                —Onun güvenini kazandığımı sanıyorum.
                —Bu güvene layıksınız.
                —Mutluluğumuza eriştirmesi için Tanrıya dua edelim.
                —Evet, dua edelim Ona, bütün içtenliğimizle.

                                                                              *             *             *            

                Dağdaki villanın balkonunda, koyu karanlıkta konuşuluyordu. Sallanan koltuğa oturmuş olan gölge sordu: "Ne haber". Koltuğun önünde duran gölge cevap verdi:
                "Otelin patronu onu yanına aldı.
                —Çok iyi bir insan. fieytani bir kurnazlığa da sahip.
                —Diğer adam, işine kendini iyiden iyiye kaptırdı.
                —Neden peki, hemen bakımını üstlenmedi onun.
                —Bu insanlar dolaylı yöntemleri kullanmayı yeğliyor.
                —Herkes merak içinde.
                —Hiç bir şey, henüz merakını çekmedi onun.
                —İyi.
                —Meçhul olarak kaldı, gerçek bir bilmece gibi.
                —Kendisi açısından da mı öyle olduğunu söylemeye çalışıyorsunuz?
                —Tabii.
                —Peki hikaye nasıl gidiyor?
                —Aşk kendini gösterdi.
                —Yeniden mi?
                —Evet, babanın da gözü adamın parasındaymış.
                —Bir hırsız için, parasının çalınması zor olsa gerek!
                —Ama, o bir iş adamı efendim.
                —Bir iş adamıyla hırsız arasında bir fark var mı orada?
                —Evet, var.
                —Nasıl yani?
                —Genç adam  otele para koydu ve kızla evlendi...
                —İyi oynamış.
                —Aşkla iş birbirine gülümsüyor...
                —Daha doğrusu, meçhul olan aydınlanmadı mı?
                —Birlikte olduklarında bunu aklına bile getirmiyor.
                —Çoğu kez birlikteler mi?
                —Onu yalnız görmekten hoşlan-mıyor karısı.
                —Babası kadar kurnaz...
                —Doğru olan da bu; kocasını da, oteli de sevmeli.
                —İşler karışıyor ve umut tükeniyor
                —Hala umut var.
                —Uyanık olun ve her şeyi not edin.
                —Emredersiniz!

                                                                              *             *             *

                Aile küçük bahçedeki bir masanın etrafında toplanmıştı. Geçen zamanın  çok değiştirdiği yüzlerine yaşlılığın gölgesi düşüyordu. Baba diyordu:
                "Gelecek yazı göremeyeceğim, hissediyorum bunu.
                —Tanrı ömrünüzü uzatsın! dedi kadın.
                —Yakında daha da iyi olacaksınız" diye ekledi kocası.
                Yaşlı adam:"Akan zamanlardan çekip gidenlere ne mutlu!"
                Kadın"Durum o kadar da kötü değil!"
                Adam:"Bunun daha kötüsü olur mu?"
                Kadın, kocasına karşı çıkarak: "Daha da kötüsü olabilir."
                Adam, alaycı bir tavırla:"Ne zeka!"
                Baba:"Benim zamanımda hayat daha sade ve daha neşeliydi."
                Adam:"Hep şimdi'den şikayet edilir, geçmişe üzülünür, halbuki geçmiş, eskinin şimdisiydi..."
                Kadın:"Neredeyse  hiç kimseyle görüşemiyoruz. Sanki bir kırbaç sırtımızda şaklıyor da dört nala koşuyoruz..."
                Adam:"Bir saat dinlenebilene aşk olsun."
                Kadın:"Ben de seninle çalışı-yorum, hem de on kişilik çaba göstererek."
                Adam:"Ben de on beygirlik."
                Baba:"Önceleri işe daha fazla sarılırdık ve sonuçlar, daha istenen düzeyde olurdu!"
                Adam:"Biz de yedi çocuğun üstesinden geliyoruz.
                —Çok tahammül ettik ama onlar da bizi üzmediler.
                —Bu zamanda, tek bir çocuğun ne anlama geldiğini bilmiyor musunuz?"
                Kadın:"Herkes bir yerlere geldi...
                —Biz aynı sıkıntıları yaşıyoruz."
                Baba:"Kimbilir, insanlar belki de bu otel yüzünden kıskandı bizi?"
                Adam:"Ama bugün, bize baktık-larında, acıyorlar halimize."
                Kadın, iç çekerek:"Çöl yolu otellerle doldu.
                —Herkes günün modasına ayak uyduruyor!"
                Baba:"Senin yedekte paran var. O da oteli yenilemeye yeter.
                —Yenilemek kalıcı bir çözüm değil.
                —Nedir öyleyse çözüm?
                —Yıkmak ve yeniden yapmak.
                —Peki o kadar parayı nereden bulacaksın?
                —Bulacağız. Başka seçeneğimiz kalmadı. Aksi taktirde, daha biz ha—yattayken basit bir han haline gelecek otel.
                —Aklından ne geçiyor?
                —Borç bulmak, mümkün olursa.
                —Kötümser olma, dedi kadın.
                —Buna zamanım yok.
                —Önemli şeyleri unutuyorsun.
                —Ha evet!
                —Bizde olsa da, sende olmayan önemli bir şey var.
                —Neymiş o?
                —İman.
                —Bende de var.
                —İman etmeye zamanın yok senin. Onun bize ne getirdiiğini biliyor musun sen?
                —Hayır, söyleyin.
                —Yoksul olan büyükbabam, evinin bahçesinde gömülü bir hazine bulmuştu.
                —Gömülü bir hazine mi!
                —Yaşamını sürdürebilmek için Tanrı'ya duacı oldu. O'ndan istedi.Tanrı da onu işitti. İşte o hazine parasıyla bölgedeki ilk oteli inşa ettirmişti.
                —Hazinenin kime ait olduğunu araştırmalıydı ve onu sahibine vermeliydi.
                —Hazine, ona Tanrı'nın armağa-nıydı.
                —fiimdilerde, yasalar, böylesi armağanların kabulünu bir tür hırsızlık sayıyor.
                —fieytan görsün yüzünü! Siz, binlerce hırsızlık yapıyorsunuz...
                —Affedersiniz efendim, gömülü bir hazine üzerine düşebileyim diye, Tanrı'ya, bana, yaşamımı sür-dürmek üzere birşeyler vermesi için dua mı etmemi istiyorsunuz?
                —Öyle yapsan da vermez  zaten sana.
                —Gerçekten mi?
                —İman kendiliğinden olmaz.
                —Sen de buna mı umut bağ-lıyorsun? dedi adam karısına dönerek.
                —O artık bizim layık olmadığımız bir şeref, diye soğukça cevap verdi kadın.
                —Ha şöyle?
                —Ama bizim başka zenginliğimiz var.
                —Neymiş o?
                —Çocuklarımız.
                —Evet, beni elden ayaktan çeken bir dert onlar.
                —Ama yarın bir gün onlar, yeni otellerin patronluğu yanısıra, anababasının ve işlerinin kendilerine sağladıkları her türlü imkanı paraya dönüştürebileceklerdir.
                —Düş bu, bahsettiğin.
                —Ama gerçekliği ve sağlamlığı olan.
                —Düş bu, çılgın bir düş...
                —Hayır, ama onların okumaları için gerekli imkanları, hatta daha fazlasını bulmak  da bize düşer.
                —Onları beklerken açlıktan öleceğiz, diye korkuyorum.
                —Hayat mücadelesi bu, sabredenler başarır.
                —Her ikinizde de iman yok, dedi baba.
                —Bugün artık, diye karşılık verdi adam, düş ve gömülü hazinelere yer yok.
                —Gelecek yazı göremeyeceğim; iyice hissediyorum bunu."
                Yaşlı adam, güçlükle doğruldu yerinden, "bu dünyadan göçmek ger-çek bir mutluluk" diye ekleyerek içeriye geçti. Onunla giden kadın, bir kaç dakika sonra, bir şişe soğuk birayla geri döndü. Bardakları doldurdu ve bir şeyler gevelendi. Karanlık daha da koyulaşıyordu.
                "Cesaretini topla!
                —Yedekteki para, yeni bir kat çıkmaya yetmeyecek.
                —Cesaretini topla sevgilim!
                —Zaten bir şeye benzemeyen bu eski otele yeni bir kat!
                —Cesaretini topla! Beni dinlemi-yor musun sen?
                —Temeller başka katları taşıya-mayacak kadar yaşlı.
                —Cesaretini topla! İçer misin?
                —Çevremizde yeni yeni oteller görüyorum ve ölecek gibi oluyorum.
                —Biraz sakinleşmelisin, cesaretini topla!
                —Niye şans hep onlardan yana?
                —Beni dinlemek istemiyor musun?
                —Ya yeni bir otel ya da açlık...
                —Bizim güçlü irademiz var, çocuklarımız var.
                —Baban gibi sen de düş görüyorsun.
                —Hazinelerimiz var! Gömülü hazinelerden değil!"
                Ellerini tutmak istedi karısı, ama başaramadı. Adam ayağa kalktı ve "o adamı bulma zamanı geldi" diyerek kayboldu.

                                                                              *             *             *

                Kadın yalnız kaldıktan sonra, bahçe kapısından bir adamın girdiğini gördü. Adam nezaketle eğildi.
                "İyi akşamlar hanımefendi!
                —İyi akşamlar.
                —Kendimi tanıtmama izin verin, lütfen. Ben, Grand-Hotel'in sahibi-yim.
                —Memnun oldum, buyrun oturun rica ederim.
                Adam, masanın üzerinde duran iki dolu bardağa şöyle bir baktıktan sonra bir iskemle çekti ve sordu:
                —Bize katılacak biri mi var?
                —Hayır, bir az önce kocam buradaydı da. Ama gitti.
                —Hotel des Fleurs'ün patronunu görmeye gitmiş?
                —Nereden biliyorsunuz?
                —Biz, bizi ilgilendiren şeyi biliriz hanımefendi.
                —İlginize teşekkürler!
                —Birasını içmeyi unutmuş sanki...
                —O kadar ilginç mi bu?
                —İş adamları kendilerini rahatlatacak şeyleri çok unuturlar.
                —Kendinizi bu konuda iyi yetiş-tirmişsiniz.
                —Başarılı iş adamları hiç bir şeyi ihmal etmezler.
                —Bizde onlardanız, dedi kadın biraz canlı bir tonla.
                —Bunu öğrenmekten zevk duydum.
                —Kocamın olmadığını biliyorduysanız, neden teşrif ettiniz?
                —Sizi yalnız görebilmek için hanımefendi.
                —Öyle mi?
                —Doğrusu, kadın aklının üstün-lüğüne inanırım.
                —Bu düşünceden hareketle, kocamla aramda bir kıyaslama yapmak istiyorsanız, iltifatınızı kabul etmiyorum.
                —Kavga etmeye gelmedim..."
                Sonra bira bardağına bakarak:
                "Kocanızın yerine geçmeme izin verir misiniz? diye sordu adam.
                —Konuşma biçiminizi hiç beğen-medim.
                —Affedersiniz ama, bütün erkekler size zaten bu yüzden hayran.
                —Beyefendi, siz buraya bana hayranlığınızı mı bildirmeye geldiniz?
                —Otelinizi satın almak için geldim hanımefendi.
                —Otelimizi mi?
                —Buraların tek eski oteli sizinki?
                —Hiç böyle bir teklif beklemiyordum doğrusu!
                —Kocanız borç bulmaya gitti, çabası sonuç getirmeyecek.
                —Niçin?
                —Çünkü kimse kendine tehlikeli olabilecek bir rakip ortaya çıksın istemez.
                —Onun yokluğunda, bu konudan bahsetmek beni rahatsız ediyor.
                —Satmak en iyisi, kafanızı çalış-tırın.
                —Aynı görüşte değilim.
                —Oteliniz eski, kullanılamaz durumda ve yenilemekle de bir şey kazanamayacaksınız. Halbuki satarsanız alacağınız parayı yeniden kullanabileceksiniz.
                —Otel bizim hayatımız, geleceğimiz.
                —Anlaşabiliriz, size ve kocanıza yeni yapılacak otelde iş verebiliriz.
                —fiimdiden anlaşmaya varmışız gibi konuşmayın.
                —Ben de bizzat size başvurdum, akıllı olduğunuzdan.           
                —Yeni otel bizim elimizle ve bizim paramızla yapılacak.
                —Paranız yok ki! Çocuklarınızın okuması için de para gerekecek.
                —İşimize karışmayın beyefendi.
                —Ama ortak çıkarlarımız var.
                —Sanmıyorum.
                —Kocanızın inadıyla konuşuyor-sunuz sanki.
                —Biz ikimiz de biriz, beyefendi.
                —Size kalbimdekini itiraf etmek daha iyi.
                —Neyi?
                —Aslında otelin hiç bir önemi yok.
                —Eski ama, yeri iyi değil mi?
                —Dostluk ilişkileri, insani iliş-kiler kurmak beni daha çok ilgilendiriyor.
                —Gerçekten mi?
                —Para sıkıntım yok inanın.
                —Gerçekten mi?
                —Aslında ihtiyaç duyduğum, yal-nızca aşk.
                —Aşktan bahsetmek için kocamın dönmesini bekleyin, ona...
                —Taparım ben böyle kadına!
                —Aynı şeyleri hissetmiyoruz beyefendi.
                —Aslında birbirimizi anlıyoruz. Düşünmek ve bazı kararlar almak için yeterince zamanımız var."
                Adam burada kesti ve gülümsedi. Bardaktaki birayı son damlasına kadar içti. Başıyla selam verdi ve gitti.

                                                                              *             *             *

                Dağdaki villanın balkonunu gö-men karanlıkta konuşuluyordu. Sallanan koltukta oturan gölge sordu.
                "Ne haber?
                —İşler karışıyor, diye karşılık verdi ayaktaki gölge,
                —Dostumuz ne yapıyor.
                —Deli gibi çalışıp didiniyor.
                —Ya karısı?
                —Her attığı adımda onunla.
                —Başkaları?
                —Oteline ve karısına el koymaya çalışıyorlar.
                —Kadın onların niyetlerini biliyor mu?
                —Bütün çıplaklığıyla. Ne olursa olsun hayır diyor.
                —Kocası biliyor mu?
                —Bunun için yeterince zeki ve zaten karısı da ona herşeyi ayrın-tısıyla anlattı.
                —Niçin haberdar etme gereği duydu?
                —Suçsuzluğunu kanıtlamak ve onun kalbindeki aşkını canlandırabilmek için...
                —Adam karısını artık sevmiyor mu?
                —Buna zamanı yok.
                —Peki ya meçhul geçmişi; yeniden düşünmüyor mu onu?
                —Buna da zamanı yok. Bir defasında karısına, hafızası yerine geldiğinde, kendisini belki de bir milyoner çocuğu olarak bulabileceğini söyledi. Karısı da onunla alay etti. Babası gibi onun da hazine düşleri gördüğünü söyledi.
                —Sizce, köklerini ne zaman dü-şünmeye başlayacak?
                —Hangi köklerden bahsediyorsunuz, efendim?
                —Siz de amma safsınız!
                —İyi de efendim, bu onun işye-rinde başarılı olmasına bağlı.               
                —İşler ondan bitmiyor."
                Ayaktaki tek bir kelime söylemekle yetindi. Sonuçta oturan dedi:
                "Uyanık olun ve her şeyi not edin!
                —Emredersiniz efendim!"

                                                                              *             *             *

                İkisi de yaşlanmıştı. Hayat dolu, ama endişeli bir delikanlı kar-şılarına çıkageldiğinde, onlar küçük bahçede oturuyorlardı.
                "Mektubunu okuyunca çok üzül-düm, dedi delikanlı.
                —Sen de hiç olmazsa durumu anladın... diye söyledi anne.
                —İlk uçağa atlayıp geldim.
                —Sana akıl danışmam gerekiyordu, dedi baba.
                —Seni, tezini hazırlamandan alı—koyduğumuzu biliyoruz, diye ekledi kadın.
                —Durum o kadar kötü mü baba?
                —Öyle yavrum.
                —Kız kardeşinin ölüm nedenlerinden biri de açlık, dedi anne  ağlayarak.
                —Otel müşterisiz değil ama!
                —Oda ücretlerini düşürmek zorunda kaldık, dedi baba. Kazandığımız masrafları karşılamı-yor. İşler giderek daha da kötüleşiyor.
                —Ya yedekteki para?
                —Onu da harcamak zorunda kaldık."
                Karı-koca bir an birbirlerine baktılar. Baba, oğluna dönerek, dedi:
                "Bu çetin mücadelenin ruhsal çöküntüsü yaşarken, bir de iki kardeşini kaybettik.
                —Çok fazla üzüldüm.
                —Çevremizdeki köpekler, bizi boğmak için, giderek daha adi, daha acımasız yollara başvuruyorlar.
                —Sonra da, dedi anne yine ağlayarak, dağın eteğinde bir gün diğer kardeşinin cesedini bulduk.
                —Soruşturma ne oldu?
                —Dosya açıldı yalnızca.
                —Büyük baban da bu acıya dayanamayıp öldü, dedi baba.
                —Öbür kardeşin de, öldürülen kardeşinin intikamını almaya çalışırken öldürüldü.
                —Allah belalarını versin!
                —İşte oğlum, ölüm ve açlıkla böyle kuşatıldık, diyerek yeniden söze karıştı baba.
                —Baban bu yüzden oteli satıp buralardan kaçmayı bile düşündü.
                —Hayır, kesinlikle buna gerek kalmayacak, diye haykırdı genç adam.
                —Peki nasıl, yavrum?
                —Kararınızın bu olduğuna inanamıyorum! Sorunu belki de tartışarak...
                —Bunu yapmak iyi olur belki, ancak sonucu değiştirmez.
                —Biraz daha dayanmalıyız.
                —Fakat biz, gördüğün gibi yaşlanıyoruz.
                —Herşeyi bilmelisin, dedi baba. Bu mücadele, bizi, yasaya aykırı işler sürükledi. Böyle bir şey aklımızın ucundan bile geçmezdi ama.
                —Yasaya aykırı işler mi?
                —Evet yavrum. Yasa karşısında ne annen ne de ben masum değiliz artık.
                —Yaptıklarımız bir anda ortaya çıkarılabilir, dedi anne.
                —Çok fena!
                —İşte, acıdan başka bir şey yok hayatımızda.
                —Dikkatli olmalıyız, daha da suç işlemeye itileceğiz...
                —fiimdi ne düşünüyorsun? diye sordu anne?"
                Delikanlı içini çekti, bir an durakladı ve dedi:
                "Çok önemli bir haberim var size...
                —Nedir,  yavrum?
                —Birkaç yıl daha sabredebilirsek, ciddi bir harcama yapmadan oteli yeniden yapabilirim.
                —Sen mi?
                —Evet, tezimde uğraştığım konulardan biri...
                —Yalnızca bir umut, umuttan başka bir şey değil.
                —Hayır, çok daha fazlası. Kesin şeyler keşfettim.
                —Ya izlediğin yöntemde yanıl-dıysan?
                —Ne pahasına olursa olsun bu maceraya atılmalıyız.
                —Bunu düşünmemiştik biz, dedi anne kocasına baktıktan sonra.
                —Bir düş bu, dedi baba.
                —Hayır hayır, diye karşılık verdi genç adam. Oteli yeniden inşa ettirmek için, suç işlemekten daha yeğdir bu.
                —Seni beklerken de bu suçları işlemeye devam etmek zorunda kalacağız.
                —Peki öyle olsun, sabredelim ve başka suçlar da işleyelim.
                —Yiğitliğin, bana kardeşini hatır-latıyor.
                —Bense onunkinden farklı bir çözüm düşünüyorum.
                —Evet, biz bunu düşünmemiştik, diye söze karıştı anne.
                —Onun tarafını tuttuğunu görüyorum, dedi baba.
                —İnkar etmiyorum.
                —Dönüş için yarın uçağa binme-liyim, dedi genç adam aynı kararlılıkla.
                —Yolun açık olsun!
                —Yarın yola çıkacağım.
                —İyi yolculuklar. Umarım başa-rırsın!"
                Karı-koca tek başlarına kaldılar. Kadının kocasına bakıp laf atma-sıyla bir süre önceki sessizlik bozuldu: "Söz verdik, sabırlı olmalıyız." Adam tek kelime etmeden başıyla onayladı. Kadın yine söyledi.
                "Söz verdik sabırlı olmalıyız.
                —Hiç bir şeyini bilmediğin bu teze çok ilgi duyuyorsun.
                —Oğlumu tanıyorum ve ona inanıyorum.
                —Çok iyi.
                —Fakat sen mütereddit gibisin.
                —Hayır, yanlış düşünüyorsun.
                —Kimse seni benim kadar tanıyamaz.
                —Bütün sadık eşler böyledir.
                —Alay etme, n'olur?
                —Çok ciddiyim.
                —Tereddüt ediyorsun...
                —Düşündüğümü söylememi isti-yorsan, bunu yeniden söylememe hiç gerek yok.
                —İnanmamızı istediğin başka bir şeyi saklıyorsun.
                —Neyi?
                —Yedekteki parayı tüketmek zorunda kaldığımızı söyledin.
                —Söyledim ve doğru.
                —Henüz tam bitmedi ama.
                —Elimizde kalanı bir şeye yaramaz.
                —Buradan ayrılmayı düşünene yarayabilir?
                —Ne demek istiyorsun?
                —Ne demek istediğimi biliyorsun.
                —Yalnızca ailemizin selametini düşünüyorum.
                —Ailemizin selameti otelin selametinden ayrı düşünülemez.
                —Bu parayla birlikte, feda ettiğim şeyleri ben çok iyi biliyorum.
                —Biraz daha sabretmelisin.
                —Sabır, sabır...
                —Söylemiyorsun, ama başka bir şey düşünüyorsun!
                —Neyi?
                —Kaçmayı belki.
                —Kaçmayı!
                —Geçmişinden geleceğine; so-nuçta mantıklı
                —Önceden kaçtığım oldu mu?
                —Evet.
                —Hıh, içinde bulunduğumuz bu zalim girdapta, bir de gülüyoruz.
                —Güldüğümü mü sanıyorsun?
                —Öyleyse konuyu değiştirsek daha iyi olur.
                —Hayır, diye atıldı kadın ciddi bir tavırla baktıktan sonra, seninle herşeyi açıkça konuşma zamanı geldi artık.
                —Ne demek istiyorsun?
                —Ailemi korumak için, bizzat seni korumak için yıllardır gizlediğim şeyi anlatacağım sana...
                —Benim bilmediğim bir sırrın mı var?
                —Evet.
                —Neymiş o, lütfen söyler misin?
                —Meçhul geçmişin, dedi kadın ürkütücü bir soğukkanlılıkla.
                —Meçhul geçmişim mi? diye atıldı birden heyecanlanan adam.
                —Unuttuğun ya da unutmak için her şeyi yaptığın geçmişin.
                —Söylenmeyin bir şey mi var?
                —Geçmişini bilmiyorsun, gerçek-te kim olduğunu bilmediğin gibi.
                —İyi de bunu herkes biliyor.
                —Ama asıl hikayeyi ben biliyorum.
                —Sen mi?
                —Babam da biliyordu.
                —Ciddi misin?
                —Ciddiliğim üzerimde, görüyor-sun.
                —Ne zamandan beri?
                —Seni bu bahçede bulduğumuz-dan beri.
                —Aman ne komik!
                —Hiç de değil! Çok ciddiyim.
                —Sana inanacağımı mı sanıyor-sun?
                —Yemin ederim, oğlumun başına!
                —Rabbim! diye haykırdı adam dehşet içinde.
                —Evet, böyle.
                —Beni bu boşluktan kurtar öyleyse!
                —Bunu yapacağım, yeniden aynı hataya düşmeyesin diye!
                —Kimim ben?
                —Kocamsın.
                —Önceden kim olduğumu soruyorum sana.
                —Hafızanı kaybetmeden önce de benim kocamdın.
                Adam karısına baktı, duraladı. Karısı devam etti: "Bu olaydan önce sen babamın evlatlığıydın. Babam seni bulduğunda daha çocuktun. Kaybulmuştun." Adam, sersem gibi olayları birbirine bağlamaya çalışıyordu. "Senin, dedi kadın, anan-baban hakkında hiçbir bilgin yoktu. Babam büyüttü seni ve otelde çalıştırdı. Sonra da biz evlendik..." fiaşkınlıktan donup kaldı adam. "Güzel bir günde kasadaki paraları çaldın ve bir dansözle kaçtın.
                —Başım dönüyor.
                —Bugün olduğu gibi, o gün de böyle isyankardın. Dansöze de çok acı çektirdin, tıpkı kendine acı çektirmek istediğin gibi.
                —Aman Allahım! Nerede yaşadım ben bütün bunları!
                —Kadın kaçmak zorunda kaldı. Hemen ardından sen de hafızanı yitirdin.
                —Aa!
                —Babam seni uzaktan uzağa kolladı. Polise de bildirmedi. Öyle ki senin gelişine bile göz yumduk...
                —Aa!
                —Ayakların ya da vicdanın seni kurbanlarına geri getiriyordu.
                —Korkunç bir düş!
                —Olup biten her şey bu.
                —Siz bana açıkça oyun oynadınız, öyleyse.
                —Geçmişi unutmayı tercih ettik, ama senin böyle tereddüt içinde olduğunu görünce, eskiyi yani kaçmadan önceki halini hatırladım." Adam perişandı. Gözlerini kapadı. "Biz, dedi kadın, söz verdik oğlumuza, sabırlı olmalıyız."

                                                                              *             *             *

                Koyu karanlıktı. Dağdaki villanın balkonundaki gölge sallanan sandal-yesine  oturdu. Diğeri onun önünde ve ayakta.
                "Ne haber?
                —Sıkı bir sebat ve inatla ailecek çalışıp didiniyorlar.
                —Giriştikleri mücadelede yeni bir şey yok mu?
                —Yasa dışı işleri diz boyu.
                —Ya dostumuz ne yapıyor?
                —Kim olduğunu öğrendi, ama bu olaydan unutamayacağı bir ders aldı.
                —Daha önceleri neler olduğunu düşünmüyor mu?
                —Buna zamanı yok.
                —Beklenmedik bir uyanış umudu yok mu?
                —Oteli yapma umutları gerçek-leşirse, böyle bir mucizenin olabileceğini göz ardı etmiyorum."
                Oturan gölge uzunca bir süre düşündü ve dedi: "Onu kendi işlerine bırak!" Ayaktaki gölge: "Emredersiniz efendim!"

*Lettre, No.19, 88-89, Kış sayısı.
(Yedi İklim, Mayıs 1995)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder