9 Ocak 2024 Salı

bir kelime2

bir kelimeyi düşünmek: baş

Her kelime bir deneyimi temsil eder, bir deneyimi soyutlar, bir deneyimi belirler; bir iletişim durumunda bir olguyu paylaşır, bir söylemi betimler, mevcuduyla mutlaka bir şeye işaret eder. Baş da öyle; her kelime gibi kendinden başka bir şeye işaret ederken, kendisi değişmez kalır, işaret ettiği değişebilir; işaret ettiği şeyin kavranma biçimini değiştirebilir, onu değişik algılanma kategorilerine doğru harekete geçirebilir. Baş da her kelime gibi bunu yapar; bir kavramsallaştırmayı üstlenir, düzenler ve sürdürür, deyim yerindeyse tabiatına teslim olur; temsil, taklit ve tasvir eder.

Kelimenin tabiatını ve dilsel işlem kabiliyetini kısmen de olsa anlayabilmek için baş’tan hareket edeceğim. Baştan söyleyeyim, baş’ı seçmem pek rastlantısal sayılmaz. Müsebbibi, Başçarşı ve Başçeşme; biri Sarayevo’dan diğeri Balıkesir’den, baş’la başlayan iki kelime. Tanımladıkları mekanlar ve kullanım amaçları farklı kuşkusuz ama söyleyiş ve kavramsallaştırmaları aynı. Yakın coğrafyalarda aynı dil ve kültürün kokusu, mekanların benzeşik kelimeler aracılığıyla benzer kavranışları.

Bir kelimenin neredeyse tek başına bir kültür köprüsü kurduğunu ve mekanları nasıl da birbirine sıkıca bağladığını fehmederken, baş’ı bir de eski bir siyasal afişte görüyorum; lider’e karşılık kullanılmış ve liderler yerine başlar diyor. Zihnimde baş ile ilgili kullanımları taramaya başlıyorum. Salt nitelediği mekana bir kaynak-merkez imgesi yüklemekle ya da bir kişiye öncülük/önderlik giydirmekle kalmadığını, devasa bir kavram alanına açıldığını ayrımsıyorum. Birçok kelimenin başına gelen, doğal olarak, baş’ın da başındaydı. Önderlik/öncülüke ve yönetsel yetkeye gönderme yapan ne çok baş vardı örneğin: başbuğ, başkan, başkomutan, başyaver, başmuavin, başöğretmen, başvekil, başyazar, başhekim, başasistan, başhemşire başmüfettiş, başbakan, başçavuş, başefendi… Öte yanda mekânsal bir giriş, bir başlangıç belirleyenler: dağ başı, köprübaşı, sokak başı, tepebaşı, set başı, kuyu başı, ocak başı… Beri yanda zamansal göndergeler: saat başı, dakika başı, ay başı, yıl başı, hafta başı, kış başı, yaz başı… daha beride eğretilemeler: çıban başı, ele başı, kuş başı, at başı, ekran başı, büyük baş, ağır baş, baş derdi, başaltı, baş üstü, üst baş, bir baş soğan, bir baş sarımsak hatta başını alıp gitmek… Ötesinde kelamı kibarlar, şiirler, şarkı sözleri, atasözleri, tekerlemeler, çeşitli deyişler: söz ola kese savaşı / söz ola kestire başı, akıl yaşta değil baştadır, portakalı soydum başucuma koydum, bir sevda geldi başıma…

Baş’ın kulanım yer ve biçimleri baştan savılamayacak haldeydi. Odaklandıkça, büyük bir sözlükbilimsel ve söylemsel külliyat önüme serildi. Adeta çağrışım genişlemesine uğramıştım. Kelimelerin büyülü ve zengin bir evreni olduğu aşikardır ama bunu baş’ın anlam evrenine sızmaya çalıştıkça daha iyi anlıyor; her bir kelimenin bu evrenden bir cüz, olmazsa olmaz yapı taşı, kurucu ve taşıyıcı bileşeni olduğunu bir kez daha idrak ediyordum. Baş’ın anlam alanında gezindikçe, kullanımsal çeşitliliği ve kavramsal zenginliği konusundaki sezgilerim bir bir doğrulanıyordu. Burada, kısaca, sezgilerimi sezdirmekle yetiniyor, herhangi bir analize kalkışmıyor, bir envater çalışmasına girişmiyorum.

*

Baş, bağlamsız tek başına kullanımında iki temel kavrayışı kavramsallaştırır: bedenin üst kısmını ve yönetsel bir yetkeyi. Bu yalın kavrayış sadece bir çıkış kavrayışıdır; kullanımsal bağlamlar onu kendi isterleri doğrultusunda yoğurur, sözlüksel tanımların içkinleştiremediği kavrayışlara açar. İkilenmeler, eklemlenmeler, eşdeğerli ve eylemli birliktelikler ile oluşturulan iletişim durumları baş’ı, deyim yerindeyse kılıktan kılığa sokar ama mezkur iki temel kavrayış çoklukla egemen kalır ve sözlüksel tanımlamalarda başat belirleyici olmayı sürdürür.

Baş, kavram alanını şöyle genişletir;

  • çeşitli ekler alarak ikilenmesi sonucunda başkaca kavrayışlara kapı aralar: baş başa, başa baş, baştan başa, baş baş, başlı başına… kaynak-merkez imgesi birden bir birlikteliğe, bir rekabete, bir vedaya, bir özgülüğe evrilir.

  • önüne ya da sonuna çeşitli eklerin eklemlenmesiyle başat kavrayışı başkalaşır: kocabaş, karabaş, başlık, baş örtüsü, baş aşağı, başıbozuk, başı dumanlı,… başın fiziki boyutlarından rengine, başa takılan nesnelere, yön ve yönelmeden başın psikolojik göndergelerine dek farklı kavrayışlara açılır.

  • Kafa, kelle, ser gibi eşdeğerli kelimelerle birliktelikler ya da geçişimlerin desteğiyle çağrışım halkalarını ve kullanım yelpazesini geliştirirken kavrayış zenginliğine de imkan verir: iki araç kafa kafaya gelirken, baş başa gelmezler örneğin, ya da iki arkadaş baş başa çalışır, kafa kafaya verirler, yahut kafasız baş başka başsız kafa başkadır. Kelle koltuk altına alınır da baş alınmaz. Serasker olur da baş asker olmaz, kafa tutulur da baş tutulmaz. Bazen ikisinin de aynı kavrayışı olur; serapa ile baştan başa gibi. Kavranışları, bağlamsız aynıdır; onları farklılaştıran, bu kez, üslup tercihidir. Ayrıca, kafaya koymak/başa koymak (!), başa kakmak/kafaya kakmak (!), kafaya girmek/başa girmek (!) gibi eşdeğerlilik imkanları ile çeşitli anlam ayırtılarına, aykırı kullanım düzeylerine uzanır.

  • eylem eklentileriyle eylemlilike erişir ve bir dizi eyleme konu olur: baş etmek, baş eğmek, baş vurmak, başa geçmek, baş koymak, hatta başarmak… gibi çeşitli şekillerde kavramsallaşan akışkan ve üretken bir eylem dökümü oluşturur.

Durum bu olunca, baş’ta olduğu gibi bir kelimenin kavram alanını kendi başına olduğu kadar kurucu ve destekleyici/engelleyici birlikteliklerle düşünmek gerekir. Bundan sonrası kelimenin gönderdiği kavramsal çağrışımları yakalamaktan, anlamsal esnekliğin peşine düşmekten ibaret. Kendimizi bir kelime olarak baş’ın çağrışım evrenine bırakınca, yukarıda belirlediğimiz düzeylerle bağlantılı bir çok kavramsallaştırmayla karşılaşır, onu önüne ya da sonuna eklenen/eklemlenen kelimelerle birlikte çoğaltabilir, gerektiğinde tarihsel okumalara konu edebilir, güncel neolojilere açabiliriz.

Baş’ı özellikle ve öncelikle kafasız düşünmek zordur. Biri olmazsa diğeri olmaz gibidir ve birinin ya da her ikisinin birden kökeninin arapça ya da farsça olması aralarındaki bağlılaşımı etkilemez; kullanımları kendilerine özgü biçimde gerçekleşir, ancak farklılaşırsa kavranış biçimleri de doğal olarak farklılaşır, göndermeleri birbirinden ayrıksılaşır. Kafa ister istemez baş’a eklemlenir. Baş böylece kafa’nın karşıtlığında ve desteğinde, ama büyük ölçüde kelle’nin ve ser’in az uzağında işlev görür. Ser ve kelle’nin baş olarak kullanılması, kafanın kullanılmasından daha az yoğun sayılır. Her eşdeğerli kelimenin eş kullanımlı olmadığı, birinin yerine diğerinin tastamam geçemeyeceği bir kez daha anlaşılmış olur.

Bağlam ve üsluba göre başlık ya da serpuş kullanımı, kuşkusuz, kullanıcı niyet ve tercihine mazhardır. Ancak kullanımsal bağdaşıklık kimi zaman da tercihi baştan dayatabilir: kafa atmak yerine baş atmak ya da kafa adam yerine baş adam olmaz. Kelle peyniri de öyle ama serseri mayın yerine başıboş mayın yine tercihe kalır; kafam ağrıyor ile başım ağrıyor tercihi gibi.

*

Başı ve kafa ile ilgili kullanımsal tezahürler, çeşitli tercih farklılıkları ve bağdaşıklık dayatmaları sonucu güncellenir durur. Başın davul gibiliği, kafanın kazan gibiliği, başı iki yana sallama, kafayı oynatma, sallabaş, baş kaldırı, kafa yapısı, kafa üstü, baş aşağı, çeribaşı, bölücübaşı, başrol, başşehir, kol başı, üst baş, başpınar, pınarbaşı, baş parmak, baş göz etme, baştan çıkarma, baş gösterme, baş koyma, başı hoş, kafası boş, darısı başına gibi bir dizi kullanım birbiriyle kimi zaman yer değiştirerek, kimi zaman da farklı kullanım düzeylerinde, farklı ek ve kelimelerin desteğiyle başkaca kavrayışlara yol açarak dilsel işlevini sürdürür ve delalet ettiği kavrayış listesi uzadıkça uzar; beden olur, kişi olur, benlik olur, kendilik olur.

Bir kelime üzerinde düşünmeye çalışmak kainata bir zerreden bakmak gibidir. Ben de öyle yapmaya, baş’ın dünyasına bir nebze nüfuz etmeye çalıştım; deyim yerindeyse, aklımı başıma alarak, baş’ın başımızdan eksik olmamasının gerekçesini başım sağ iken az da olsa ihsas etmeyi denedim, bir başyapıt ya da şaheser ortaya koymak kaygısı taşımadan. 

Baş, kuşkusuz, yalın bir örnek ve kadim bir emanet. Sadece baş değil, yeryüzünün tüm kelimeleri, tıpkı dilleri gibi yüklendikleri deneyim ve kavranış birikimleriyle insanlığa emanet. Her biri, işlenebilir nihayetsiz bir metin. Bir kelimenin yitimi, hiç abartısız, dünya alemin küçük ölçekli bellek yitimi; nihayetsiz mikro-metnin nihayeti.

Her kelime dil deryasında bir kavram adası, bir anlam adacığıdır; kullanıcısının fikir ve ifade uğraşına, lafzıyla yoğun bir delalet iklimi vazeder, Sarayevo’dan Balıkesir’e kurulan muhayyel köprünün büyük bir yaşanmışlığı kelimeler aracılığıyla hülasa etmesi gibi...



(*) Yedi İklim, Sayı 406, 2024.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder