bir kelimeyi düşünmek: ağa
Kürre-i arzda her kelime değerlidir ve kendi anlam alanını içkindir; zihinlere kendine özgü göstergesel bir değer bırakır ve konuşucular bir iletişim durumunda o değerin mübadelesiyle işlem yapar. Ağa’nın göstergesel değeri, onu diğer kelimelerden ayırt edecek kavramsal ve kullanımsal kendiliğe işaret etmesidir. Ağa’nın işaret ettiği kendiliğin kavram alanı yeterince hacimli, delalet yelpazesi yeterince geniştir. Bir yanda unvanlara açılır, bir yanda büyüklük düzeyleri ihsas eder, öbür yanda ekabir kavrayışını temsil eder, ileri gelenler imgesine gönderme yapar. Bu yazının amacı da, ağa’nın işbu değişik karşılık ve kullanımlarının vücut bulduğu dilsel uzama sokulmak; bu vesileyle, kelimeler dünyasını yoklamak, onların doğasını idrak etmeye çalışmaktır.
Kelimeler
kendi dünyalarını, kendi şehirlerini, kendi gösterilenlerini imar etmeden dilsel
uzamda ömür sürmezler. İmarsız bir kelime ömürsüz harabe gibidir. Ağa da, kaidesi güçlü imarı ile Türkçe ummanında asırlar
boyu ömür ve hüküm sürer ve kuşkusuz, imar edenleri mamur edicidir. Ağa ile
birlikte tesmiye edilen mimarlar vardır örneğin; Ayazma Camii’nin mimarı Hacı Tahir
Ağa ya da Sultanahmet Camii’nin mimarı Sedefkar Mehmet Ağa gibi. Koca Sinan da mimarbaşılığı
telmih edecek şekilde Koca Mimar Sinan Ağa[i]
olarak belirir. Mimar Sinan mimarlığının yanı sıra, koca, baş ve ağa ile
birlikte tavsif edilen üçlü unvan ile anılır. Ağa unvanı salt mimarlarla
sınırlı değil elbet; Yeniçeri Ağası, Kol Ağası, Darüssaade Ağası, Harem Ağası,
yönetsel yapının üst düzey görevlileri olarak işlev görür. Ağa olmaklık
bu kez mesleki unvan yerine idari bir rütbeye dönüşür. Kırkpınar Ağası, idari rütbesiyle
bizzat yönetimin başına geçer ve bağımsız bir baş yönetici olur.
Ağa yüksek bir rütbeye gönderme yapar
yapmasına ama gündelik bağlamsız kullanımda ağa dendiğinde ilk akla
gelen unvan ve rütbe olmasa gerektir. Ağa işte, bildiğimiz ağa, astığı
astık kestiği kestik olan: derebeyi; hani şu hep kötücül imgelerle anlatılan ya
da her daim hafife alınan köy ağası, zalim feodal bey, toprak ağası. Tersini
düşünemediğimiz haliyle, gözü dönmüş muhteris, zorba, kan emici… Hiç mi müşfik
ve hamiyetperver olanı yoktu? Yoksa kahir ekseriyeti cömert, hepsinin evleri
düşküne sığınak, sofraları aç kalmışa nimet/bereket miydi[ii].
Kötü ağa diye öfkelenirken, züğürt ağa diye eğlenirken, düzen sağlayıcı[iii]
ve mahallinden sorumlu gayretkeş koca ağaları öteledik mi? Fedakarlıklarını
görmezden mi geldik? Öyle görünüyor! Bu arada, her ne olduysa oldu, köy küresel
oldu, daha doğrusu dünya küresel köye dönüştü, doğal olarak kötü ağa imgesi de
küreselleşti; küresel ağalar feodal geleneklerini yeniden inşa ettiler, küresel
ağalık düzenini kurdular, insanlığı savurdular ve yeryüzü, eli tutulmayan
hamiyetperver ağalara ve cömert malikanelerin velayetine yine muhtaç hale
geldi.
Hamiyetperver
de olsa, ahalinin velisi de olsa, bir eman ve sekine hali de izhar etse, ağa her
durumda ve her anlamıyla büyük/lük imgesini içkindir. Rütbesiz de unvansız da
büyüktür; ağabey’de olduğu gibi. Ağa, bey ile birleşince yine büyüklüğü
ama bu kez yaşça büyüklüğü temsil eder ve zamanla telaffuzu eksiltilerek abiye
evrilir. Büyüklük ile birlikte erillik de kuşanan abi ya da ağabey, iletişim süreçlerine
eksiltili ya da birleşik yapısıyla katılır ve iletişim niyetlerine göre abi’ye
bir samimiyet ve yakınlık imgesi, ağabey’e bir vurgulama ve apaçık belirleme imgesi
eklemler. Abi ya da ağabey, ayrıca erilliği fehmeder. Dişili hanım ağa ise,
büyük kız kardeşi değil, daha çok güç ve iktidarı ihsas eder. Durum bu olunca,
büyük erkek kardeşin dişil muadili olmaktan çok, feodal gücü temsil eden dişil
bir muktedir olur.
Ağa, koca ve baş[iv]
gibi pek başta olmaz; ağa bey, ağa baba, hatta ağa han[v]
gibi birkaç istisna dışında ister mesleki bir unvanı, ister idari bir rütbeyi bildirsin,
niteleyeceği kelimenin sonrasında kullanılır. Fahri Ağa, Seyit Ağa, Hüsamettin Ağa
ya da Baş Ağa[vi] gibi kelime
ardına eklemlenmiş olan unvan kullanımlarına çokça rastlanırken, Ağa
Hüsamettin, Ağa Fahri gibi öne gelen kullanımlara pek rastlanılmaz. Ayrıca,
halen lafzî özgünlüğünü yitirmese bile özgün muhtevasını yitirmiş Cafer Ağa,
Silahtar Ağa, Mehmet Ağa gibi pek çok ağa kullanımına rastlanır; kimi
bir mekana, kimi bir semte, kimi bir ibadethaneye gönderme yapar.
Ağa hangi konum ve niyetle kullanılırsa
kullanılsın kimi zaman aga biçiminde telaffuz edilir. Aga
söyleyişi, unvan, rütbe, büyüklük kavrayışını bütünüyle temsil edebilir ama iletişim
türünü mahalli kullanım düzeyine indirger. Aga’nın ağa’dan farkı,
salt telaffuz değil, aynı zamanda kullanım uzamı ve anlam alanındaki
daralmadır. Ağanın tercih edildiği her kullanım, kuşkusuz, aga
için geçerli olmaz: Hüsmen aga denir de, hanım aga denmez ya da abi’yi bir
başkasına tanıtırken ‘agam benim’ denir de, bir tutkuyu dillendirirken ‘agam olasan
ömer’ denmez. Salt ağız özelliği gibi görünen kullanımsal değişkeler öte-diller
söz konusu olunca kavramsal düzeyde de başkalaşır: Aga, örneğin Farsçada
bir hitaba matuf olarak beyefendi’ye dönüşüverir.
Ağa -aga, aka, akı, hatta belki ahi[vii],
ede…- değişik telaffuzlarıyla büyük/lükten yaşlı/lık’a, üstat’tan efendi’ye dek
geniş bir kavram alanını kuşatan Türkçe bir kelimedir. Kökeninin Moğolcaya
dayanması onun Türkçe olmasını engellemediği gibi, kullanımsal değerini
örselemez; tersine, Türkçenin anlam evrenine özgü kavrayışlarla genişler ve Farsçaya,
Urducaya ya da başka bir dile imkan olmasını, bir başka dil tarafından
işlenmesini ve işletilmesini de engellemez. Her kelime, kullanıcıları arasında
bir kavramı sırtlanarak yürür; onu, iletişim ihtiyacına ve niyetine göre iletişim
durumlarına bırakır, anlamlamayı şekillendirir.
Bir
kelimenin tapusu köken dilde olsa bile, önemli olan öte-dildeki hangi
kavrayışa, hangi kavramsal ayırtıya karşılık geldiği, hangi işlev ve göndergeleri
içkinleştirdiğidir. Bir kelime için köken arayışı, onun kültürel kodlarının
açımlanması ya da idrak genişlemesi için değil de, daha çok ulusal övünç,
üstünlük ve gururun kabartılmasına yönelik yapılır. Halbuki dil, optimal anlam
mübadelesi peşindedir ve değişik kavrayışlar için ifade imkanları arar;
bulduğunda, onu dizgesel yapısına mezcederek kullanır ve doğası gereği,
benimseyemediği bir şeyi zaten dışlar. Öte-dilden benimsenmiş bir kelime artık o
dilindir; onun dizgesine uyum sağlar, onun dizgesinde işlem yapar, onun
kodlarıyla şekillenir; kök-dildeki kavram alanı o dilde genişler ya da daralır.
Ağa gibi bir kelime, ister kök-dilde ister
öte-dilde olsun mensubiyet kurduğu dile kendi değerini tanımlar. Gücü,
kendisiyle birlikte ve kendisi aracılığıyla işaret ettiği şeyi tanımlama kabiliyetidir.
Asıl sermayesi, bahşedilmiş bir zihinsel soyutlama ve konuşarak beyan etme yetisi
olanlarla birlikte hayat sürdürmesidir. Köken tanımının ötesinde kavramsal
yapısı eksiltilmiş ya da artırılmış olabilir. Nasıl kavramsallaştırılmış, nasıl
tanımlanmışsa artık öyledir. Doğru tanımlanmamış bir kelime, iletilmek istenen bir
kavramı doğru beyan edemez; onun alımlanması meşkuk, algılanması müşküldür. Bir
kelimeyi anlamaya/anlamlamaya çalışmaksa onu varsa kirinden pasından arındırma,
kendine yabancılaşma örtüsünü silkeleme çabasından ibarettir. Kavramsal
tanımından sapmış bir kelime işlem yapmayan, yapıyorsa bile bir şeye işaret
etmeyen yok kelimedir; tanımlar yoksa kelimeler yoktur, başkalarınca
tanımlanan şekliyle özüne yabancılaşmış, başkalaşmış beyanlar vardır.
Bir
dilin yitimi külli alemin yitimi gibiyse, bir kelimenin yitimi de cüzi alemin
yitimi gibidir. Zira, arzdan arşa her kelime bir ayettir; hakiki bir ayet ve ayeti
kavramsallaştıran muhkem bir işaret taşı, müstakim bir tutamak; deyim
yerindeyse, kelimetullah mihmandarlığında hakikat seyrine tanımlanmış bir iz,
bir çıkış noktası, bir güzergah; son tahlilde, talibi için velut ve emin bir
berzah.
Ağadan söz ediyorduk; ağa kelimesinden, salt
bir kelimeden, Türkçe bir kelimeden; bahaneyle, yeryüzüne bağışlanmış mufassal bir
imkandan… Diller birer hazine, kelimelerse ziynet, gayrısı teferruat.
[i] Mimar Sinan’ın bir çok yüceltme sıfatı var ama imzası
ve mührü çok manidar: el-fakirü'l-hakir Sinan, bende-i miskin kemine derd-mend-i
ser-mimaran-ı hassa-müstmend, yani fakir, aciz, dertli, değersiz, miskin, köle
başmimar…
[ii] Öyle olması kuvvetle muhtemel… Çok varlıklı olmayanının
bile, yakın ve uzak çevresinin sorunlarına çözüm için bir umut olabileceği
öngörülebilirdir… Ağalık müessesesini olumlayan bir örnek olarak bak. Hasan Basri
Çantay, Kara Günler ve İbret Levhaları, haz. Yusuf Akgül, Balıkesir, İl Kültür
ve Turizm Müdürlüğü Yayını, 2006, s.11.
[iii] Güncel örnek olması bakımından bak. https://www.bismilhaber.com.tr/hamo-aga-yine-sahalarda,
10.12.2023.
[iv] Koca ve Baş için bak. Yedi İklim, Sayı 399 ve 406.
[v] Ağa Han biçiminde kullanım daha çok Urduca ve Farsçaya
özgüdür.
[vi] Paşa’nın baş ağa’dan geldiği de söylenir. https://islamansiklopedisi.org.tr/pasa, 10.12.2023.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder