Ramazan sabahlarında birkaç yıldır şehrin muhtelif camilerine gitmeye çalışıyorum. Geçen yıl hiç fasılasız her sabah değişik bir camideydim; selatin camilerinden mahalle camilerine dek. Bir ikisine, başında ve sonunda olmak kaydıyla iki kez gittim. Tahminen yirmi beş, yirmi altı camiyi bizzat görmüş, cemaatleriyle nefeslenmiş, mekanlarıyla bereketlenmiş oldum. Çeşitli izlenimler edindim. Geçen yılki yaşadıklarımı yazmadım ama bu sene yaşayacaklarımı yazmaya niyetliyim, deyim yerindeyse bu Ramazan’ın sabahlarını yazarak yaşamak ve yaşayarak yazmak niyetindeyim. Ya nasip!
İlk Sabah
Eyüp Sultan Camii için heyecanla yola çıkıyorum. Yetişememe endişesi içimde büyüyor. Eyüp’e vardığımda, henüz ezanlar okunuyor. Eyüp ezanlarının içindeyim. Her yanım ezan. Yavaşlıyor, soluklanıyorum. Çağrılardaki emân ve süruru gönlüme nakşetmeye çalışırken kuşların uyanışlarına ve cıvıltı korosuyla müezzinlere karıştıklarına tanıklık ediyorum. Kızılmescit’den seğirterek meydana geldiğimde, havuzun yanından geçiyor, suyun sesine kulak veriyorum ama aynı zamanda allı pullu kıyafetiyle bir meczup da dikkatimi çekiyor, elinde alelade torbalar. Geçiyorum caminin avlusuna, Eyüp Sultan hazretlerini selamlamak üzere; ve selamın ardından içeriye. Mukabele başlamış, cemaat seyrek henüz. Çöküp oturuyor, dinlemeye koyuluyorum; bir yandan da tezyinatı seyrediyorum. Mihrap alınlığındaki gereksiz tartışma kapanmış anlaşılan; Sultan II. Mahmut güneşi yeniden ortaya çıkmış. Mihrabın biraz berisindeki levha yerinde duruyor:
“Yetişmez mi bu şehrin halkına bu nimet-i Bârî
Habîb-i Ekrem'in yârî, Ebâ Eyyûbe'l-Ensârî”.
Mukabelede sayfalar çevrilirken cemaat de yerlerini almaya başlıyor. Kimisi gelir gelmez sünnet kılıyor. Çok geçmeden kıraat de nihayete eriyor. Fatiha okunduktan sonra, bu kez kılmamış cemaat sünnete duruyor. Epey kalabalık. Meczup da burada. Salavatlar sıralanıyor: ‘Hasbunallah ve nimel vekil’; Allah bize yeter, O ne güzel vekil. Kâmet getirilirken, ön saflara gitmeye çalışıyor, ancak güvenlik görevlilerince engelleniyor. En arka safa alınıyor, iki yanına da birer görevli ama kımıl kımıl, yerinde duramıyor. Sonrası sükûnet. Birlikte kıyam, rükû ve secdeler. İkinci kıyamda meczuptan mikrofonu bastıran bir Allah nidası; sükuneti sarsıyor. Kendisi sarsılmıyor; halini yaşıyor, halimizi bereketlendiriyor, isimlerin en güzelini yüreğinden yüreğimize bırakıyor. Tesbihat ve aşır. Kerim Kitab’ın kelamı ve dualarla yavaş yavaş yeryüzüne dağılıyoruz, yeryüzündeki kıbledaşlarımız gibi, gönlümüzde düşlediğimiz...
Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretleri’ne ihtiramla Fatiha bırakıyor, edeple müsaade alıyorum. Şadırvan etrafında biraz oyalanıyorum. Yıllar öncesinde bu ağaçlara misafir olan hacı leylekleri düşünüyor, güvercinlerin nazenin zikirlerini duymaya çalışıyorum. Meczup, selsebilin önünde, elinde torbalar. Bugünkü nasibime göz değirerek binek taşının bulunduğu kapıdan meydana, oradan da şehre karışıyorum.
İkinci sabah
Devamı için bak.
(*) Yedi İklim, Nisan 2024, Sayı 409-413.
(*) Yakın Diyarlar, İstanbul, Ketebe Yayınları, 2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder