"Sanatçı için alem bilgisinin hükmü, kendisi de Tanrı’nın bir kelimesi olarak alem içinde özel bir alem olma bilgisini amentüsüne dahil etmekten ibarettir” (Ömer Lekesiz)
“Herkes, bir fennin, bir sanatın fedaisidir. Ömrünü o yolda sarf eder” (Mevlana Celalettin-i Rumi)
Her kelime deneyim evreninin mütemmim cüzüdür; varlığı kaçınılmaz, yokluğu telafisizdir. Böylesi bir yargı, fen kelimesi için de geçerli. Yokluğunda, telafisi güç görünen bir kelime fen; kullanım yaygınlığı giderek yitiyor. Fenleri içkin Darül Fünun üniversite oldu. Fen liseleri henüz duruyorsa da, liselerde bağımsız fen bölümleri artık neredeyse hissedilmiyor. Fen fakülteleri tabiat bilimlerine dönüştü.
Fennî gözlükçüler optikçilere, fennî ziraat ya da fennî fırın teknolojik modernliğe evrildi. Okullardaki fen kolları ya da yerel yönetimlerdeki fen işleri doğrudan bilim ve teknolojiyle harmanlandı; yol yapım, bakım, onarım, tahliye, yıkım, alt yapı, sinyalizasyon gibi teknik hizmetler henüz fen şemsiyesi altında ama yine de çok koptuk ondan, belki içini boşalttık. Dönüp arkama bakıyor, fen’in karşılık geldiği kavramsal alanı ayrımsamaya çalışıyorum. Bilimden sanata, teknikten hünere, ustalıktan zanaata, beceriden marifete dek çok geniş bir kavram alanına gönderme yaptığını görüyorum. Ne de çok kuşatıcı bir kavramsal yelpazeymiş! fennî sünnetçiler, fennî yemciler, fennî mesuller, fennî ziraatçiler, fennî fırınlar hatta fennî ilancılar hayatımızdan birer birer çekilince, fennîlik de onlarla birlikte yok olmaya yüz tuttu ve gündelik dilde kullanım daralmasına maruz kaldı. Kullanım daralması da doğal olarak anlam daralmasının önünü açtı. Fennî muayene ya da fennî mama gibi henüz kullanımda olanlar dışında fen’in ifade ettiğini artık başka başka kelime ve terimler -bilim, teknoloji, modern,...- ifade ediyor. Şemsiye bir kelime olarak fen, bağlamına göre birçok kelimenin yükünü alırken, artık birçok kelime bir kelimenin karşılıklarını aralarında paylaşmış ve üstlenmiş oluyor; açıkçası, şemsiye parçalanıyor.Fen Arapça kökenli Türkçe bir kelime, malum. Arapça
kullanımında daha çok ‘sanat’a karşılık geliyor. Batı dillerinde science
(bilim/ilim), art (sanat/zanaat), technique (teknik/usûl) ile karşılanıyor;
zaman zaman engineering (mühendislik) olarak da ifade buluyor. Bir kelimenin
böylesi kavramsal çeşitliliğine ve kullanımsal yaygınlığına sıkça rastlanılmaz.
Kavramsal çeşitlilik ve kullanımsal yaygınlık kelimenin bağlamsal
sıçrayışlarını, dilsel kıvraklığını, anlamsal derinliğini gösterir.
Kullanıcıların dil düzeyleri için olmazsa olmaz bir imkan ihdas eder. Zaman
zaman algılanma biçiminde değişiklikler yaşar, değişkeler inşa eder, deyim
yerindeyse sekülerleşir; kimi zaman kavramsal yoğunlukla çağıldar, kimi zaman
tikel göndergeler düzeyine iner ve daralır. Doğaldır. Doğal olmayan, ötelenerek
tamamen kullanımdan düşürülmesi ve sonunda yok edilmesidir. Gerekçesi ne olursa
olsun, bir kelimenin kullanımsal deneyimiyle birlikte yitimi, hatıralarıyla ve
hafızasıyla birlikte vatan[1]
parçasının yitimi gibidir. Fen gibi geniş bir anlam yelpazesinin yitimi, geniş
düşünsel işlemlerin eksiltili biçimde işletilmesi ya da fen ile fikretmeye
alışkın aklın sendelemesi anlamına gelecektir.
Fen, kuşatıcı bir kelime olarak bilimin ve sanatın her
zerresine nüfuz eder. Servet-i Fünun derken, poetika ve retoriği içkin bir
edebiyat olgusunu tahayyül ederiz. Bu noktada, edebiyat kelimesi daha
kullanımda değilken fen varmış, çıkarsaması bile yapabiliriz[2].
Bu işin fenni böyle, derken usulünü, tekniğini, işin yapılış biçimini ortaya
koymaya çalışıyoruzdur. Fen her gün ilerliyor, derken ilim ve teknolojinin
geliştiğini dillendiririz. Fünun-u harbiye derken, savaş ilmini ve sanatlarını
düşünür, edebiyatın ötesine geçeriz. Fen bilimleri ya da fen dersleri derken
biraz duraklar, daha çok fizik-kimya-biyoloji üçlemesine odaklanırız.
Matematiği sonra dahil ederiz fen’e ama yine de ondan bağımsızlaştırırız. Fen
bilim ise fen bilimlerinin bilim bilimleri gibi bir tuhaflığı ortaya
çıkardığını pek farketmeyiz ya da sineye çekeriz. Fen fakültelerini batı
dillerine bilim (science) fakülteleri olarak çevirir, onları sanattan,
edebiyattan, sosyal bilimlerden ayrı düşünürüz. Bağlamsallığın farkındalığıyla
fen’in kapsayıcı niteliğinden ya da en azından sanat algısından uzaklaşır, daha
çok bilim göndergesini yakalarız. Öte yandan, fennî ilan ya da fennî usül
demişsek iletişim durumunu bir başka düzleme taşımış oluruz. Bağlamsallık, bu
kez, modern bir yöntemin, yeni bir tekniğin bilgisini iletmiştir bize. Fennî
Efendi dersek, her iki bağlamsallığın dışında bir ilim, sanat ve edebiyat
insanına, belki bir mucide gönderme yaparız, ama yine de fen’in kavramsal
yelpazesini tamamlayamayız. Fenn-i menazir gibi terminolojik kalıpsözler
sarfetsek perspektife nispet eden nazar ilmini kavramsallaştırmaya başlarız.
Fenn-i musiki derken müzik ilminin nazariyatına ve tabiatına vakıf olmayı
anlar, fennî edebiyat deyince duraklarız; onun bir zamanlar bilim kurguya
karşılık geldiğini tahmin bile edemeyiz. Belediye Fen İşleri, hiçbir
karışıklığa neden olmadan, yukarıda da belirttiğimiz gibi, daha çok kentsel yol
ve altyapı çalışmalarını ya da bir greyderi, bir moloz kamyonunu, yolu düzelten
bir silindiri çağrıştırıverir. İlmen ve fennen böyle, dediğimizdeyse, bilimsel
ve teknoloji ile ilgili bir vurgu yapmış olur, herhangi bir idrak travması
yaşamayız. Ama fennî için fensel demişsek, kullanımsal oydaşmayı bozmuş,
kuvvetle ihtimal fen ile ilgili bir algı tereddüdüne yol açmışızdır. Doğru
görünen kullanım, kullanımsızlığı yüzünden geçerlilik taşımayabilir! Fennen
ispata muhtaçtır muhakkak ama kullanımın geçerliliği, doğru (ya da bağdaşık)
olanın kullanımlılık yoğunluğuyla ve alışkanlık oluşturmasıyla doğrudan
ilişkilidir. Ayrıca, fen öğreten için fenci deriz de, fen ile ilgili, yani
fennî bir konuya fensel demekte mütereddit kalırız. Fenler dersek, ilim
şubelerini, bilim dallarını, farklı disiplinleri dillendirir; eğitim/öğretimden
sorumlu kurumsal yapıları da kastederiz ya da kastederdik[3].
Fen, bizatihi ilim ve bilgi olmasıyla çok kıymetlidir. Birinin bilgisinden
yararlanıldığı ya da bilgisinin edinildiği göstermek için birinin fennini almak
deriz. Fen ihmale gelmez ve ihmal edilirse salt cehalete yol açmaz. Fennî
ihmal, bir hastanın iyileşmesine de engeldir, ilim ve marifetin inkişafına da.
Fen’in inkişaf etmiş geniş kavram alanı, ilim, bilim, akıl,
bilgi, sanat, zanaat, hesap, teknik gibi bir dizi terimsel kelimenin ortak
havuzudur kuşkusuz. Ancak, zaman zaman kaplamındaki kelimelerle eşdüzeyli olarak
kullanıldığı da olur. ‘Akıl, bilim ve fen’ gibi bir üçlemede ya da ‘meslekî,
sınaî, fennî, fikrî ve artistik’ diye bir dizilimde yer alabilir. Böylesi ibareler,
fen’i doğrudan teknik becerilere ya da teknolojik gelişmelere gönderir; daha
çok duyu ve duyguyla işlem yapan sanat olgusunu öteler. “Kötü yaradılışlı
kişiye ilim ve fen öğretmek, yol kesen eşkiyanın eline kılıç vermeye benzer!”[4]
denmişse, bu kez ilmin kavram alanından sanata ve zanaata doğru seğirtilmiş
olur. ‘Cünûn, fünûn, sükûn’[5]
gibi kafiyeli bir terkip ise, fen’i yine ilim ile buluşturuverir. Çeşitli
kullanım salınımlarına maruz kalan fen, her iletişim durumunda, kendi anlamsal
göndergesini -o an ve yerde- günceller ve onu kullanım çeşitliliğinden sıyırarak
istenen merama indirger, muhatabının bilgisine bırakır. Alımlayıcı cüz’i
aklıyla, muhatabınca üretilmiş fen’in o esnadaki bilgisini alır, onu diğer
göndergelerinden ayırır ve anlar, isterse cevabî kelimelerle iletişim sürecini
işletir. [Öte yandan, cüz’i akıl, doğası gereği, fen’in asıl sahibine muhtaçtır
ve zaten Fen Sahibi’nden (Bir Bilen’den[6])
aldığı bilgiyle idrak eder, hüküm çıkarır. Kelimeler de aynı şekilde, akıl ve
fen (bilgi) üzere gerçekleşir; bir yandan akılları işgal ederken, diğer yandan
kendi aklını -imge, simge, soyutlama,…- fen’in (ilmin/bilginin) yardımıyla inşa
eder. Kelime aklı, başlı başına fendir, fen aklıdır; fen sahibince ya da fen’in
asıl sahibince belletilen hikmet ve hünerle yüklü bir akıldır[7].]
Böylesi geniş bir kavramsallaştırmada fen’in anlam alanını bütünüyle
belirlemek çok zahmetli kuşkusuz, ama dilsel kullanım yelpazesinin ve bağlamsal
işlevinin genişliğini idrak etmek fen gerektirmeyecek denli zahmetsiz. Fen’in
bilim ile sanat arasındaki yazınsallık[8]
kavşağını içkin yapısı, noktanın parçalanması[9]
gibi savrulduğunda artık cem edilemez bölük pörçük bir fikir ve muhayyile
tezahürü ortaya çıkacak demektir. Fen, kısıtlı ve daraltılmış kullanımlara
maruz kaldıkça, biri diğerinden uzak anlam adalarının belirsizliğinde kuşatıcı
varoluşunu yitirecek, kadim imgelerini ve göndergelerini de yanına alarak,
önceki işlevsiz kalmışlar kervanına katılacak, dilsel vatanından ayrılacaktır.
Fen gibi geniş kavrayış yelpazesi sunan bir kelimenin işlevsizleşerek vatanını
terketmesi, zihinsel berraklığın örselenmesine yol açar. Dilsel kürenin
parıltılı yıldızlarından birinin kararması demek, fen ile bütüncül algılanabilir
bir dünya deneyimini fensizlik eşiğine bırakmak demektir.
Dilde varoluş, dille varoluştur. Kelime tercihleri varolma
biçimlerinin temel göstergesidir. Fen dilde henüz yitmedi, dille varoluşunu
sürdürüyor, epey hırpalanmış ve sarsılmış yaralı bir kelime olarak. Bir
kelimenin varoluşsal sarsıntısı, dilsel bir varoluşun sarsıntısının
işaretlerini taşır. Dilsel sarsıntı, son tahlilde, Medeniyet Mirası’ndan ödünç
alınmış gönül ve zihin haritalarının sarsılması anlamına gelir. Ama asıl sarsıntıyı, Miras’ı içkin kök
bilgi’den kopuk ya da kopmaya çalışan yaşam tercihlerinde aramak gerekir. Yaşam
tercihleri dil tercihlerini doğrudan belirler. Dil neden sarsılır ve değişir
sorusunun yanıtı büyük ölçüde burada!
[1]
Dil vatandır. Osman Bayraktar, “Londra Yazıları VII”, Yedi İklim, Sayı 413, Ağustos
2024.
[2]
Türkçede “edebiyat” kelimesinin ilk defa Tanzimat Dönemi’nde kullanılmaya
başlandığı kanaati yaygındır. Bundan önce “ilm-i edeb”, “şiir ve inşa” gibi
terimlerin kullanıldığı görülür. İsmail TURAN, “Edebiyatın Menşei,
Karşılaştırmalı (Mukayeseli/Komparatistik) Edebiyatın Dünya ve Türk
Edebiyatındaki Yeri Hakkında Bir İnceleme”, Türk Dili, Sayı 791, Kasım 2017.
[3]
Ziya Gökalp’in Darülfünun şiirinde olduğu gibi; “Diyorsunuz ki hükümetin idari
/ Velayeti fenlere de şamildir…” Ya da, Halkalı Ziraat ve Baytar Mekteb-i Alisi
de kitabesinde iki fenni -ziraat ile baytarlığı- bir araya getirdiğini zikreder…
[4]
Mevlana
Celaleddin-i Rumi, Mesnevî-i Şerif Tercümesi – Cilt 4 (1436. beyit),
Çev. Veled Çelebi (İzbudak), in https://www.semazen.net/mesnevi-i-serif-tercumesi-cilt-4-1401-2100-beyitler/
[5]
Hal’den bahisle; delilik olarak başlar, ortası ilimdir, sonu dinginlik. Özkan
Gözel (akt.), Kim Bulmuş Ki Yerini, İstanbul, Ketebe Yay., 2024, s.12.
[6]
Yeryüzü bilgisi Alîm olan Fen Sahibi’nin eseridir. İnsan, onu kelimeler
vasıtasıyla okur ve idrak eder.
[7]
Cüz’i akıl, bir şeyden hüküm çıkaracak akıl değildir. O,
ancak fen sahibinden fenni kabul eder, öğrenmeye muhtaçtır. Bu akıl, öğrenmeye
ve anlamaya kabiliyetlidir. Ama vahiy sahibi ona öğretir. Bütün sanatlar, şüphe
yok ki önce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı
şeyler katar! Dikkat et de bak! Bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadıkça
öğrenebiliyor mu? A.g.e., Cilt 4 (1295-1300 arası beyitler), in https://www.semazen.net/mesnevi-i-serif-tercumesi-cilt-4-701-1400-beyitler/
[8]
Yazınsallıktan bilim ve sanat literatürünü anlıyoruz. Ayrıntı için bak. Mete
Çamdereli, “Yazınsal iletişim”, Sıralı
Sırasız, İstanbul, Ketebe Yay., 2021.
[9] Hz Ali’ye nispetle söylenen “ilim bir noktaydı, onu cahiller çoğalttı” deyişine gönderme yapıyorum.
(*) Yedi İklim, Sayı 417, 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder